15 Nisan 2008 Salı

TALUT - CALUT KISSASI

Kur’anda Niçin Kıssalar anlatılır?
Allah (cc), Kur’an-ı Kerimi biz inanan kullarına, hidayet rehberi ve yol gösterici olarak indirmiştir. Kur’anı Kerimde İman, ibadet, cihad, ahlak konuları işlenir. Kur’anın üslubu bunları kuru bilgiler halinde veya salt emir ve yasaklar zinciri halinde sunmak değildir.
Kur’an’da konular misallerle, insanın zihninde, hayalinde canlandırabileceği şekilde anlatılır. Geçmişte yaşayan insanların kıssaları anlatılarak onların hallerinden dersler çıkarmamız istenir. Tarihi olaylar günümüze ışık tutar.Bugün Kur’anda anlatılan kıssalardan Talut ve Calut olayını anlatacağız. Bu olay tam da günümüzde yaşanan fitneler karşısında müminlerin geçirdiği iman zafiyetini anlatmaktadır İmanı zayıf olanlar yolda elenip, kaybolup giderken, az bir topluluk olan gerçekten iman eden ve cihad eden grup zaferi kazanır.

2. Bakara Suresi 246..251 ayeti kerimelerin mealleri:

246. Musa’dan sonra Ben-i İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere “Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım demişlerdi. “Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?” dedi. “Yurtlarımızdan çıkarılmış çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım. “ dediler. Kendilerine savaş yazılınca içlerinden pek azı hariç geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.
247. Peygamberleri onlara: bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi. Dedi. Bunun üzerine Biz hükümdarlığa da layık olduğumuz halde ,kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken , o bize nasıl hükümdar olur? Dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti. İlimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.” dedi.
248. Peygamberleri onlara; onun hükümdarlığının alameti Tabut’un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o tabutun içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükunet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir bakiye “kalıntı” vardır., dedi.
249. Talut askerlerle beraber ( cihad için) ayrılınca, Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir.Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Talut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince : bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak hiçbir gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar, nice az topluluk Allah’ın izniyle çok topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.
250. “Onlar (Tâlut’a itaat eden mü’minler) Câlut ile askerlerine karşı (savaşmak için) meydana çıktılar ve dediler ki; “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve (kalplerimizi cihada karşı kuvvetlendirerek) ayaklarımızı sabit kıl ve kafir kavme karşı bize yardım et.”
251. “ Onları Allah’ın izniyle hemen bozguna uğrattılar. Davut (as) Câlut’u öldürdü. Allah O’na (Davud as) mülk ve hikmeti verdi. Ve O’na dilediğinden tam manasıyla öğretti. Allah’ın, insanların bazısını bazısıyla önlemeseydi, elbette yeryüzü fesada uğrardı. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

TALUT VE CALÛT
Allah-u Teala Hz. Musa(as)’dan sonra İsrailoğullarına birçok Peygamber gönderdi. O Peygamberlerin vazifeleri; Tevrat’ın hükümlerini yerine getirmek için halkı davet etmek, unuttuklarını onlara hatırlatmak ve amel etmelerini sağlamaktı. Yıllar geçtikçe İsrailoğulları, Tevrat’ı tağyir (değiştirme) ve kendi arzu ve heveslerine göre te’vil etmeye (yorumlamaya) başladılar. Böylece isyanlar çoğaldı… Fitne-fesad her yeri kapladı. Peygamberlerini dinlemez oldular. Ahlak diye bir şey kalmadı. İşte o zaman Allah-u Teala Hazretleri Amâlika kavmini (Mısır ile Şam arasında yaşayan) Benî İsraile musallat etti. Amâlikalıların başında bulunan Calût’un ordusu İsrailoğullarını topraklarından çıkardılar. Çocuklarını esir alıp, cemaatlerini dağıttılar. İsrailoğulları perişan oldu. Her biri bir yerde içine kurt girmiş koyun sürüsü gibi dağılıp, bir dağ başında kaldılar. Düştükleri bu kötü durumdan kurtulmak için; reisleri ve ileri gelen büyükleri toplanıp, o zaman kendilerine gönderilen Peygamberlerine gittiler.[1]
Bakara suresi 246. ayette Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır:
“Musa’dan sonra İsrailoğullarından ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: “Bize bir hükümdar gönder ki (O’nun komutasında) Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. (Peygamberleri onlara): “Ya savaş size farz kılınınca savaşmazsanız” dedi. (Onlar da) “Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım” dediler. Kendilerine savaş farz kılınınca, içlerinden pek azı hariç geri dönüp kaçtılar. Allah o zalimleri hakkiyle bilicidir.”
