17 Şubat 2008 Pazar

KAZA VE KADER

İMAN VE ESASLARI
“İman” sözlükte tasdik etmek, bir şeyin doğru olduğunu söylemek ve onu doğru olarak kabul etmek, güvenmek, inanmak, boyun eğmek anlamlarına gelir.
Din istilahında ise Allah’a ve peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmak bunların hak ve doğru olduğunu içinden şeksiz ve şüphesiz itiraf etmektir. Bizim konumuz olan kaza ve kader, iman esaslarından bir tanesidir.
Hz. Ali (R.A.)’dan: “Hz. Peygamber bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “Bir kul şu dört şeye inanmadıkça iman etmiş olmaz”
- Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın göndermiş olduğu hak Resulü olduğuma
- Ölüme
- Öldükten sonra dirilmeye
- Kadere

Kader: Allah’ın ebede kadar olacak şeyleri, bunların zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasıl ve ne zamanda olacaklarsa onların tamamını ezelde bilip bu bilgi doğrultusunda takdir etmesine denir.
Bu durumda kader, Allah’ın ilmi doğrultusunda kâinatı ve ondaki her şeyi belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilahi bir kanundur. Bu konuda Allah Kur’an da şöyle buyurmaktadır.
“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. (Hadid 57, 22)
Kaza ise, Cenab-ı Hakkın ezelde irade etmiş olduğu ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince her birisini, ezeli ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Örneğin; ne zaman öleceğimizi biz bilemeyiz, bunu Allah bilir ve takdir eder. İşte bu kaderdir. Ölümün zamanı gelince gerçekleşmesi ise kazadır. Konu ile ilgili şöyle bir örnekte verilebilir; astronomi alimleri, çok önceden ayın ve güneşin ne zaman tutulacağını tespit ediyorlar ve takvimlere yazıyorlar, şimdi burada soralım; takvimlere güneşin tutulacağı için mi güneş tutuluyor; yoksa güneş tutulacağı için mi takvimlere yazılıyor? Takvimlere yazılmasaydı güneş tutulmayacaktı. Elbette bu tutulma gerçekleşecekti. Öyle ise, takvime yazıldığı için güneş tutulmuyor. Güneşin tutulacağı biliniyor ve takvime yazılıyor.
Kulun kaderi de aynen bunun gibidir. Allah c.c takdir ettiği için biz yapmıyoruz. Tam aksine bizim yapacaklarımızı Allah c.c ezeli ilmi ile biliyor ve takdir ediyor. Zamanı gelince takdir edilen gerçekleşiyor.

İRADE
Gerek insanların yapıp etkileri, gerekse kainatta olup bitecek her şey, Allah’ın izni ve iradesine bağlıdır. Kâinatta bulunan ve yaratılacak her şey Allah’ın izni, dilemesi, istemesi, takdiri ve yaratması ile olur.
“Allah, bir şeyin olmasını dilediği zaman ona ol der, o da olur.” (Yasin 36/82)
Söz gelimi O izin vermeden; bitkiler bitmez, ağaçlar meyve vermez, kainatın düzeni devam edemez, kimse şefaat edemez, zafer kazanamaz, Peygamber mucize gösteremez, kimse kimseye zarar veremez, kimseye sihir-büyü etki etmez, kimse hidayete eremez. Hatta kimse ölmez.
“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelemez. Çünkü yüce Allah mutlak irade ve sonsuz kudret sahibidir.” (Tegabun 64/ 11)
İnsanoğlu sadece cüz’i iradesiyle o işe meyleder. Buna kesb (kazanç) denir. Yüce Allah da dilerse, o işi insanın isteğine göre yaratır. Bu da bir yaratıştır. İnsanın bu kazancı kendi cüzi irade ve isteği ile olduğundan o işin değerine göre sorumlu olması gerekir. Yoksa ne yapayım kader böyleymiş diyerek sorumluluktan kurtulamaz. Bununla beraber bir insan bir iş yapacağı zaman, kaderin ne olduğunu bilemez. Kendi düşünce ve arzusuna göre hareket eder. Bir insanın kendisini her türlü iradeden yoksun görmesi bir cebr (zorakilik) inancıdır ki, bu doğru değildir. Bizim işlerimizin bir kısmı arzu ve irademize bağlıdır.
Mesela; ellerimiz bazen hastalık sebebiyle titrer, bazen de bunları kendimiz titretiriz. Şimdi bu iki titreme arasında fark yok mudur? Elbette vardır. Birinci titreyiş kendi seçimimizle değildir. İkinci titreyiş kendi istek ve irademizledir. Bir insan Allah’a iman edebileceği gibi inkar da edebilir. İyi işler peşinde olabileceği gibi kötü işler peşinde de olabilir. Yüce Allah bu konuda ona mani olmaz. Bilakis izin verir.
“Deki, Hak Rabbinizdendir. Artık bu gerçek, Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. “(Kahf 18/29) anlamındaki ayet buna işarettir. Anlaşıldığı üzere insan KASİB (yani bir işi isteyen) Allah ise Halik’ , (O işi yaratan var eden) tır. Buna göre insan hayır ve şer neyi isterse Allah onu yaratır. İşte insanın bu isteği sorumluluğunun esasını oluşturur.
Allah kullarının hakkını asla zayi etmez, kimseyi yapmadığı veya irade etmediği işlerden sorumlu tutmaz. Cezalandırmaz.
“Allah, kullarına zulmetmek istemez.” (Mümin, 40/31)
“Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de bir kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir. (Fussulet 41/46)

TEVEKKÜL
Sözlükte dayanma, güvenme, vekil tutma anlamlarına gelen tevekkül gerekli çalışmaları yapıp sebeplerini bir araya getirdikten sonra istenilen sonucun alınması hususunda Allah’a güvenmek, teslim olmak ve sonucu ona havale etmek demektir.
Yüce Allah “Müminler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.(güvensinler)” (Maide 55/11, Tevbe 9/51) anlamındaki ayet ile kendisine tevekkül edilmesini emretmekte ve peygamberler ve gerçek müminlerin “Allah’a tevekkül ettiklerini Kur’an da bildirmektedir.
“Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim.” (Hud 11/56)
Allah’a tevekkül; Allah’ın yardımını isteme, onun adaletine, kimsenin hakkını ve emeğini zayi etmeyeceğine, Salih amellerin sevabını vereceğine, duaları kabul edeceğine inanma ve güvenme demektir.
Allah’a tevekkül etmenin şartı, yapmak istediği iş için gerekli kurallara uyarak çalışma, sonucunda Allah’a havale etmektir. Bütün bu anlatılanlardan anlaşılıyor ki, insanın sorumlu olduğu filer kendi irade ve isteği ile meydana gelen fiilerdir. İnsanoğlunun yaptığı her iş,her iyilik veya kötülük kişinin cüzi iradesi ile isteyip, ortaya çıkmasına sebep olduğu eylemlerdir. İnsan o fiile meyl eder, Allahtan sonsuz kudreti ile onu yaratır. Örneğin “insanın bir çocuk sahibi olabilmesi için evlenmesi ve eşlerin birbiri ile münasebeti gerekir. İnsan bütün bunları istemeden ve gereğini yerine getirmeden çocuk sahibi olamaz. Kul ister, sebepleri yerine getirir ve Allah c.c bu yöneliş doğrultusunda fiilleri ve sonuçları yaratır. Bazen de isteklerin ve sebeplerin neticesi alınamayabilir. Bu gibi durumlar , bizlere insanın acizliğini, kudretinin sınırlarını daha iyi anlatıyor. (Özürlü doğan insanlar, istediği halde çocuk sahibi olamayan insanlar vs..) ne kadar sebepler yerine gelse bile bu dünyada Allah’ın izni olmadıkça hiçbir şey meydana gelmez. Beklenenin dışında gelinen olaylar insanoğlunun bu dünyadaki imtihanıdır. İnsana düşen ise kendi isteği sonucu meydana gelen olaylara hamd etmesi, diğerlerine sabretmesi, hayrın takdir edilen olduğuna inanmasıdır. İnsan öncelikle yapacağı işin kurallarını araştırıp, öğrendikten sonra emek verecek, sabırlı olacak ve kendisini başarılı kılmasını da Allah’tan isteyecektir. Çünkü başarıya ulaştırmak, Allah’a aittir. İşte Allah’a tevekkül etmenin gerçek anlamı budur. Bu husus Kur’an-ı Kerimde şöyle açıklanmaktadır:
“İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinde ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları, cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir. Onlar ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler.”Buna göre işin kurallarına uyarak çalışma, sabır ve tevekkül birlikte olacaktır. Bunları yapmadan işleri Allah’a havale etmek doğru olmadığı gibi, Allah’ı unutmak ve ondan yardım istemekte doğru değildir. Çünkü Allah’ın izni ve yardımı olmadan başarılı olmak mümkün değildir. Bir çiftçi toprağı sürecek, işleyecek, zamanında ve kurallarına uygun olarak tohumu ekecek, sulayacak, gübreleyecek, koruyacak ve harcadığı emeklerin zayi olmayacağına inanacak, sonra da bereketli bir ürün vermesini Allah’tan isteyecektir. İşte Allah’a tevekkül etmek budur.“Muğire bin Ebi Gurre es-Sedusiyyu (ra)’den: Enes bin Malik (ra)’in şöyle dediğini duydum. Bir adam devesi ile beraber geldi ve dedi ki: Ey Allah’ın Resulü deveyi bağlayıp da mı tevekkül edeyim, yoksa bırakıp da mı “tevekkül edeyim? Peygamber cevaben şöyle dedi: Deveni bağla ondan sonra Allah’a tevekkül et.” (Tirmizi Kıyamet bab 60)
“İbnü Abbas (ra) dan: Bir kısım insanlar yanlarına azık almadan haccediyorlardı. (Dileniyorlardı.) Ebu Mesud dedi ki: Bunlar Yemen halkı ya da Yemen halkından bir grup idi. Haccediyorlar ama azık almıyorlar (dileniyorlar) ve biz tevekkül ediyoruz diyorlardı. Bunun üzerine “Azık edinin bilin ki azığın en hayırlısı takvadır.” (Bakara 2/197) ayeti nazil oldu. Hz. Ömer bir topluluğa geldi ve onlara sordu: Siz kimsiniz? Onlar bizler tevekkülde bulunanlarız dediler. O da hayır Siz mütevekkil değil hazır yiyicilersiniz. Size mütevekkilin kim olduğunu haber vereyim mi? Dedi ve ekledi. Mütevekkil kişi toprağı sürüp tohumu eker sonra rabbine tevekkül eder.” Dedi. (Şuabül İman Allaha tevekkül bab, 12. no 1215)
“Allaha tevekkül edene Allah yeter.”
Allah insanoğlunu imtihan dünyasında halife olarak yaratmıştır. Bu nedenle insanın vazifesi, sorumluluğu oldukça ağırdır. Hiç kimse çalışmadan, sabretmeden, tevekkül etmeden bu imtihanı veremez. “Kaderimde bu varmış” diyerek sorumluluklarından sıyrılamaz.
Mevlana c.rumi nin Mesnevisinde şöyle bir kıssa vardır: karanlık bir odada oturan bir sürü insan “karanlık, karanlık..” diye bağrışıyorlar, ama hiç birisi kalkıp bir kandil yakmıyorlar. Karanlığa sabr ediyorlar. Allaha tevekkül edip bir gün bir ışığın yanacağını bekliyorlar. Tabiî ki ne ışık yanıyor, ne de karanlık bitiyor.
Bugün dünyaya ele geçirmiş her yerde zulme devam eden batıl güçler karşısında Müslümanların durumu bu hikayeye ne kadar benziyor. Boyun büküp sabr etmekle, Allahın bu zulümleri kaldıracağına inanmak durumu değiştirmeyecektir. Ne bizler “kaderimiz budur” diyerek sorumluluktan kurtulamayacağız. Ne zamana sorumluk şuuru ile ayağa kalkıp ışığı yakarsak ve bunun için çaba sarf edersek Allahın yardımı bizimle beraber olacaktır. Gayret bizden Tevfik Allahtan’dır.

Konuyla Alakalı Bazı Ayetler

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّين حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَالإ تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ َ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لإ يَعْلَمُونَ

“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[1]

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَم
Şüphesiz Allah katında din İslam’dır.[2]
Konuyla ilgili faydalanılabilecek diğer ayetler şunlardır:

Zariyat, 51/56; A’raf, 7/172; Kıyame, 75/36; Bakara, 2/285; Bakara, 2/277; Hucurat, 49/10.

Konuyla Alakalı Bazı Hadisler

ﻻ يُؤْمِنُ اَحَدُكُمْ حتَّى يُحِبَّ ﻷخيهِ ما يُحِبَّ لِنَفْسِهِ.

"Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez."[3]

المسلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُؤمِنُ مَنْ أمِنهُ الناسُ على دمائهم وأمْوَالِهِمْ.

"Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir." [4]

مَامِنْ مولودٍ إّﻻ يولدُ علَى الفطرةِ ثم يقولُ اقرؤا »فِطرَةَ اللّهِ التى فطَرَ النّاسَ علَيْهَا« فأبَواهُ يُهَوِّدَانِهِ أوْ يُنَصِّرَانِهِ أوْ يُمجّسَانِهِ .

"Her çocuk fıtrat üzerine doğar" buyurdu ve sonra da "Şu ayeti okuyun" dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat..." (Rum, 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü şöyle tamamladı: "Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir….”[5]


مَثَلُ المُؤْمِنِينَ في تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعاطُفِهِمْ مَثَلُ الجَسَدِ إذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالحُمَّى.

"Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü'minlerin misâli, bir bedenin misâlidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler."[6]

قال: قلت: يا رسول الله! قل لي في الإسلام قولا، لا أسأل عنه أحدا بعدك (وفي حديث أبي أسامة غيرك
قال " قل آمنت بالله فاستقم".

Süfyan b. Abdullah (R.A.) şöyle dedi : « Ya Resulallah, bana İslam’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim », dedim.

Resulullah (S.A.V.) : « Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol . »[7] buyurdu.
Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar :
Prof. Dr. Süleyman Ateş, Yüce Kur’anın Çağdaş Tefsiri, C.1/477-488 ; 1/499-5/06 ; 2/23-26 ; 7/20-22 ; 8/517-522 ; 9/64-67 ; 10/181-182
D.İ.B. Kur’an Yolu, 1/299-312 ; 1/320-322 ; 1/377-382 ; 4/285-294; 5/80-84; 5/435-436;
T.D.V. İslam Ansiklopedisi, İman Maddesi, 22/212-219 ; T.D.V. İslam Ansiklopedisi, İslam, Ma
[1] Rum, 30/30
[2]Al-i İmran, 3/19
[3] Buhârî, İman 7, (I, 9)
[4] Buhârî, İmân, 4, 5, (I, 8-9);
[5] Buhârî, Cenâiz 80, (II, 98);
[6] Buhârî, Edeb 27, (VII; 77)
[7] Müslim, İman, 13, (I, 65)

Resmi Büyütmek İçin Tıklayınız

NAMAZIN ÖNEMİ VE HİKMETİ

NAMAZ KELİMESİNİN ANLAMI
Farsça bir kelime olan namaz: Kur’an’da “salat” kelimesi ile ifade edilmektedir. Salat: kelimesi ise “Dua etmek, övmek, ta’zim etmek” anlamlarına gelir.
Din ıstılahında ise namaz; “Peygamberimizin uyguladığı şekilde yerine getirilen kalp, dil ve bedenle birlikte yapılan bir ibadettir.” (Elmalı Hamdi Yazır-Hak Dinin Kuran Dili I 150-191)
Namaz, dinimizin ifasını emrettiği ibadetlerin en önemlisidir. Kelime-i Şehadetten sonra, İslam binasının üzerine kurulduğu beş esastan birincisidir. Akıllı, ergenlik çağına ulaşan kadın-erkek her müslümana farzdır. Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir.
Namaz beş vakit olarak günün belli zaman dilimleri içerisinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır.
“………namazı dosdoğru kılın, çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.” (Nisa 4/103)“Kur’an-ı Kerimde namazın kılınmasına dair birçok Ayet bulunmasına rağmen nasıl kılınacağı tam olarak bildirilmemiştir. Namazın nasıl kılınacağını ashabına öğreten Peygamberimiz (s.a.v) dir. Beş vakit namazın vakitlerini ve nasıl kılınacağını da Peygamberimiz (s.a.v)’e Cebrail (a.s) göstermiştir.
Peygamberimiz namazı bizzat kılarak ashabına göstermiş ve “Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın” buyurmuştur. (Buhari-Sahih ezan 10/8, I:155)
Peygamberimizin öğrettiği ve bize tevatüren gelen şekliyle –sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı- olmak üzere günde beş vakit namazı kılmak müminlerin kulluk görevidir.
Namazın terki için dinimizde hiçbir mazeret yoktur. Namazın terk edilmesi ve meşru bir mazereti bulunmaksızın vaktinde eda edilemeyip kazaya bırakılması büyük günahlardan biridir. Her müslümanın beş vakit namazını vakti içinde eda etmesi, geciktirmeyi caiz kılan meşru bir mazereti olmadıkça, namazını kazaya bırakmaması gerekir. Namazı vaktinde eda etmek o kadar önemlidir ki; Hz. Peygamber (s.a.v) bazı gazvelerinde, daha sonra da Ashab-ı Kiramın Mecusilerle yaptıkları gazvelerde “korku namazı” kılmışlar, düşman korkusu yüzünden namazı kazaya bırakma yolunu tercih etmemişlerdir.
Günlük işler, ticaret, meslekler, aile fertlerinin geçimini sağlamak için yapılan çalışma ve yolculuklar namaza engel teşkil etmemelidir. Kadınların özel halleri, deli olmak, bayılmak hariç namaz kılmamanın hiçbir mazereti yoktur. Ayrıca dinimiz namazın yerine getirilmesi için her türlü kolaylığı sağlamıştır. Bunun için namaz her hal ve şartta mutlaka kılınmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili şöyle buyurulmuştur:
“Allah’ın yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, hiçbir ticaretten ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah-akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar. (Nur 24/37-38)

NAMAZIN KİŞİYE KAZANDIRDIKLARI
Namaz insana maddi ve manevi birçok kazanımlar sağlar:
A- Allah’ı anmış olur:
İbadetlerden maksat Allah’ı anmaktır. Allah’ı anmanın en güzel yollarından biri Kur’an-ı Kerim okumak ve namaz kılmaktır. Yüce Allah “Beni anmak için namaz kıl” buyurmuştur. (Ta-ha 20/14)
Namaz, Allah’ı sürekli hatırlamanın en büyük vesilesidir. Namaz kılan kimse hem Kur’an okumuş, hem Allah’ı tekbir, tesbih ve dua ile anmış olur. Her türlü zikir namaz da toplanmıştır.
B- En faziletli ibadeti ifa etmiş olur:
Namaz ahirette ilk sırada hesabı sorulacak olan bir ibadettir. Çünkü namaz, amellerin en faziletlisi ve Allah’a en sevimli olanıdır.
· “Amellerin Allah’a en sevimli olanı hangisidir?” sorusuna Peygamberimiz “Vaktinde kılınan namazdır.” (Buhari-Mevakıt 5, I. 134)
· “Amellerin hangisi daha faziletlidir” sorusuna ise yine; “Vaktinde kılınan namazdır” cevabını vermiştir. (Buhari Mevakıt 5. I. 34, Müslim-iman-137, I, 99)
C- Maddi ve manevi kirlerden temizlenir:
Namaz, işlenmiş hata ve günah kirlerinin giderilmesini sağlar. Peygamberimiz (s.a.v) beş vakit namazını kılan kimseyi günde beş defa bir nehirde yıkanan bir kimseye benzetmiş ve şöyle demiştir:
“Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir ırmak olsa ve burada günde beş defa yıkansa bu kimsede hiç kir kalır mı? Sahabenin “Hayır hiçbir kir kalmaz” diye cevap vermeleri üzerine; “İşte beş vakit namazda böyledir. Allah bu sebeple günahları temizler” buyurmuştur, (Buhari- Mevakıt 6. I. 134)
Namaz insanın maddi ve manevi temizliğinin vasıtası olmaktadır. Çünkü namaz kılmak için abdest almak, gerekiyorsa gusül abdesti almak suretiyle insan vücut temizliğini yapmış olur. Ayrıca elbisenin ve namaz kılınacak yerin temizlenmesi gerektiği için bir üst baş temizliği de yapılmış olur.
Vücut, elbise ve namaz kılınacak yeri temizlemek namazın şartı olduğu için namaz, kişiyi temiz olmaya mecbur eder.
D- Günahlardan ve kötülüklerden korunur:
Namaz insanın fikir, kalp, ruh ve niyet temizliğini temin eder. Kötülüklerden uzak tutar. Her türlü haram, çirkin söz, fiil ve davranışlardan uzak kalmasını sağlar. Esas itibariyle namaz insanı günah işlemekten alıkoyar. Nitekim bir ayette;
“Ey Peygamber, sana vahyedilen kitabı oku, namazı doğru kıl. Çünkü namaz, hayasızlıktan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut 29/45.)
E- Namaz kılan güçlüklere direnç gösterir:
Namaz güçlüklere direnç göstermede insanın en büyük yardımcısıdır. Nitekim Yüce Allah;
“Ey inananlar; sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” buyurmuştur. (Bakara 153)
F- Kusurların bağışlanmasına vesile olur:
Namaz müminlerin kusurlarına kefaret ve Allahın mağfiretine vesile olur. Peygamberimiz s.a.v şöyle
Buyurmuştur “Beş vakit namaz ve Cuma namazı, diğer Cuma namazına kadar, Ramazan diğer Ramazana kadar, büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, aralarında işlenen küçük günahlarına kefarettir.” (Müslim sahil-tahare 3/16. I. 209. Ahmed b. Hanbel-Müsned II. 229)
“Allah, beş vakit namazı (kullarına) farz kılmıştır. Kim abdestini güzelce alır, beş vakit namazını vaktinde kılar, rükuunu, secdesini ve huşuunu tam yaparsa, bu kimseye Allah’ın onu bağışlayacağına (ve cennete koyacağına) dair sözü vardır. Namazlarını kılmayan kimseye ise Allah’ın bir sözü yoktur. Dilerse onu bağışlar (ve cennetine koyar) dilerse ona azap eder.” (Ebu Davud- Sünen-salat 2/9 (I, 295-296)
G- Beş vakit namazını kılan kimse, kibir ve gururdan kurtulur:
Alnını secdeye koyan kimse, kul ve yaratılmış olduğunun farkına varır. Dinin haram kıldığı kibir ve gururu terk eder. Allah rızası için iş yapmaya alışır. Allah rızası için çalışanların yanında yer almayı kendine bir görev kabul eder.
H- Namaz Allah’ın bize verdiği sayısız nimetlere karşı bir şükürdür.
Namaza belki en az muhtaç olan kimse Allah’ın Resulu olduğu halde O ayakları şişene kadar namaz kılardı. Çünkü aynı zamanda namazı en iyi anlayan da yine Allah’ın Resulu idi.
Hz. Aişe annemiz O’na bir seferinde acıyarak; “Ey Allah’ın Resulu Allah senin geçmiş, gelecek bütün günahlarını bağışladığını söylüyor. Öyleyse kendini bunca yormak niye?” diye sormuş.
O da; “Şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermiştir.
Öyleyse bu hadis üzerinde şöyle bir düşünelim:
Bir peygamber Allah’a şükretmek için ayakları şişinceye kadar namaz kılıyorsa, bir insan olarak bizlerin de, Yüce Yaratıcının sonsuz nimetlerine karşı teşekkür etmemiz gerekmez mi? İşte insan da; namaz yoluyla, bu şükran borcunu ödemeye, nimetlerini nezih bir dille yâd ederek kulluk vazifesini yerine getirmeye çalışmış olur.
I- Vakitleri düzene koyar:
Namazların ayet ve hadislerde bildirilen vakitlerde kılınması Allah nezdinde kabul edilmesi için şarttır. Bir müslümanın günde beş vaktini planlaması ve namazlarını vaktinde edaya devam etmesi, otomatik olarak hayatın diğer kısımlarını ve namaz aralarındaki diğer işlerini de planlaması anlamına gelir.
Bu ise gerek uhrevi olsun, gerekse dünyevi olsun, bütün işlerin en iyi şekilde planlanması neticesini doğurur.
J- İlahi murakebe altında olduğunun farkında olur.
Peygamberimiz (s.a.v)“Gece ve gündüz melekler sizi takip ederler. Sabah ve ikindi namazlarında toplanırlar. Sonra sizinle geceleyen melekler, ilahi huzura çıkarlar. Rab’leri onlara ‘-onları en iyi bir şekilde bildiği halde –kullarımı nasıl terk ettiniz?” diye sorar. Melekler ‘onları namaz kılarken terk ettik ve namaz kılarken bulduk cevabını verirler”; demiştir. (Buhari-Mevakıt 16. I. 139)