İsrailoğulları düştükleri sıkıntılardan kurtulmak için peygamberlerinden hükümdar tayin etmesini ve onunla beraber savaşmak istediler. Böylece çıkarıldıkları evlerine ve evlatlarına kavuşmak istiyorlardı. Ama peygamberleri onların “Vefa, sadakat ve cihada isteksizlik noktasındaki kusurlarını” geçmişteki tecrübelerle bildiği için “ya savaşmazsanız” diye uyardı. Ama onlar, bu durumda savaşmaktan başka kurtuluş olmadığını ifade ederek “evlerimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niçin Allah için savaşmayalım?” dediler.
İmam-ı Kuşeyrî, bu ayetin bu bölümünü açıklarken;“İsrailoğulları iyi niyetlerine evlat ve mal endişesini karıştırarak hareket ettiler. İhlâsla Allahın emrine uymayıp rahata kavuşmak isteyenler gibi başta intikam hissiyle güçlerini göstermek için harbe kalktılar. Sonra iş sıkıya gelince; işleri sözlerine uymadı, maksatları tamam olmadı. Eğer onlar, Allahu teala bize cihadı farz kıldı, bizim O’nun emrini tutmamız gerekli. Çünkü O bizim Mevla’mızdır. Deselerdi maksatları tamam olacaktı”.[2] der.Şimdi bizlerde iyinin, güzelin, doğrunun ve adil olanın hakim olması ve tüm insanlığın kurtuluşu için var gücümüzle çalışırken, rütbe, makam, mevki, madde ve menfaatlerden yüz çevirip yalnız Allah rızasını gözetirsek Allah (cc) umduklarımızın daha fazlasına bizi muvaffak kılacaktır.
Allahu teala hazretleri İsrailoğullarına savaşı farz kıldığı zaman ise çok azı hariç çoğu geri döndüler. Allah bu kimseleri “zalimler” diye niteleyip büyük bir azapla korkutmuştur.
Bakara suresi 247. ayette şöyle buyrulmaktadır;
“Peygamberleri onlara “Bilin ki Allah Talût’u size hükümdar olarak gönderdi” dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa ondan daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken, O bize nasıl hükümdar olur? dediler. Allah sizin üzerinize O’nu seçti. İlimde ve bedende O’na üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah vâsi (her şeyi ihata eden) ve âlim (her şeyi bilen)’dir. dedi. Peygamberleri, Allah’a bir hükümdar göndermesi için dua etti. Ve Allah-u Teala onlara Talût’u gönderdi.
İsrailoğulları, Talût’un Yusuf (as)’ın öz kardeşi Bünyamin’in soyundan olduğunu görünce şaşırıp itiraz ettiler. Çünkü o zamana kadar; peygamberlik Yakup (as)’ın 12 oğlundan Lavi’nin soyundan, hükümdarlık ise, Yahuza’nın soyundan gelenlere veriliyordu. Gönderilen hükümdarın Bünyamin’in soyundan gelmesini kabullenemediler.
İtirazlarındaki diğer önemli husus da Talût’un fakir olmasıydı. Talût, deri tabakacısı, su taşıyıcısı ya da bir çobandı. İsrailoğulları’nın ileri gelenlerine göre hükümdarlık, servet ve sermaye sahiplerinin olmalıydı. Hâlbuki bu fikir, toplum menfaatine ve adalete aykırıdır. Doğru olan, iktidara ehil olanların gelmesidir. Kişinin ehliyetini, O’nun manevi gücü, bilgisi ve görgüsü ile beden kuvveti ve cesareti temsil eder.
Ayet-i kerimede, ilimdeki kuvvetin bedendeki kuvvetten önce zikredilmesinden, devlet reisliği için ilim ve zekânın bedeni üstünlüklerden daha önemli olduğu anlaşılmaktadır.
Binaenaleyh; başkanın ehil olması için insanların durum ve hallerinden haberdar olması, memleketini idare edebilmek için kudret ve cesaret sahibi olup, memleketin iç ve dış meselelerini iyice bilmesi ve çözümler üretmesi gerekmektedir. Kişinin ehliyetli olup olmadığı söylemleri ile değil yaptığı icraatlarla anlaşılır.
Talut’un hükümdarlığına itiraz eden İsrailoğulları Peygamberlerinden O’nun hükümdarlığını gösteren bir alâmet istediler. O alamet de onlar için kutsal sayılan “Tabutu” Tâlut’un elinde görmeleridir.