NAMAZI HUŞU İÇİNDE KILMAK
Namazın bütün iyi etkilerini kazanmak için önemli bir şartta namazı huşu içinde kılmaktır. Bu yüzden Allah, kurtuluşa erecekler içerisinde öncelikle namazlarını huşu içinde kılanları sayar.
“Müminler, elbette kurtulacaklardır. Onlar da namazlarında huşulu dururlar, boş şeylerden yüz çevirirler, zekatlarını verirler, ırzlarını korurlar.” (Müminun 28/1-9)
Namazını huşu içinde eda eden ve namazı, hayatına hakim kılan mümin, Kur’an’da doğru yolu bulan ve kurtuluşa eren kimseler olarak ifade edilmektedir.
Namaz, irade, akıl, duygu ve bunun sonucu olarak iman sahibi bir kişi için, istemeye istemeye yerine getirmek zorunda kaldığı bir külfet değil; tam tersine, tıpkı bir aşığın maşukuna karşı duygularını anlatmak için can atması gibi zevkle ve büyük bir arzuyla yerine getirmek isteyeceği bir ibadettir. İman kalbine yerleşmiş ve gerçek mü’min niteliğini kazanmış müslümana namaz kılmak ağır ve zor gelmez.
“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara 2/45)
Yüce Allah; Kur’an’da namazı üşene üşene kılmayı ve terketmeyi münafık ve kafirlerin niteliği olarak zikretmiştir.
“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah’da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar” (Nisa 4/142)
Namazı huşu içinde kılmak; farz, vacip, sünnet ve adabına uyarak Allah’ı görüyormuş gibi ihlasla kılmaktır.
Fıkıh ve ilmihal kitaplarında namazın kılınış şekli, farzları, vacipleri, sünnetleri ve adabı detaylarıyla birlikte anlatılmaktadır. (Bakınız; İlmihal-namaz-T.D.V. yay; İlmihal-namaz-D.İ.B yay; Büyük İslam İlmihali- Ömer Nasuhi Bilmen)Müslüman olan bir kimse öncelikle ilmihal kitaplarından bunları en iyi şekilde öğrenmeli ve ta’dil-i erkana uygun olarak namazını kılmalıdır.

NAMAZIN CEMAATLE KILINMASI
Müslüman olan bir kimse mümkün olduğu kadar namazını cemaatle kılmalıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v):“Cemaatle kılınan namaz ayrı kılınan namazdan yirmi yedi derece üstündür” buyurmuştur. (Buhari-ezan 30 I, 158)Bu hadise göre cemaat halinde kılınan namazın, yalnız kılınan namaza nazaran 27 kat daha fazla sevabı vardır. Bu nisbet bir ölçüdür. Diğer hayırlı hizmetlerin ve ibadetlerin de birlik ve beraberlik halinde yapılmasının aynı şekilde kat kat fazlasıyla sevab kazandıracağına işarettir.
Öyleyse günde beş vakit Allah’ın huzuruna çıkan ve Allah’a tam olarak teslim olan her müslümanın da, tıpkı cemaatle namaz kılar gibi hak dava etrafında birleşmesi, bütünleşmesi gerekir. Ülkemizde ve dünyada Müslümanlara yapılan haksızlık ve zulümlere karşı duyarlı olmalı, hakkı tavsiye edenlerin yanında yer almalıdır. Peygamber Efendimiz, hayatı boyunca cemaate imamlık yapmış, vefatına yakın hastalandığında ise Hz. Ebu Bekir’i cemaate namaz kıldırmak için görevlendirmiş ve kendisi de cemaate katılmıştır.

NAMAZ KILMAMANIN HÜKMÜ
Bir müminin namazını kılmaması düşünülemez. Çünkü beş vakit namazı kılmamak Allah’a isyan etmektir, büyük günahtır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde namazlarını kılmayan kimselerin cezalarını çekeceklerini bildirmektedir.
“Onlardan (Peygamber ve Salih kimselerden) sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı terk ettiler ve şehvetlerine uydular. Bunlar cehennemin gayyasına atılacaklardır.” Meryem (19/59)
İbnü Abbas ve İbnü Mesud ayette geçen “gayya” kelimesinin cehennemde bir vadinin ismi olduğunu söylemişlerdir.
Bu ayet; nefsine, şehvetlerine, iş, güç ve dünya meşgalesine, oyun ve eğlenceye dalıp namazlarını kılmayanların cehennemde cezalarını çekeceklerini bildirmektedir. Çünkü dinin direği, müminin miracı olan namazı kılmayan bir insan dini görevlerinde de gevşektir. Günah bataklığına dalmış ve nefsine zulmetmiş demektir.
Namazı kılmayan bir kimse eğer namazın farz olduğuna inanmadığı ve önemsemediği için kılmıyorsa o kimse mümin değildir. Çünkü Allah’ın kesin emrine inanmamaktadır. Farz oluşuna ve önemine inandığı halde tembelliği, ihmalkârlığı ve meşguliyeti sebebiyle, şer’i bir özrü olmadan namazını kılmayan kimse büyük günaha girmiş olur. Aşağıda zikrettiğimiz bazı hadislerin ifade ettiği mana budur.
“Kim ikindi namazını terk ederse ameli boşa gider.” (Buhari, Mevakud 15, I, 138)
“Namazı kasten terk etmeyin. Kim kasten namazı terk ederse Allah’ın ve Resulunun zimmetinden berî olur.” (Ahmed IV. 421)
“Peygamberimiz (s.a.v) birgün namazdan söz etmiş ve şöyle demiştir:
“Kim namazına devam ederse bu namaz kıyamet gününde onun için (karanlığa karşı) nur, (doğruluğuna) delil ve azaptan kurtuluşu olur. Kim namazına devam etmezse, onun nuru, delili ve kurtuluşu olmaz. O kimse kıyamet gününde, Karun, Firavun, Haman ve Ubey İbn-ü Half ile beraber olur.” Ahmed II 169.
İslam âlimleri; “bu hadislerdeki ifadelerin bu kadar ağır olmasını, müminleri namazı terk etmekten sakındırmayı amaçladığı içindir” diyerek açıklamışlardır.
İnkar, şirk, nifak, tekzip (ayetleri yalanlama) hariç diğer büyük günahları işleyen kimse kâfir ve münafık olmaz, imandan çıkmaz. Bu kimse tövbe etmeden ölürse işi Allah’a kalır. Allah dilerse affeder, dilerse suçu nispetinde cezalandırır. Sonra da imanı sebebiyle cennete koyar.
Namazlarını kılmayan kimseler, diğer günahlardan da korunamazlar. İşlediği günahlar kalbini karartır ve dinden soğumalarına sebep olabilir. Bu sebeple mümin beş vakit namazını ihlaslı ve devamlı olarak kılması gerekir.
Yüce Allah namazlarını kılanlara ise, merhamet, bağış ve tükenmez rızık, cennet ve kendi rızasını vaat etmiş, namaz kılan müminlerin müjdelenmesini istemiştir. Çünkü namaz, müminin hayatına çeki düzen verir; onu her türlü çirkinliklerden, haram ve yasakları işlemekten men eder.

SONUÇ
İnsanın yaratılış gayesi olan “ibadet” görevini yerine getirebilmesi için her şeyden önce iman etmesi, Allah ve Peygamberine itaat etmesi ve özellikle ibadetlerin başı olan beş vakit namazı vaktinde ve huşu içinde kılması gerekir. Bu Allah’ın kesin emridir. Allah’ın bu emrine uyup namazını kılan O’nun rızasını ve cennetini kazanır; uymayan ise O’na isyan etmiş, büyük günaha girmiş, nefsine zulmetmiş ve kendisini ilahi cezaya maruz bırakmış olur.

Konuyla İlgili Bazı Ayetler

يَا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.”[1]İman kalbine yerleşmiş ve gerçek mü’min niteliğini kazanmış bir müslümana namaz kılmak ağır ve zor gelmez
“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.”[2]Mümin, namazlarına müdavimdir. Namazlarını zevkle ve isteyerek kılar.
“Ancak, namaz kılanlar başka. Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir. .”[3] Yüce Allah, Kur’ân’da, namazı üşene üşene kılmayı ve terk etmeyi münafık ve kafirlerin niteliği olarak zikretmiştir.
“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.”[4]
“Harcamalarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah’ı ve Rasûlü’nü inkar etmeleri, namaza ancak üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur.”[5]
“Yoksula yedirmezdik.”[6]Yüce Allah, namaz kılanlara mükafatlarını bir çok Ayet-i Kerime’de ifade buyurmuşlardır: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[7]“Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.”[8]“Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır. Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. “Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler): “Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!”[9] (Ayrıca bkz. Nisa, 4/162; Tevbe, 9/72; Hac,22/34-35; Neml, 27/2-3.)Namaz, mü’minin hayatına çeki düzen verir; onu her türü çirkinliklerden, haram ve yasakları işlemekten men eder.“(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.”[10]

Konuyla İlgili Bazı Hadisler

Namazın İnsana Kazandırdıkları:
Bunlardan bazılarını zikretmek istiyoruz: Namaz kılan kimse maddî ve manevî kirlerden temizlenir. Peygamberimiz (a.s.), beş vakit namazını kılan kimseyi günde beş defa bir nehirde yıkanan kimseye benzetmiştir:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ ‏"‏ أَرَأَيْتُمْ لَوْ أَنَّ نَهَرًا بِبَابِ أَحَدِكُمْ، يَغْتَسِلُ فِيهِ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسًا، مَا تَقُولُ ذَلِكَ يُبْقِي مِنْ دَرَنِهِ ‏"‏‏.‏ قَالُوا لاَ يُبْقِي مِنْ دَرَنِهِ شَيْئًا‏.‏ قَالَ ‏"‏ فَذَلِكَ مِثْلُ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ، يَمْحُو اللَّهُ بِهَا الْخَطَايَا ‏"‏‏.‏
“Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir ırmak olsa ve burada günde beş defa yıkansa bu kimsede hiç kir bırakır mı? (Sahabenin):“Hayır hiç bir kir bırakmaz’ diye cevap vermeleri üzerine Peygamberimiz:
“İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, bu sebeple günahları temizler, yok eder”[11]. Buyurdular.
Namaz kılan kimse, Rabbi ile ve meleklerle beraber olduğunu bilir.Bu konuda Peygamberimiz (a.s.)’ın şu hadisi oldukça dikkat çekicidir:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏"‏ يَتَعَاقَبُونَ فِيكُمْ مَلاَئِكَةٌ بِاللَّيْلِ وَمَلاَئِكَةٌ بِالنَّهَارِ، وَيَجْتَمِعُونَ فِي صَلاَةِ الْفَجْرِ وَصَلاَةِ الْعَصْرِ، ثُمَّ يَعْرُجُ الَّذِينَ بَاتُوا فِيكُمْ، فَيَسْأَلُهُمْ وَهْوَ أَعْلَمُ بِهِمْ كَيْفَ تَرَكْتُمْ عِبَادِي فَيَقُولُونَ تَرَكْنَاهُمْ وَهُمْ يُصَلُّونَ، وَأَتَيْنَاهُمْ وَهُمْ يُصَلُّونَ ‏"‏‏.‏
“Gece ve gündüz melekleri sizi takip ederler. Sabah ve ikindi namazlarında toplanırlar. Sonra sizinle geceleyen melekler, ilâhî huzura çıkarlar. Rab’leri onlara, “-onları en iyi bir şekilde bildiği halde- kullarımı nasıl terk ettiniz?” diye sorar. Melekler, “Onları namaz kılarken terk ettik ve namaz kılarken bulduk.” cevabını verirler”[12]
Namaz müminlerin kusurlarına keffâret ve Allah'ın mağfiretine vesile olur.
Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ يَقُولُ ‏"‏ الصَّلَوَاتُ الْخَمْسُ وَالْجُمُعَةُ إِلَى الْجُمُعَةِ وَرَمَضَانُ إِلَى رَمَضَانَ مُكَفِّرَاتٌ مَا بَيْنَهُنَّ إِذَا اجْتَنَبَ الْكَبَائِرَ ‏"‏ ‏.
“Beş vakit namaz ve Cuma namazı diğer Cuma namazına kadar, Ramazan, diğer Ramazana kadar büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde aralarında işlenen küçük günahlara keffarettirler”,[13]