Bakara suresi 248. ayet:
Peygamberleri onlara: “O’nun hükümdarlığının alameti, “Tabut’un” size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun (as) hanedanlarının bıraktıklarından bir bakiyye “kalıntı” vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alamet vardır” dedi.
Tabut “sandık” demektir. İsrailoğulları, bu Tabut’u gittikleri savaşlarda önlerinde götürür, bu sayede askerleri güç ve moral kazanır, zafere ulaşırlardı. Tabutun içinde bizzat Musa (as) ve Harun (as)’ın bıraktıkları, Musa (as)’ın ayakkabısı, âsası, Harun (as)’ın sarığı ve kendilerine inen kudret helvasından bir ölçek ile Tevrat’tan kırık levha parçaları bulunan emanetler vardı [3]
Bu konuda Peygamber efendimiz (sav)’in; “Peygamberler ne bir altın, ne bir gümüş miras bırakmamış, miras olarak ancak ilim bırakmışlardır.” Hadis-i şerifinde ifade ettiği üzere,bize bırakılan en kutsal emanet “Kur’an ve sünnet”tir Yalnız bu ikisine sarıldığımız zaman kalplerimizdeki korku ve ümitsizlikler kaybolacak ve Allah’ın izniyle kurtuluşa ve zafere ulaşacak,iki cihanda da saadete kavuşacağız inşaallah.[4]
Allah ü Teala azgınlık ve fesatları sebebiyle İsrailoğullarının ellerinden Tabut’u almıştı. İşte bu değerli Tabut’u Allah-u Teala melekleriyle Tâlut’a ulaştırdı. Tabut’u Tâlut’ta görünce O’nun hükümdarlığını kabul etmek zorunda kaldılar. Böylece kalplerinde ‘’Sekine’’ denilen güven ve emniyete kavuşma hissi hasıl oldu
Bakara suresi 249. ayet:
“Tâlut ordusu ile beraber (cihad için) ayrılınca: biliniz ki, Allah sizi bir ırmak ile imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi ırmaktan içtiler. Tâlut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: “Bugün bizim Câlut ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: “Nice az sayıda topluluk çok sayıda topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler”.
Tabut’un gelmesiyle İsrailoğulları Tâlut’un etrafında savaşa hazırlanmaya başladılar. Tâlut onların gençlerinden yaklaşık 70-80 bin kişi seçti. Tâlut ve ordusu Ad kavminden gelen Câlut ile savaşmak için Kudüs’ten ayrıldıklarında mevsim de hararetin çok olduğu bir zamandı. Bir ovaya girdiklerinde askerler su istediler. Tâlut’ta Allah-u Tealanın onları (Ürdün ve Filistin arasında suyu tatlı bir) ırmakla imtihan edeceğini söyledi. O sudan ya hiç içmemelerini yada bir avuçla yetinmelerini emretti. Böylece Cenab-ı Hakk Tâlut’a gerçekten itaat edenlerle etmeyenleri ayırt etmek istedi. Nitekim hükümdarı dinleyip sudan bir avuç alanlar hem kendileri, hem hayvanları, hem de hizmetçileri bu sudan içiyor ve suya kanıyorlardı. Suya saldıranlar ise; ancak susuzlukları ve hararetleri artıyor ve dudakları kararıyordu… Sudan içenler Tâlut’tan ayrıldılar ve nehri geçemediler. Onlar imtihanı kaybettiler.
Tâlut’un emrine uyup, hiç içmeyen veya sadece bir avuç içip nehri geçen mü’minler iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı; dünya hayatı ve malını seven ve tabiatında korku olanlar Câlut’un 100.000 veya 300.000 kişilik ordusunu görünce “Bugün bizim Câlut ve ordularına karşı savaşacak gücümüz yoktur ” dediler.
Diğer bir kısım yani: Allah yolunda ölüme aldırmayan, imanı kuvvetli cesur kimselerde, korkanlara karşı; “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle çok toplulukları yenmiştir.” dediler.
Bu ayetlerden çıkaracağımız pek çok dersler vardır.Bunlar, İmtihan ve tasfiye, Emre itaat, İmanın gücü, Allah’a tam bir teslimiyettir.Tâlut ve ordusunun nehirle imtihan olması gibi; hepimiz hayatımızın bir çok bölümünde imtihan olunmaktayız.
Kazancımızda helali gözetmekle; yaşantımızda İslam’ın emirlerini yerini getirip-getirmemekle; haramlarından kaçmakla , başkalarını da uyarmakla hatta yöneticilerimizi seçmekle imtihan olunuyoruz.