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الصُّنَابِحِيِّ، فَقَالَ عُبَادَةُ بْنُ الصَّامِتِ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ ‏"‏ خَمْسُ صَلَوَاتٍ افْتَرَضَهُنَّ اللَّهُ تَعَالَى مَنْ أَحْسَنَ وُضُوءَهُنَّ وَصَلاَّهُنَّ لِوَقْتِهِنَّ وَأَتَمَّ رُكُوعَهُنَّ وَخُشُوعَهُنَّ كَانَ لَهُ عَلَى اللَّهِ عَهْدٌ أَنْ يَغْفِرَ لَهُ وَمَنْ لَمْ يَفْعَلْ فَلَيْسَ لَهُ عَلَى اللَّهِ عَهْدٌ إِنْ شَاءَ غَفَرَ لَهُ وَإِنْ شَاءَ عَذَّبَهُ ‏"‏ ‏.‏

“Allah, beş vakit namazı (kullarına) farz kılmıştır. Kim abdesti güzelce alır, beş vakit namazı vaktinde kılar, rükûunu, ve huşûunu tam yaparsa bu kimseye Allah’ın onu bağışlayacağı (ve cennete koyacağına) dair ahdi (sözü) vardır. Böyle yapmayan kimseye ise Allah’ın bir sözü yoktur. Dilerse onu bağışlar (ve cennetine koyar), dilerse ona azap eder.”[14]

Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar
1- İlmihal, Namaz, I/217-378, T.D.V. yay. Ankara-2004
2- İlmihal, Namaz, D.İ.B. yay.
3- Büyük İslam İlmihali, Namaz, Ö Nasuhi BİLMEN
4- İsmail Karagöz'ün Namazların Kısaltılarak ve Birleştirilerek Kılınması Seferilik ve Hükümleri, Hakses, Yay. Ankara,
5- Namazları Dosdoğru Kılabilmek (Diyanet Aylık Dergisi, Mayıs, 2003
6- Mukayeseli İbadetler İlmihali, Vecdi AKYÜZ
[1] Bakara, 2/153
[2] Bakara, 2/45
[3] Me’aric, 70/22-23
[4] Nisa, 4/142
[5] Tevbe, 9/54
[6] Müddessir, 74/43
[7] Tevbe, 9/71
[8] Enfal, 8/3-4
[9] Ra’d, 13/22-24; Mü’minun, 23/1-2,9-11
[10] Ankebut, 29/45
[11] Buhârî, Sahih, Mevâkîtu’s-Salâti, 9/ 6. ( I, 134.)
[12] Buhârî, Mevâkît, 9/16. (I, 139.)
[13] Müslim, Sahih,Tahâre, 3/16. (I, 209.); Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 229.
[14] Ebû Dâvûd, Sünen, Salat, 2/9. (I, 295-296.)





Resmi Büyütmek İçin Tıklayınız

İSLAM'DA AİLE

İSLAM'DA AİLE
İslam’da aile sosyal bir kurum olduğu kadar aynı zamanda dini bir mahiyette taşır. Nikahlanıp aile yuvası kurmak, hac gibi mali ve bedeni bir ibadettir.
İslam, aileye önem vermiştir. Çünkü aile, toplumun temel taşıdır. Toplumlar ailelerden oluşur. Aile sağlam olursa toplum da sağlam olur. Aile ise evlenmekle kurulur. İslam'da nikah dışı ilişkiler şiddetle yasaklanmıştır. Neslin temiz bir şekilde devamı, insanın huzur ve saadet içinde yaşaması için aile fevkalade önemlidir.
Allah insanı en güzel şekilde yaratmış, akıl gibi üstün bir yetenek vermiş ve onu yeryüzünde dinini uygulayacak halifesi olarak tayin etmiştir. İnsanın kendini ortaya koyabilmesi, kendinden beklenilen kulluk ve halife görevini yerine getirebilmesi için dayanışma ve yardımlaşmaya ihtiyacı vardır.Bu da aile ile gerçekleşir. rوَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً Hatırla ki Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dedi. (Bakara,30) İnsanın kendini şehevi arzulardan ve kötülüklerden koruması da aile içinde daha kolay olur. قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا خَابَ مَن دَسَّاهَ Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir, Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir. (Şems,10) Efendimiz (s.a.v.) de, evlenen dininin yarısını korumuş olur. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun” buyurmuştur.
Aile; medenî, hukukî ve manevî kişiliği olan bir grup fertten müteşekkil bir topluluktur. Bu topluluğun ilk çekirdeğini, meşru evlilik ve nikâh akdi ile aralarında karı-kocalık bağı oluşan ve ardından yeni birtakım görev ve haklara sahip olan bir kadın ile bir erkek oluşturur. Bu topluluğun üyeleri arasında akrabalık bağı oluşur ve birtakım kanunî, ahlâkî ve duygusal ilişkilere sahip olurlar.
Aile, bir milleti millet yapan milli ve manevi değerlerin, gelenek ve göreneklerin öğrenildiği bir okuldur. Allah'a, vatan ve millete karşı borçlu olduğumuz vazifeler önce burada öğrenilir. Küçükler ailede büyüklerin davranışlarını görerek taklit eder, devamlı olarak gördüğü hareketler ruhunda iyice yerleşir ve alışkanlık haline gelir. Böylece çocuğun ahlaki yapısı ve kişiliği oluşur.

1. İslam evlenmeye teşvik eder:

وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Aranızdaki bekârları, evlenmeye elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lutfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lutfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. Kuranda böyle buyrulduğu gibi Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur.
Dört şey peygamberin sünnetlerindendir: “Kına yakınmak, koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek.” (Tirmizi, Nikah, 1)Peygamber Efendimiz iyi mümin olmamızı, iyi birer Müslüman olarak yaşamamızı ister. Bunun için de çeşitli yollar göstermiştir. Konumuz itibariyle evliliği de; iyi bir Müslüman olmanın yollarından biri, diye gösterir. İyi bir mümin olabilmek için evlenmeyi tavsiye eder, gerekli bulur. Şöyle buyurur: ‘İnsan evlendiği zaman imanının yarısını iyileştirir. Geri kalan yarısını iyileştirmek, mükemmelleştirmek de Allah’a karşı gelmekten sakınmaktır’. Demek ki aile yuvası kurmak, iyi bir mümin olmanın ilk şartıdır.
“Kul evlendiği vakit dininin yarısını tamamlamış olur. Artık geri kalan yarısında da Allah’a karşı gelmekten kaçınsın.” (el-Münziri, et-Tergib ve’t Terhib, c.III, s.42 (Hadisi Beyhaki rivayet etmiştir.)

3. Eş seçiminde ölçü:
Hz. Peygamber (s.a.v.) “ Kadın genelde dört özeliği için nikah edilir: Malı için, soyu için, güzelliği için, dini için. Sen dindar olanını seç ki varlığın artsın. (Buhari,Nikah,15;Müslim,Rida,15) buyurmuştur.
Allah dinini yaşamaya birinci derecede önem verenlere, hem dünya hem de ahiret nimetleri verir. En iyi nimet de iyi ahlaklı bir eştir. Fakir olarak evlendiği halde zengin olan nice insanlar tanırız. Çünkü Allah evlenene ve ev yapana yardım eder. Aynı şekilde zengin olarak evlendiği halde fakir düşen veya ahlakın bozukluğundan dolayı yıkılan yuvaları da duymuşuzdur.

4. Aileyi Korumanın Önemi
Günümüzde aile bağları son derece zayıflamıştır. Bir takım dış güçler, siyonistler ve misyonerler silah zoruyla ulaşamadıkları emellerine toplumu bozarak, ahlakından ve maneviyatından uzaklaştırarak ulaşmak istemektedirler. Bu işe aileden başlamak zorundadırlar. Zira aile bağlarından koparılan ve yalnızlığa itilen insanları bilhassa gençleri, kandırmak, şeytani oyunlarına alet etmek daha kolaydır. Son birkaç yıl içinde misyonerlerin tuzağına düşen gençlerimizin sayısı son derece artmıştır.
Bunun için, televizyon dizileriyle Internet ile, toplum içine yayılan olumsuz fikirlerle, gençler evlenmekten uzaklaştırılıyor. TV programlarında sürekli aile mahremiyetleri ortaya döküldüğü için, olumsuzluklar abartıldığı için, gençler, “bekarlık sultanlıktır” safsatasına tutunuyorlar. Bu şekilde, özellikle genç erkekler çok kolaylıkla zina tuzağına düşüyorlar. Tahribat bununla da bitmiyor. Son yıllarda çıkarılan kanunlarla, boşanma kolaylaştırılıyor, zina suç olmaktan çıkarılıyor.
Türkiye’de son on yılda yapılan evliliklerin yüzde yetmişi boşanmayla sonuçlanmıştır. Bu acı tablo değerlerimizden ne kadar uzaklaştığımızın işaretidir. Bugün toplumun içine düştüğü ahlaki çöküntüyü durdurmak istiyorsak işe aileden başlamalıyız. Çünkü fertler önce aile içinde yetişmekte ve eğitim almaktadır. Öncelikle evlatlarımızı Allah rızası için insanlığa hizmet, kısa adıyla cihat şuuru içinde yetiştirmeliyiz. Ben okuyup, meslek edinip, çok para kazanayım, havalı ve zengin bir eş bulayım şeklindeki maddeci anlayıştan çocuklarımızı korumalıyız. Bunun yerine meslek edinip Allah için bütün insanlığa faydalı olmalıyım fikrini yerleştirmeliyiz. Allah rızası için, harama bakmaktan kendini korumak için gençlerimizin evlenmelerini teşvik etmeliyiz.
Böylece şuurlu Müslüman olarak yetiştirdiğimiz evlatlarımızın yine şuurlu bir kimse ile evlenmelerini temin etmeliyiz. Bu onların hem dünyalarını hem ahiretlerini imar etmeleri için çok önemlidir.
Ayrıca çocuk sahibi olmayı ve yetiştirmeyi de teşvik etmek durumundayız. Efendimiz (s.a.v.), ahirette diğer ümmetlere karşı kendi ümmetinin çokluğu ile övüneceğini bildirmiştir.
Bugün siyonizmi kurarak, dünya hakimiyetini ele geçirmeye çalışan, Yahudiler, en büyük düşman olarak gördükleri Müslümanları yok etmek için canla başla çalışıyorlar.
Bunun için bir taraftan Müslümanlara soykırım uyguluyorlar. Bir taraftan da doğum kontrolünü Müslüman ülkelerde yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Oysa kendileri dünyada en çok çocuk sahibi olan kimselerdir. İslam ailenin korunması için çok sıkı tedbirler almıştır. Bunlardan bir kısmı özetle şunlardır:

a. Aile sevgi ve huzur yuvası olmalıdır.
Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de aile içinde sevgi ve merhameti tavsiye ve teşvik eder.
وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّن بُيُوتِكُمْ سَكَنًا
“Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı “ (Nahl, 80)
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا
“Sizi bir tek candan (Âdem'den) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini (Havva'yı) yaratan O'dur.” (A'raf, 189)
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rûm,21)
Peygamber Efendimize biri gelir; “Ya Resulallah! Ben falanı seviyorum” der. Efendimiz ona bir soruyla cevap verir: ‘Ona sevdiğini söyledin mi?’ Şahıs; ‘Hayır, söylemedim ya Resulallah’ diye cevap verir. Hz. Peygamber (s.a.v.); ‘Öyleyse kalk git, ona sevdiğini söyle’ buyurur. Bu herkes için bir hayat düzenidir. Sevdiği, taktir ettiği, dindarlığı sebebiyle hayran kaldığı bir kimseye, arkadaşına, dostuna, hayat arkadaşına, kendi çocuklarına, çocukların annesine, babasına, sevgilerini ifade etmeleri gerekir. Mutluluk böyle meydana gelir.
Efendimiz (s.a.v.), kızı Zeynep’in yavrusu Ümame’yi bir gün omzuna bindirir ve Mescid-i Nebevi’ye gider. Hiç görülmüş bir şey değil. Kız çocuğunu omzuna bindirecek, camiye gidecek... millet ona hayret eder. Efendimiz camiye gelir ve mihraba çıkar. Namaz vaktinde Ümame Efendimizin omzundayken namaza durur. Rüku’a ve secdeye varırken çocuğu yere indirir, tekrar ayağa kalkarken omzuna alır. O gün, Ashab-ı kiram sevgiyi gösterme ve kız çocuğu hakkında, bundan yeteri kadar ders çıkarır. Eğer bugün bizim hayatımızda, evlilik hayatımızda bir düzensizlik varsa, bir mutsuzluk varsa, bir bozukluk varsa bunun tek sebebi Efendimiz (s.a.v.)’in bu konularda bize verdiği talimata yeterince uymayışımızdandır. Yavrularımıza çocukluktan itibaren değer vermeyişimizdendir, onları yeterince sevmeyişimizdendir. Yüce Rabbimden bu konuta lütufta bulunmasını ve gönlümüzü yavrularımızın, eşlerimizin, sevdiklerimizin ve özellikle de Resulullah Efendimizin muhabbetiyle doldurmasını niyaz ederim.

2-Eşler birbirinin iffetini korumalıdır.

وَأُحِلَّ لَكُم مَّا وَرَاء ذَلِكُمْ أَن تَبْتَغُواْ بِأَمْوَالِكُم مُّحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ
“ Kadınları iffetli yaşamanız zina işlememeniz şartıyla mehirlerini vererek nikahlamanız size helal kılındı.” ( Nisa, 24 ) Ayetin erkeklere hitap ediyor olması ve iffeti korumayı emretmesi dikkat çekicidir. Kişinin iffetini korumasına evlilik yardımcı olacaktır. Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur. “Mü'min, Allah korkusundan ve O'na itaatten sonra, iyi bir kadından yararlandığı kadar hiçbir şeyden yararlanmamıştır. Çünkü eşine emretse sözünü dinler, yüzüne baksa sevinç duyar, üzerine yemin etse, yeminini doğru çıkarır, dışarı gitse, kendisinin bulunmadığı sırada iffetini ve kocasının malını korur." (İbn Mace,Nikah,5.)

3-Eşler birbirlerini cehennem yakıtı olmaktan korumalıdırlar.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.(Tahrîm, 6)Hz. Ömer : “Ya Resulallah! Kendimizi koruyabiliriz ama ailemizi nasıl koruyabiliriz?” diye sorunca, Resulullah (s.a.v.): “Allah’ın size yasakladığı şeylerden onları engellersiniz, Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu onları korumak olur. “ buyurmuştur.

4-Eşler birbiri ile iyi geçinip anlaşmalı ve barış içinde olmalıdır.

وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا “…Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (bilin ki), Allah’ın, hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.” (Nisa, 19)
وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
“…Anlaşma daima hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah’tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 128)
Efendimiz (sav) de hadislerinde iyi geçimi tavsiye eder: لا يَفْرَكْ مُؤْمِنٌ مُؤْمِنَةً إِنْ كَرِه مِنها خُلقاً رضِيَ مِنْها آخَرَ
“Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir. ” (Müslim, Radâ`, 61 (II, 1091).
عن عَمْرو بنِ الأَحْوَصِ الجُشميِّ رضي اللَّه عنه أَنَّهُ سمِعَ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم في حَجِّةِ الْوَداع يقُولُ بعد أَنْ حَمِدَ اللَّه تعالى ، وَأَثنَى علَيْهِ وذكَّر ووعظَ ، ثُمَّ قال: « أَلا واسْتَوْصوا بِالنِّساءِ خَيْراً ، فَإِنَّمَا هُنَّ عَوانٍ عَنْدَكُمْ لَيْس تمْلكُونَ مِنْهُنَّ شَيْئاً غيْرَ ذلِكَ إِلاَّ أَنْ يأْتِينَ بِفَاحشةٍ مُبيِّنةٍ ، فإِنْ فَعلْنَ فَاهْجُروهُنَّ في المضَاجعِ ، واضْربُوهنَّ ضَرْباً غيْر مُبرِّحٍ ، فإِنْ أَطعنَكُمْ فَلا تبْغُوا عَلَيْهِنَّ سبيلا ، أَلا إِنَّ لَكُمْ عَلَى نِسائِكُمْ حَقًّا ، ولِنِسائِكُمْ عَلَيْكُمْ حقًّا، فَحَقُّكُمْ عَلَيْهنَّ أَن لا يُوطِئْنَ فُرُشكمْ منْ تَكْرهونَ ، وَلا يأْذَنَّ في بُيُوتكمْ لِمن تكْرهونَ ، أَلا وحقُّهُنَّ عَلَيْكُمْ أَن تُحْسنُوا إِليْهنَّ في كِسْوتِهِنَّ وَطعامهنَّ».
Amr İbni Ahvas el–Cüşemî radıyallahu anh, Vedâ haccı’nda Peygamber aleyhisselâm’ı dinlediğini, Allah’a hamd ü senâ edip halka öğüt verdikten sonra Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu söylemektedir:
“Ashâbım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyetimi tutunuz. Zira onlar sizin idarenize ve himâyenize verilmişlerdir. Kesin olarak bildiğiniz bir ahlâksızlık yapmadıkları takdirde, onlar üzerinde zorbalık kurmaya hakkınız yoktur. Eğer ahlâk dışı bir hareket yaparlarsa, onları yataklarında yalnız bırakın. Bir yerlerini incitmeyecek şekilde tedip edin. Şayet size itaat ederlerse, artık onlara zarar verecek bir şey yapmayın. Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan korumaları, istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır. Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyim kuşam ve yeme içme konularında kendilerine iyi imkânlar sağlamanızdır. ”(Tirmizî, Radâ` 11 (III, 467); İbni Mâce, Nikâh, 3 (I, 594).Hz. Ömer (r.a.) eşini sevmediği için boşamak isteyen birisine: “Yazık sana, yuvalar sadece sevgi temeline mi dayanır? Sorumluluk ve fedakarlık duygusu nerede?” diye kızmıştır.

5-Eşler birbirini olgunlaştırmalı, eksiklerini ve kusurlarını gidermelidir.

هُنَّ لِبَاسٌ لَّكُمْ وَأَنتُمْ لِبَاسٌ لَّهُنَّ “…Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü hükmündesin. (Bakara, 187) Eşler birbirleriyle bütünleşirler. Elbisenin ayıpları örtmesi, soğuk ve sıcaktan koruması gibi, eşlerden her biri diğerinin halini gizleyip örter, namusunu korur, günahlardan muhafaza eder. Aile sırlarını asla bir başkasına anlatmaz, güzellikle, eşiyle konuşarak problemleri halletme yoluna gider.Eşler birbirini olgunlaştırıp, eksiklerini ve kusurlarını giderirken Emir vermek, gözdağı vermek, nutuk çekmeye kalkmak, sorguya çekmek, ben bilirim havasına girmek, yargılamak, suçlamak gibi olumsuz davranışlardan uzak durmalıdırlar.

6-Ailede, sorumluluk, yardımlaşma ve dayanışma güçlü olmalıdır.
Efendimiz (s.a.v.)’in aile fertlerinin sorumluluklarını anlatan birçok hadisi vardır. “Sizin en hayırlınız ailesine en hayırlı olanınızdır.” (İbni Mace,Sünen, Nikah 50) “Kişi, Allah rızasını düşünerek aile fertleri için bir harcama yaparsa sadaka sevabı elde etmiş olur.” (Nevevi, Riyazu’s-Salihin, Hadis no: 292) “Kişiye, idaresi altındakilere bakmayıp ihmal etmesi günah olarak yeter.” (Nevevi, Riyazu’s-Salihin, Hadis no: 293) عن مُعَاويَةَ بنِ حَيْدةَ رضي اللَّه عنه قال : قلتُ : يا رسول اللَّه ما حَقُّ زَوْجَةِ أَحَدنَا عَلَيْهِ ؟ قال : « أَن تُطْعمَها إِذَا طَعِمْتَ ، وتَكْسُوهَا إِذَا اكْتَسيْتَ ولا تَضْربِ الْوَجهَ، وَلا تُقَبِّحْ ، ولا تَهْجُرْ إِلاَّ في الْبَيْتِ ».
Muâviye İbni Hayde radıyallahu anh şöyle dedi: Yâ Resûlallah! Kadınlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu: ”Yediğiniz ölçüde yedirmek, giydiğiniz seviyede giydirmek, yüzlerine vurmamak, yaptıkları işin ve kendilerinin çirkin olduğunu söylememek, onları yataklarında yalnız bırakmak gerekirse, bu işi sadece evde yapmaktır. ”(Ebû Dâvûd, Nikah, 42 (II, 606); İbni Mâce, Nikâh, 3 (I,593-594)
.أَكْمَلُ المُؤْمنين إِيمَاناً أَحْسنُهُمْ خُلُقاً ، وَخِياركُمْ خيارُكم لِنِسَائِهِم
“Mü’minlerin îmân bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır. ”(Tirmizî, Radâ`, 11 (III, 466); İbni Mâce, Nikâh, 50 (I, 636).
« لاَ تَضْربُوا إِمَاءَ اللَّهِ » فَجاءَ عُمَرُ رضي اللَّه عنه إلى رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، فَقَالَ : ذَئِرْنَ النِّساءُ عَلَى أَزْواجهنَّ ، فَرَخَّصَ في ضَرْبهِنَّ فَأَطاف بِآلِ رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم نِساءٌ كَثِيرٌ يَشْكونَ أَزْواجهُنَّ ، فقال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « لَقَدْ أَطَافَ بآلِ بَيْت مُحمَّدٍ نِساءٌ كَثيرِ يشْكُونَ أَزْوَاجَهُنَّ لَيْسَ أُولِئك بخيارِكُمْ »
Aile içinde en önemli sorumluluk çocukların eğitimidir. “Kişinin çocuğunu eğitmesi sadaka vermesinden daha üstün bir ibadettir.”(Tirmizi, Birr, 33)
Ailenin her bir ferdi, aile birliğini koruma ve kollama, üzerine düşen sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirme ve aile menfaatlerine öncelik verme hususlarından sorumlu bulunmaktadırlar.
Peygamber Efendimiz kızı Fatıma ile evlenmek isteyen Hz. Ali’ye buyuruyor ki, “Fatıma ile iyi geçinmek şartıyla o senindir”.
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا
(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! Derler. (Furkân suresi 74. ayet)Biz Müslümanlar hem bu dünyada hem ahirette saadet istiyorsak, ailemize sahip çıkmak zorundayız. Aile içi problemler ancak İslam’ın emirlerine uymakla en aza indirilebilir. Efendimiz (sav)in ailesi bize en güzel örnektir. Yüce Rabbim bizlere iki cihanda saadet nasip etsin.