“Zamanın gerçeği budur, herkes böyle yapıyor, hangi çağda yaşıyoruz, dünya küreselleşti, düşmana karşı koyamayız” gibi birçok söz bize mantıklı gelse de, Kur’an ve sünnete uymayan hiçbir kişi, cemaat, topluluk, millet gerçek kurtuluşa ve zafere ulaşamaz. Dünyada kazanmış görünse de ahiretini kaybetmiştir.
O gün imtihan vesilesi olan ırmak, bugün karşımıza makam, mevki, para ve dünyalık zenginlikler olarak çıkmaktadır. Elbette bu imtihan her dönem ve topluluğa göre farklı şekilde kıyamete kadar devam edecektir
Hidayet üzere iken, İlim ve Salih amellerle meşgul olurken de bu imtihan devam edecektir Zira, emre uyarak ırmağı gecen inananlar ,içtikleri su ölçüsünce tekrar “tasfiye” olmuşlardır. İnananlar arasında dünya hayatı ve malını seven, ölümden de korkanlar Calut’un askeri gücünü görünce “bugün bizim gücümüz yoktur” deyip savaşmak istememişlerdir.
Peygamber Efendimiz (sav) buyurdular ki: “Bir gün gelecek, her taraftan ümmetler (topluluklar) böcekler gibi üzerimize üşüşecek….”Biz dedik ki: O gün çok az mı olacağız? Ya Resulallah!
Peygamber (sav): O gün çok olacaksınız, fakat selin önündeki çer çöp gibi olacaksınız. O gün düşmanlarınızın kalbinden heybetiniz alınacak ve sizin kalbinize “VEHEN” yerleşecek.
-“Vehen” nedir Ya Rasülullah.
Dedi ki:
-“Dünya sevgisi ve ölümden tiksintidir.”
Talut’un ordusunda bulunan Hz. Davut’un da içinde bulunduğu Ahiretteki hesaptan korkan,Kuvvet ve Kudret sahibinin ancak Allah olduğuna iman eden, yardımın yalnız O’ ndan geleceğine inanarak tam bir teslimiyet ile emre itaat edenler nice az topluluklar çok topluluklara galip gelmiştir diyerek sadakatlerini gösterdiler
Burada dikkat edeceğimiz en önemli husus da “lidere itaattir.” Bu ayetlerde askeri disiplin anlatılır. Bir ordunun başarılı olması her şeyden önce komutanın emirlerine harfiyen uymakla mümkün olur. Savaşta galip gelmek sayıya bağlı değildir. Haklı olmaya, doğruluğa, disipline, iman ve moral gücüne bağlıdır.
Dinimizde Başkanın yapacağı işlerde “istişare etmesi” sünnettir. Herkes fikrini söylemelidir.Ancak Başkan kararı aldıktan sonra “itaatsizlik” veya daha iyisini yaparım diye ayrılıp gitmek caiz değildir.Ne zaman itaat olmadığını Peygamber Efendimiz )s.a.v.) bize bildiriyorlar Dinleyip itaat, günahla emr olunmadıkca haktır Günahla emrolunduğunda zaman ise dinleyip,itaat etmek yoktur..”Fethul Bari VI,115,NO107 günahla emr olunma hariç” diğer zamanlarda itaatsizlik zaferin gecikmesine sebeb olur.Uhud savaşında peygamber efendimiz (sav), savaş stratejisi gereği arkadan gelecek saldırılara karşı Abdullah b. Zübeyr başkanlığında 50 okçuyu Uhud dağına yerleştirdi. Ve onlara; yendiğimizi veya yenildiğimizi görseniz dahi yerlerinizden ayrılmayın. Bize yardım da etmeyin …” diye emretti savaşın başlangıcında Müslümanlar yenip , müşrikler kaçmaya başlayınca, okçuların çoğu biz de ganimetlerden alalım diye yerlerinden ayrıldılar.
Başlarındaki Hz. Abdullah “Rasülullah bize ne emretti”. Ayrılmayın dese de bırakıp savaş meydanına indiler. Düşman ordusundan Halid b. Velid komutasındaki atlılar bu durumu görünce arkadan dolaşarak Müslümanları kuşattılar. İşte inananların komutanın emirlerine uymaması sonucunda 70 Müslüman’ın şehit olması, Rasülullah’ın dişinin kırılması ve zaferin gecikmesi sonuçlarını doğurmuştur.