Konuyla Alakalı Bazı Ayetler


وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır." (Rûm, 30/21) ِ
وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُو “Onlarla iyi geçinin.” (Nisa, 4/19)

Konuyla Alakalı Bazı Hadisler

جاء ثلاث رهط إلى بيوت أزواج النبي صلى الله عليه وسلم، يسألون عن عبادة النبي صلى الله عليه وسلم، فلما أخبروا كأنهم تقالوها، فقالوا: أين نحن من النبي صلى الله عليه وسلم؟ قد غفر الله له ما تقدم من ذنبه وما تأخر، قال أحدهم: أما أنا فإني أصلي الليل أبدا، وقال آخر: أنا أصوم الدهر ولا أفطر، وقال آخر: أنا أعتزل النساء فلا أتزوج أبدا، فجاء رسول الله صلى الله عليه وسلم فقال: (أنتم الذين قلتم كذا وكذا؟ أما والله أتي لأخشاكم لله وأتقاكم له، لكني أصوم وأفطر، وأصلي وأرقد، وأتزوج النساء، فمن رغب عن سنتي فليس مني).
Üç kişilik bir heyet, Resulullah'ın yanına gelerek, onun ibadetini sordular. Kendilerine Allah Resulü'nün ibadeti hakkında bilgi verilince, -Onun ibadetini az bulacaklar ki şöyle dediler: "Resulullah ile biz bir olabilir miyiz! Onun geçmişteki ve gelecekteki günâhlârı bağışlanmıştır. İçlerinden biri tüm geceyi namaz kılmakla geçireceğini, diğeri devamlı oruç tutacağını ve üçüncüsü de kadınlara yaklaşmayacağını ifade ettiler." Daha sonra Resulullah (s.a.s.) bu durumu öğrenince onları çağırıp şöyle buyurdu: "Allah'a yemin olsun ki ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve O'ndan en fazla sakınanız; fakat zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp yatarak istirahatta bulunurum; kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden (benim ümmetimden) değildir." (Buhari, Nikâh, VI, 116)
يا معشر الشباب من استطاع منكم الباءة فليتزوج، ومن لم يستطع فعليه بالصوم فإنه له وجاء
"Ey gençler, sizden evlenmeye gücü yeten kimse hemen evlensin; zira evlilik gözü haramdan en iyi koruyan ve tenasül uzvunun en sağlam kalesidir. Evlenmeye imkânı olmayan ise oruç tutsun; zira oruç şehveti kırmaktadır.(Buhâri, Nikâh, 2-3 (VI, 117); Müslim, Nikâh, 1 (II, 1018ك
اسْتوْصُوا بِالنِّساءِ خيْراً ، فإِنَّ المرْأَةَ خُلِقَتْ مِنْ ضِلَعٍ ، وَإِنَّ أَعْوجَ ما في الضِّلعِ أَعْلاهُ ، فَإِنْ ذَهبتَ تُقِيمُهُ كَسرْتَهُ ، وإِنْ تركتَهُ ، لمْ يزلْ أَعوجَ ،فاستوْصُوا بِالنِّسَاءِ ». وفي رواية في الصحيحين:« المرْأَةُ كالضلعِ إِنْ أَقَمْتَها كسرْتَهَا ، وإِنِ استَمتعْت بِهَا،اسْتَمتعْت وفِيها عَوجٌ » . وفي رواية لمسلمٍ : « إِنَّ المرْأَةَ خُلِقتْ مِن ضِلَعٍ ، لَنْ تَسْتقِيمَ لكَ علَى طريقةٍ ، فَإِنْ استمتعْت بِهَا ، اسْتَمتَعْتَ بِهَا وفِيها عَوجٌ ، وإِنْ ذَهَبْتَ تُقيمُها كسرتَهَا ، وَكَسْرُهَا طلاقُها “Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyetimi tutunuz. Zira kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz. ”(Buhârî, Nikâh, 80 (VI, 145); Müslim, Radâ’, 60 (II, 1091).
عن عبد اللَّه بن زَمْعَةَ رضي اللَّهُ عنه ، أَنه سمعَ النبيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يخْطُبُ ، وذكَر النَّاقَةَ والَّذِى عقَرهَا ، فقال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إِذِ انْبعث أَشْقَاهَا » انْبعثَ لَها رَجُلٌ عزِيزٌ، عارِمٌ منِيعٌ في رهْطِهِ » ثُمَّ ذكَرَ النِّساءَ ، فَوعظَ فِيهنَّ ، فَقالَ : « يعْمِدُ أَحَدكُمْ فيجْلِدُ امْرأَتَهُ جلْد الْعَبْدِ فلَعلَّهُ يُضاجعُهَا مِنْ آخِر يومِهِ » ثُمَّ وَعَظهُمْ في ضحكهِمْ مِن الضَّرْطَةِ وقال : «لِمَ يضحكُ أَحَدَكُمْ مِمَّا يفعلُ ؟ ».Abdullah İbni Zem`a radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm’ı birgün hutbe okurken dinledi. Kadınlardan bahsetti. Onlar hakkında nasihat ederek şöyle buyurdu:“Sizden biriniz karısını köleyi döver gibi dövmeye kalkışıyor. Belki de o akşam onunla aynı yatakta yatacaktır.”(Buhârî,Tefsîrusûre(91)1 (VI, 83); Müslim, Cennet, 49 (III, 219
عن عَمْرو بنِ الأَحْوَصِ الجُشميِّ رضي اللَّه عنه أَنَّهُ سمِعَ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم في حَجِّةِ الْوَداع يقُولُ بعد أَنْ حَمِدَ اللَّه تعالى ، وَأَثنَى علَيْهِ وذكَّر ووعظَ ، ثُمَّ قال: « أَلا واسْتَوْصوا بِالنِّساءِ خَيْراً ، فَإِنَّمَا هُنَّ عَوانٍ عَنْدَكُمْ لَيْس تمْلكُونَ مِنْهُنَّ شَيْئاً غيْرَ ذلِكَ إِلاَّ أَنْ يأْتِينَ بِفَاحشةٍ مُبيِّنةٍ ، فإِنْ فَعلْنَ فَاهْجُروهُنَّ في المضَاجعِ ، واضْربُوهنَّ ضَرْباً غيْر مُبرِّحٍ ، فإِنْ أَطعنَكُمْ فَلا تبْغُوا عَلَيْهِنَّ سبيلا ، أَلا إِنَّ لَكُمْ عَلَى نِسائِكُمْ حَقًّا ، ولِنِسائِكُمْ عَلَيْكُمْ حقًّا، فَحَقُّكُمْ عَلَيْهنَّ أَن لا يُوطِئْنَ فُرُشكمْ منْ تَكْرهونَ ، وَلا يأْذَنَّ في بُيُوتكمْ لِمن تكْرهونَ ، أَلا وحقُّهُنَّ عَلَيْكُمْ أَن تُحْسنُوا إِليْهنَّ في كِسْوتِهِنَّ وَطعامهنَّ».
Amr İbni Ahvas el–Cüşemî radıyallahu anh, Vedâ haccı’nda Peygamber aleyhisselâm’ı dinlediğini, Allah’a hamd ü senâ edip halka öğüt verdikten sonra Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu söylemektedir:
“Ashâbım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyetimi tutunuz. Zira onlar sizin idarenize ve himâyenize verilmişlerdir. Kesin olarak bildiğiniz bir ahlâksızlık yapmadıkları takdirde, onlar üzerinde zorbalık kurmaya hakkınız yoktur. Eğer ahlâk dışı bir hareket yaparlarsa, onları yataklarında yalnız bırakın. Bir yerlerini incitmeyecek şekilde tedip edin. Şayet size itaat ederlerse, artık onlara zarar verecek bir şey yapmayın. Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan korumaları, istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır. Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyim kuşam ve yeme içme konularında kendilerine iyi imkânlar sağlamanızdır. ”(Tirmizî, Radâ` 11 (III, 467); İbni Mâce, Nikâh, 3 (I, 594).
عن مُعَاويَةَ بنِ حَيْدةَ رضي اللَّه عنه قال : قلتُ : يا رسول اللَّه ما حَقُّ زَوْجَةِ أَحَدنَا عَلَيْهِ ؟ قال : « أَن تُطْعمَها إِذَا طَعِمْتَ ، وتَكْسُوهَا إِذَا اكْتَسيْتَ ولا تَضْربِ الْوَجهَ، وَلا تُقَبِّحْ ، ولا تَهْجُرْ إِلاَّ في الْبَيْتِ ».
Muâviye İbni Hayde radıyallahu anh şöyle dedi: Yâ Resûlallah! Kadınlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu: ”Yediğiniz ölçüde yedirmek, giydiğiniz seviyede giydirmek, yüzlerine vurmamak, yaptıkları işin ve kendilerinin çirkin olduğunu söylememek, onları yataklarında yalnız bırakmak gerekirse, bu işi sadece evde yapmaktır. ”(13) (13) Ebû Dâvûd, Nikah, 42 (II, 606); İbni Mâce, Nikâh, 3 (I, 593-594).
أَكْمَلُ المُؤْمنين إِيمَاناً أَحْسنُهُمْ خُلُقاً ، وَخِياركُمْ خيارُكم لِنِسَائِهِم
“Mü’minlerin îmân bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır. ”(14) 14) Tirmizî, Radâ`, 11 (III, 466); İbni Mâce, Nikâh, 50 (I, 636).
« لاَ تَضْربُوا إِمَاءَ اللَّهِ » فَجاءَ عُمَرُ رضي اللَّه عنه إلى رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، فَقَالَ : ذَئِرْنَ النِّساءُ عَلَى أَزْواجهنَّ ، فَرَخَّصَ في ضَرْبهِنَّ فَأَطاف بِآلِ رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم نِساءٌ كَثِيرٌ يَشْكونَ أَزْواجهُنَّ ، فقال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « لَقَدْ أَطَافَ بآلِ بَيْت مُحمَّدٍ نِساءٌ كَثيرِ يشْكُونَ أَزْوَاجَهُنَّ لَيْسَ أُولِئك بخيارِكُمْ »
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kadınları dövmeyiniz” buyurmuştu.
Hz. Ömer Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna çıkarak:
– Kadınlar kocalarını dinlemez oldular, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber kadınların dövülmesine izin verdi.
Bu defa birçok kadın Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarına gelerek kocalarını şikâyete başladılar.
Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
–”Birçok kadın Muhammed ailesine gelerek kocalarını şikâyet ediyorlar. Kadınlarını döven o kimseler, sizin hayırlınız değildir. ”(15) (15) Ebû Dâvûd, Nikâh, 43 (II, 608); İbni Mâce, Nikâh, 51 (I, 638-639).
الدُّنْيَا مَتَاعٌ ، وَخَيْرُ مَتاعهَا المَرْأَةُ الصَّالحةُ
“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı dindar kadındır. ”(16) (16) Müslim, Radâ`, 64 (II, 1090); Nesâî, Nikâh, 15 (VI, 69); İbni Mâce, Nikâh, 5 (I, 596).
لا يَحلُّ لامْرَأَةٍ أَنْ تَصُومَ وَزَوْجُهَا شَاهِدٌ إِلا بِإِذْنِهِ ، وَلا تَأْذَنْ في بَيْتِهِ إِلاَّ بِإِذنِهِ
“Bir kadın kocası yanındayken onun izni olmadan oruç tutamaz. Kocasının izni olmadan bir kimseyi evine alamaz. ”(17) 17) Buhârî, Nikâh, 84, 86 (VI, 150); Müslim, Zekât, 84 (I, 711).
إِذَا دعا الرَّجُلُ زَوْجتَهُ لِحَاجتِهِ فَلْتَأْتِهِ وإِنْ كَانَتْ عَلَى التَّنُّور
“Bir koca karısına ihtiyaç duyup da onu yanına çağırdığında, kadın ocak başında bile olsa, hemen kocasının yanına gelsin. ”(18) (18)Tirmizî, Radâ`, 10 (III, 465).
دِينَارٌ أَنْفَقْتَهُ في سبيلِ اللَّه ، وَدِينَارٌ أَنْفَقتَهُ في رقَبَةٍ ، ودِينَارٌ تصدَّقْتَ بِهِ عَلَى مِسْكِينٍ، وَدِينَارٌ أَنْفقْتَهُ علَى أَهْلِكَ ، أَعْظمُهَا أَجْراً الَّذي أَنْفَقْتَهُ علَى أَهْلِكَ “Allah yolunda (cihâd edilmesi için) sarfettiğin para, köle âzâd etmek için harcadığın para, fakire sadaka verdiğin para ve bir de aile fertlerinin ihtiyaçları için harcadığın para var ya! İşte bunların içinde sana en çok sevap kazandıracak olanı, ailen için harcadığın paradır.(Müslim, Zekât, 39 (I, 692).
عن أُمِّ سلَمَةَ رضي اللَّهُ عنها قَالَتْ : قلتُ يا رسولَ اللَّهِ ، هَلْ لي أَجْرٌ في بني أبي سلَمةَ أَنْ أُنْفِقَ علَيْهِمْ ، وَلَسْتُ بتَارِكَتِهمْ هَكَذَا وهَكَذَا ، إِنَّما هُمْ بنِيَّ ؟ فقال : « نَعَمْ لَكِ أَجْرُ ما أَنْفَقْتِ علَيهِم
– Ey Allah’ın Resûlü! (Eski kocam) Ebû Seleme’nin çocuklarına para harcamak bana sevap kazandırır mı? Onları öyle muhtaç durumda bırakacak değilim ya! Onlar benim kendi çocuklarımdır, diye sordum.
Resûlullah şöyle buyurdu:
“Evet, onlara yaptığın harcamanın sevabı senindir. ”(Buhârî, Nefekât, 14 (VI, 194); Müslim, Zekât, 47 (I, 695)

Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar
-Nevevi, Riyazu’s-Salihin, Terceme ve şerhi: Trc., Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir ve diğerleri, Erkam Yay., İst.,II/241, 315-338, 339-357, 378-392, 553;
-Diyanet İslam İlmihali, 109, 398, 402;
-T.D.V. (İSAM) İLMİHAL II/198 vd.,217-223,518-520;
-M. Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s- Sahabe, Terc., Ahmet Meylani, Divan Yay., İst., III/288-336;
-Gazali, Kimya-i Saadet, Terc. Ali Arslan, Arslan Yay., İst.,s., 190-207;
-İslami İlimler Araştırma Vakfı, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı;
-Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Örnekleriyle İslam Ahlakı;
-Doç. Dr. İsmail Karagöz, Aile ve Gençlik (T.D.V.);
-Ali Fikri Yavuz, İslam’da Evlilik ve Aile Hukuku;
-Abdullah Aydın-Salih Uçan, İslam’da Evlilik ve Mahremiyetleri;
-M. Necati Bursalı, İslam’da Kadın ve Evlilik;
-Ali Eren, İslam’da Evlilik ve Aile Eğitimi;
-Mehmet Paksu, Kadın, Evlilik ve Aile.






Resmi Büyütmek İçin Tıklayınız

16 Şubat 2008 Cumartesi

TOPLUMSAL GÖREV VE SORUMLULUKLARIMIZ

-Birbirimizi Sevmek, Saymak ve Diğerlerinin Haklarına da Saygılı Olmak

Sevgili Peygamberimiz, Müslümanların yardımlaşmaları, birbirlerini desteklemeleri konusunda, onları, tuğlaları birbirine kenetlenmiş, ayakta durması için bir kısmı diğerini destekleyen binaya benzetmiştir.
Kur’an-ı Kerim ve hadisler de Müslümanların kardeş olduğu belirtilerek onlar arasında güçlü bir sevgi bağı kurulması öngörülmüştür.
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin, Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat 49/10)
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu düşman eline bırakmaz. Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah’da onun ihtiyacını giderir; kim Müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da onu bir sıkıntıdan kurtarır; kim Müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allahda onun kusurunu gizler, (affeder)”, (Buhari “Mezalim 3, Muslim “Birr”58)
Gerçek anlamda ilk Müslüman toplumun kurulduğu Medine’de, Mekke’den göç edenlere kucak açan Medineli Müslümanların, Kur’an-ı Kerim’de “Ensar” (Yardım edenler) diye anılmaları ve bütün İslam tarihi boyunca sadece bu isimle ebedileşmeleri, İslam ahlâkında sevgi ve onun ürünü olan dayanışmanın önemine işaret eder. Ayrıca Sevgili Peygamberimiz; birbirimizi sevmeyi imanın gereği olarak kabul etmiş ve şöyle buyurmuştur:“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız” (Müslim iman 22, I,74)Bu Hadis-i Şerif de Peygamberimiz insanlar arasında sevgi bağını ancak selamlaşarak kurabileceklerini de bildirmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerimde de “selama daha güzeliyle veya aynıyla karşılık verilmesi emredilmiştir. “Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (Nisa 86)
Hz. Peygamber başka bir Hadis-i Şerifte de sevginin ölçüsünü ve sevgiyle kaynaşmış toplumsal yapıyı şöyle açıklamıştır.
“Müminler birbirini sevmede, birbirlerine acımada ve merhamette bir vücut gibidir. Bir organ rahatsız olduğunda diğer organlar da onunla birlikte ateşlenir, uykusuz kalırlar.” (Buhari, edeb 27, VII, 77 – 78)
İnsanlar arasında esas olan sevgi ve kardeşlik olduğuna göre haklı gerekçeye dayanmadan herhangi bir kimseye karşı düşmanlık duygusu besleyip düşmanca davranmak İslam ahlakı bakımından asla onaylanamayacak bir davranıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim de; yapılan iyiliklerin en köklü düşmanlıkları bile sıcak dostluklara çevirebileceği ifade edilmektedir.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiş.” (Fussilet 34)
Müslüman; kendisine kötü davranıldığında dahi, din kardeşine güzellikle yaklaşır. Atalarımız “iyiliğe karşı iyilik her kişinin; kötülüğe karşı iyilik ise er kişinin harcıdır.” demiştir. Zira güzel ahlak; mahrum edene vermek, ilgiyi kesene âlâka göstermek, zulmedeni affetmektir.
Sevginin göstergelerinden biri de, sevdiğinizin hakkına saygı duymak, ona zarar verecek söz ve davranışlardan uzak durmaktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz “Komşusu zararlarından emin olmayan kimse cennete giremez.” buyurmuştur. (Müslim, İman, 18, I-68)
İslam dini fert ve toplum haklarına yönelik bütün tecavüz çeşitlerini yasaklamıştır. Kişisel çıkarlar uğruna toplum menfaatlerini çiğnemek, başarılamayacak işlere talip olmak, görevi kötüye kullanmak, rüşvet ve faiz almak, alışveriş ve ticarette hile yapmak, aldatmak, sövmek, dövmek haram kılındığı gibi kalp kırmak, gıybet etmek, iftira atmak, kişilerin şahsiyetlerine ve namuslarına dil uzatmak, yalan söylemek, topluma zarar veren çirkin ve yüz kızartıcı işleri yaparak kötü örnek olmak da haram kılınmıştır. Bütün bunlar kul ve kamu hakkına tecavüzdür. Ahirette bunun hesabını vermek ise çok zordur.
“Kıyamet günü bütün hak sahiplerin hakları iade edilecektir. Hatta boynuzlu koyun boynuzsuz olandan hakkını alacaktır.” anlamındaki hadis bunun delilidir. Bir defasında Sevgili Peygamberimiz kul hakkına dikkat çekmek amacıyla ashabına: “Müflis kimdir?” diye sormuş.
Ashab: Malı mülkü olmayan: şeklinde cevap verince “Ümmetimin gerçek müflisleri şunladır: Kıyamet günü mahşer yerine namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerinin sevabıyla gelip, fakat dünyada şuna sövmüş, buna iftira atmış, diğerinin malını yemiş, başkasının kanını akıtmış, dövmüştür. Onun sevabından o zulmettiği kimselere verilir, borcu ödenmeden sevapları tükenir. Bu defa zulmettiklerin günahlarından alınarak onun boynuna yüklenir ve cehenneme atılır.” buyurur. (Müslim, birr vesila, 15,59, III – 1997)
Bu sebeple Allah’a ve Ahiret gününe inanan, kimsenin hakkına tecavüz etmez; eliyle, diliyle ve davranışlarıyla kimseyi rahatsız etmez, kimseye zarar vermez. Çünkü Müslüman uyumlu, uyum sağlanılan ve kendisinden kötülük beklenilmeyen insandır. Nitekim bir gün Hz. Peygamber, oturan bir grup sahabinin yanında durarak, “Size en iyiniz ve en kötünüzü bildireyim mi?” diye sorar. Orada oturanlar susar, cevap vermezler. Hz. Peygamber üç defa tekrar edince, içlerinden biri “Evet ey Allah’ın elçisi bize en iyimizi ve en kötümüzü haber ver” der.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz s.a.v;“Sizin en iyiniz kendisinden iyilik beklenen ve kötülüğünden emin olunandır. Sizin en kötünüzde, kendisinden iyilik beklenmeyen, kötülüğünden de emin olunmayanınızdır.” buyururlar.
Bir hadisinde de, yardımlaşmanın müslümanın bir sorumluluğu olduğuna işaret etmektedir:“Bir müminin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısın giderinin, Allah kıyamet günündeki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderenin; darlıkta olana kolaylık gösterene, dünyada ve ahirette kolaylık sağlar; bir müslümanın ayıbını örtenin, dünyada ve ahirette kusurlarını örter; kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah’da ona yardım eder.” (Muslim Zikir ve Dua 11 – III. 2074)
“Allah’ın sana verdiği şeylerde Ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları, sevmez” (Kasas 28/ 77) anlamındaki ayet, insanlara iyilik yapılmasını öngörmektedir. Dolayısıyla Allah’ın rahmetini, yardımını ve rızasını isteyen kişinin, mutlaka ihtiyaç sahiplerin yardım elini uzatması gerekir. Zaten bu aynı zamanda dini bir ödev, toplumsal bir sorumluluktur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de zenginin malında fakirin hakkının bulunduğu bildirilmektedir.
“(Zenginlerin) mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı) mahrum olanlar için bir hak vardır.” (Zariyat 51/19) Başka bir ayette de “Herhangi birinize ölüm gelip de; “Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın” buyrulmaktadır. (Munafıkın 63/10)
Ayetlerde, görülmektedir ki, ihtiyacını giderecek miktarın fakire ödenmesi, zenginlerin üzerine farzdır. Bunun için Allah’u Teala zekat müessesesini getirmiştir.
Allah Teala zengin ve fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin, fakirin de daha fakir olmaması için zekat müessesesini getirmiştir. Böylece zengin-fakir ayrımı ortadan kalkacaktır. Eğer fakirler aç ve susuz kalacak olurlarsa, Allah zenginleri bundan sorumlu tutacaktır.
Hz. Peygamber bir hadisinde “üç defa yemin ederek; “gerçekten iman etmiş olmaz” der. Ashab “Kim ey Allah’ın elçisi?” diye sorunca; “Komşusunun yanı başında aç olduğunu bildiği halde, kendisi tok olarak geceleyen kişi.” diye cevap verir. (Heysemi, Mecma’u’z – zevaid, Birr ve sıla XIV, 4, No: 13554)Fakir ve muhtaçlara yardım elini uzatmak bir ödev olduğu için, ne yardımı alan için bir utanma ne de yardım da bulunan için bir övünme ve başa kakma vardır.
Yüce Allah” “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükafatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de” Bakara 2/262) buyurmaktadır. Daha sonra da başa kakmanın yapılan hayrın boşa gitmesine sebep olacağını haber vermekte, güzel bir söz ve bağışlamanın, peşinden gönül kıran bir sadakadan daha hayırlı olduğunu bildirmektedir. (Bakara 2/263)
Diğer taraftan da bu yardımın kişinin kendisinin beğenmediği veya eskiyip atılacak hale gelen eşyaları olmaması, kendisinin beğendiği, hoşlandığı şeylerden olması gerekir. Nitekim Kur’an da : “Ey iman edenler ! kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, Allah zengindir, övülmeye layık olandır.” (Bakara 2/267)
Yardımlaşma sadece maddi alanda ve ihtiyacın karşılanması yönünde olmaz. Kişinin kötülük yapmasına engel olmak da ona yardım etmektir. Bir hadisin de Peygamber Efendimiz: “Zalim de mazlum da olsa kardeşine yardım et” buyurur. Bunun üzerine “Ya Resulullah, mazlumsa yardım etmeyi anlıyorum fakat zalimse nasıl yardım ederim?” diye sorulunca Sevgili Peygamberimiz “Onu zulümden alıkoyarsan, bu da ona yardımdır.” buyurur. (Buhari Mezalim 4, III, 98)
Hz. Peygamber, insanların toplumsal sorumluluklarına işaret etmek üzere bir gemiyi paylaşan ve bir kısmı üste, bir kısmı altta bulunan insanları örnek vermiştir. Altta bulunanlar, su ihtiyaçlarını karşılamak için gemiyi delmek istediklerinde, üsttekiler buna mani olmazlarsa gemi batar ve hepsi birden boğulurlar; eğer mani olurlarsa hepside kurtulur” demiştir. (Buhari (şirket 6, II- 111))
Bir defasında Allah Resulu:“Ümmetimin arasında isyan ve günahlar çoğaldığında, Allah Teala kendi katından onların hepsini kapsayacak bir azap gönderir” buyurur. Ümmü Seleme “Ya Resulallah, o zaman insanların içinde hiç iyileri olmayacak mı? diye sorunca, Hz. Peygamber “evet olacak” diye cevap verir. Ümmü Seleme onlara ne olacağını sorunca da; “Diğerlerine isabet eden azap onlara da isabet edecek, fakat sonra Allah’ın bağış ve rızasına ulaşacaklardır.” buyurur. (Ahmed VI 304.)