İtaatleri sebebiyle imtihanı kazanan az topluluk Calut’un ordusuyla karşılaşınca “tam bir teslimiyet”ile yardım için Allah’a yalvardılar.Bize düşen az da olsak Allah için Allah’ın dinini yüceltmek için çalışmaktır. Tüm işlerin yönetimi Mevla Tealanın dilemesine bağlıdır. “Sayısı az da olsa, Allah’ın yardım ettiği kişiler ”alçak“olmaz. Sayıları ve kuvvetleri çok da olsa, Allah’ın yardımsız bıraktığı kimseler “aziz” olamaz. Bedir ashabı da sayıca az olduğu halde Allah’ın yardımıyla zafere ulaşmıştır dediler
Calut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında, Ey Rabbimiz yüreğimizi sabırla doldur. Bize direnme gücü ver, kafir kavme karşı bize yardım.
Bakara suresi 250. ayet:“Onlar (Tâlut’a itaat eden mü’minler) Câlut ile askerlerine karşı (savaşmak için) meydana çıktılar ve dediler ki; “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve (kalplerimizi cihada karşı kuvvetlendirerek) ayaklarımızı sabit kıl ve kafir kavme karşı bize yardım et.”
Bakara suresi 251. ayet:“ Onları Allah’ın izniyle hemen bozguna uğrattılar. Davut (as) Câlut’u öldürdü. Allah O’na (Davud as) mülk ve hikmeti verdi. Ve O’na dilediğinden tam manasıyla öğretti. Allah’ın, insanların bazısını bazısıyla önlemeseydi, elbette yeryüzü fesada uğrardı. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
Düşman ordusuyla karşılaşınca Tâlut’un ordusunda bulunan delikanlı olan Davud sapanındaki taş ile Calut’u öldürdü.Ordusunu kısa zamanda bozguna uğrattılar.Allah’ü Teala Davut’a hem hükümdarlık, hem de peygamberlik vererek Zebur’u indirdi. Ayrıca Davud (as)’a bazı ilimler öğretmiştir. Bunlar; Demiri yumuşatma ve zırh yapma sanatı .Kuş ve karıncaların dilleri.Devlet ve siyaset ilmi. Hiçbir kimseye verilmemiş olan güzel ses.
İşte o zalimlerin zülmüne rağmen bir azınlığın azmi,kararlılığı, imanı, gayreti ve duasıyla Allahü Teala böyle tasavvur edilemez büyük başarılar ihsan etti.
Buna karşı; iyi ama Allah savaşa hiç meydan vermese ve baskılara müsaade etmese olmaz mı dememeli. Allah bu mücadeleyi, insanların fesat çıkarıcı ve saldırgan kısmını, ıslah edici kısmıyla ortadan kaldırmak, tüm insanları ve bu uğurda ihlas ve sebat ile çalışanları korumak için emretmiştir. İyilik ve fazilet sahibi inananlar , bu noktayı dikkate almaz; eliyle, diliyle ve kalbiyle düzeltmek için çalışmazsa, batılın gücü eline alması kaçınılmazdır. Böylece, onlar da aleme sahip olmak sevdasıyla yeryüzünde fesat çıkarıp zulmü yayacaklardır.bunun sorumlusu ise “onlara meydan veren Hak yolda mücadele etmeyenler” olduğu açık bir gerçektir.
Şu halde iki çeşit harp vardır.
1. Harb-i Islah: Düzeltme, iyileştirme harbi
2. Harb-i İffad: Fesat çıkarma, bozgunculuk harbi.
Hak tek bir millettir. Batıl ve batıla yardımcı olanlar da tek bir millettir. Mümine emredilen Allah yolunda insanlığın refahı, kurtuluşu ve saadeti için çalışmaktır. Bu da ancak fesat ve zulmün kaynağı olan küfür ve şirkin ortadan kaldırılması ve barışın temin edilmesiyle olacaktır. Bakara suresi 195. ayet-i Kerimesi “ Kendinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” gereğince karınca misali safımızı doğru belirleyip, dünyamızı ve ahiretimizi kurtarmak için var gücümüzle çalışmak en büyük sorumluluğumuzdur. [5]
KAYNAKLAR
Celaleyn Tefsiri
Hulesatül-Beyan Tefsiri
Hak Dili Kur’an Dili
Peygamberler Tarihi -Asım KÖKSAL
Taberi Tefsiri
Türkiye Diyanet Vakfı – Kur’anı Kerim ve Açıklamalı Meali
Ruhul FurkanTefsiri
[1] Hz. Şem’un veya Hz. Yûşâ bin Nûn’a veya kuvvetli bir rivayetle Eşmoil (as)’dır.
[2] Letaifu-l İşarât adlı eser. İmam-ı Kuşeyrî
[3] Celaleyn Tefsri
[4] Ebu Davud ilim 1, Tirmizi ilim 19, İbn-i Mâce mukaddime17, Deylemi mukaddime 32.
[5] Hak Dili, Kur’an Dili 2. cl. Sy.119