SONUÇ:
Sonuç olarak; Sorumluluk bilinciyle yaratılan insanın, başta Allah olmak üzere, kendisine, ailesine, komşularına ve topluma karşı sorumlulukları vardır. Topluma karşı sorumluluklarının başında Müslümanların birbirini sevmesi ve birbirlerinin haklarına saygı göstermesi gelmektedir.
Sosyal adaletin yerini adaletsizliğin aldığı, fakirin daha fakir zenginin daha zengin olduğu, insanlar arasında sevgi tohumlarının yerine nifak tohumların atıldığı, helal rızıktan kazanmak yerine faizin, hile yapmanın, görevi kötüye kullanmanın, rüşvetin kol gezdiği şu dönemde biz Müslümanlara büyük görevler düşmektedir. İyi bir toplum için, iyi bir birey yetiştirmek gerektiği düsturuyla ortaya çıkan AGD toplumdaki bu bozulmuşluğun ortadan kalkması için birçok çalışmalar yapmaktadır. Özellikle gençliğimizin, bu bozulmuşluğun içinde yok olmaması için, gençleri maddi ve manevi yönden eğitmek suretiyle, Ahlak ve maneviyat düsturu ile yetişen bir genç olarak topluma kazandırmayı hedeflemektedir. İslami terbiye ile yetişmiş insan, seven ve sevilen, merhamet eden, herkesle hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen; kendisiyle ailesiyle, içinde yaşadığı toplumla, milletiyle ve bütün insanlıkla barışık olandır. Böyle bir Müslüman, maddi ve manevi alanda iyilikte yardımlaşır, muhtaçlara yardım elini uzatırken, dini sorumluluğa sahip olan kişi; kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için çalışır. Harcarken ne israf eder ne de cimrilik yapar. Allah hakkı olarak kabul edilen kamu mallarını korur, haksız yollarla bunları elde etmeye çalışmaz.


IV- Konuyla Alakalı Bazı Ayetler

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَم
Şüphesiz Allah katında din İslam’dır[1].

ومَاَ خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım[2].

Konuyla ilgili faydalanılabilecek diğer ayetler şunlardır :

Hucurat, 49/10 ; Hucurat, 49/ 13 ; Enfal, 8/2-4 ; Enfal, 8/24 ; Al-i İmran, 3/103


V. Konuyla Alakalı Bazı Hadisler


ﻻ يُؤْمِنُ اَحَدُكُمْ حتَّى يُحِبَّ ﻷخيهِ ما يُحِبَّ لِنَفْسِهِ.

"Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez.[3]"


المسلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُؤمِنُ مَنْ أمِنهُ الناسُ على دمائهم وأمْوَالِهِمْ.

"Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.[4] "


مَثَلُ المُؤْمِنِينَ في تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعاطُفِهِمْ مَثَلُ الجَسَدِ إذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالحُمَّى

"Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü'minlerin misâli, bir bedenin misâlidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler."[5]

لا تدخلون الجنة حتى تؤمنوا. ولا تؤمنوا حتى تحابوا. أولا أدلكم على شيء إذا فعلتموه تحاببتم؟ أفشوا السلام بينكم
Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu

« Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz ; bir birinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.

Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söleyeyim mi ? Aranızda selamı yayınız. »[6]

إن الله يقول يوم القيامة: أين المتحابون بجلالي. اليوم أظلهم في ظلي. يوم لا ظل إلا ظلي

Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu :

Hiç şüphesiz Allah Teala Kıyamet günü : « Nerede benim rıza için birbirlerin sevenler ? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bu gün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim. » buyurur.[7]


VI. Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar


Konuyla ilgili ayetlerin tefsirlerine bakılabilir. ( Örneğin Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, Prof. Dr. Süleyman Ateş, Yüce Kur’anın Çağdaş Tefsiri; D.İ.B. Kuran Yolu)
1. Diyanet İslam İlmihali, S.26-29; 461-511 Ankara-1999
2. İlmihal, T.D.V. 1.cilt S.75; II.cilt S. 485-538 İst.1999
3. T.D.V. İslam Ansiklopedisi, İman maddesi, 22/212-219; İslam Maddesi,23/1-42;
Ahlak Maddesi, 2/1-14


[1] Ali İmran, 3/19
[2] Zariyat, 51/56
[3] Buhari, İman, 7 (I, 9)
[4] Buhari, İman 4, 5 (I, 8-9); Tirmizi, İman 12, (V, 17) (2629)
[5] Buhari, Edeb, 27, (VII, 77)
[6] Müslim, İman, 22, (I, 74)
[7] Müslim. Birr, 12, (III,1988)





İMAN – AMEL – AHLAK İLİŞKİSİ

Anahatlarıyla İman Kavramı
İman:
Hz. Peygamber’i, Allah’ın getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. İmanın hakikatı ve özü, kalbin tasdikidir. Kalbin tasdiki, imanın değişmeyen asli unsurudur. İmanla bilgi arasında çok yakın bir ilişki söz konusudur. Her inanan kişi, neye inandığını bilir. Fakat her bilgi, inanmayı gerektirmez. İnanılacak esaslarla ilgili bilgiye iman denilebilmesi için, kişinin gönlünde ve kalbinde hür iradeye dayalı bir teslimiyetin ve tasdikin bulunması gerekir.
"Ey Peygamber, kalpleri iman etmediği halde, ağızlarıyla inandık diyenlerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin..." (Maide 5/41)
İmanın esası, inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir. Bir kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle tasdik etmezse mümin olamaz.Asli unsur kalbin tasdiki olmakla birlikte, kalpte neyin gizli olduğunu insanlar bilemediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, o kişinin de dünyada bu söz ve ikrarına göre bir işleme tabi tutulması gereklidir. Bu sebeple "dil ile ikrar" sadece imanın bir parçası değil, adeta onun dünyevi şartıdır.
İman, inanılacak hususlar açısından icmalî ve tafsilî iman etmek üzere ikiye ayrılır.
İcmalî İman; inanılacak şeylere kısaca ve toptan inanmak demektir. İcmalî iman, tevhid ve şehadet kelimelerinde özetlenmiştir. İmanın ilk derecesi ve İslam’ın ilk temel direği budur.
Şehadet: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed (sav)’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim.
Tafsilî İman; inanılacak şeylerin her birine, açık ve geniş bir şekilde, ayrıntılı olarak inanmaya denilir. Allah’a, Hz. Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna ve ahiret gününe inanmaktır. Ayrıca Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin, sevap ve azabın varlığına, kaza ve kadere inanmaktır. Hz. Muhammed’in Allah katından getirdiği, bize kadar da tevatür yoluyla ulaştırılan bütün haberleri ve hükümleri tasdik etmektir.
Müslüman olmayan bir kimse, icmalî iman ile İslam dairesine girmiş olur. Bu iman üzere ölürse cennete gider. Fakat tafsili iman ile Müslümanın imanı yücelir, olgunlaşır, sağlam temeller üzerine oturur. Bir insanın Allah’ı ve O’ndan geleni gönülden tasdik ettikten sonra, Hz. Peygamberin açıkladığı buyruk ve yasakları bütünüyle, farzı farz, haramı haram bilerek öğrenmesi, kabullenmesi ve uygulaması gerekir. Tafsilî iman zarurât-ı diniyye denilen ve inanılması zorunlu bulunan bütün inanç, ibadet, muamelât ve ahlak hükümlerine inanmayı içermektedir.
İmanın Geçerli Olmasının Şartları
1. İmanın dünyada hür iradeye dayalı bir tercih olması, baskı, tehdit vs. durumunda gerçekleşmemiş bulunması gerekir. Daha önce mümin olmayan bir kimsenin, hayattan ümidini kestiği son nefesinde uğrayacağı azabı fark edip "iman ettim" demesi halinde, onun bu imanı geçerli olmaz.
2. Mümin, iman esaslarından birini inkar anlamına gelen tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır. Mesela farz veya haram olduğu kesin olarak bilinen bir hükmü (örneğin namazın farz, içki içmenin haram olduğu hükmünü) kendi hür iradesiyle inkar eden yahut alaya alan bir kimseye "mümin" denemez.
3. Mümin, Allah’ın rahmetinden ne ümitsiz ne de emin olmalıdır. Korku ile ümit arasında bulunmalıdır.
– "Doğrusu kafirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez." (Yusuf Suresi 12/87)
– "Fakat büyük zararı göze alanlar topluluğundan başkası Allah’ın azabından (azabın olmayacağından) emin olamaz." (Araf Suresi 7/99)
Anahatlarıyla Amel Kavramı
Amel; iradeye, dayalı iş, eylem demektir.
Salih amel; niyete ve iradeye bağlı olarak yapılan bilinçli fiil ve hayırlı iş demektir. Yapıldığı zaman sevap kazanılan, Allah ve peygamberin emir ve yasaklarına uygun her amel salih ameldir. Bir amelin salih olabilmesi için,
1. Salih ameli yapan kişinin müslüman olması,
2. Salih ameli imanın gereği olarak yapması
3. Kuran ve Sünnete uygun olması, İslamî prensiplerle çatışmaması
4. Tam bir ihlas ve iyi bir niyetle yapılması, şirk ve gösterişten uzak olması gerekir.
Namaz, oruç, zekat, hac gibi temel ibadetlerin yapılması "salih amel" olduğu gibi, iyiliği emretmek, kötülükten men etmek, sosyal yardımlaşma gibi Kur’an ve Sünnete uygun olan her türlü iş ve davranış salih ameldir.
Ahlak Kavramı
Ahlâk; din, karakter, huy, tabiat anlamına gelen "hulk" kelimesinin çoğuludur.
"Ahlak", Hz. Muhammed (sav)’e peygamberlik verilmesi ve Kur’an’ın indirilmesiyle kullanılmaya başlayan İslâmî bir kavramdır. Ahlak; insandaki iyi ve kötü huyları, fazilet ve reziletleri ifade eder. Ahlak "iyi ahlak" ve "kötü ahlak" olmak üzere ikiye ayrılır:
1. İyi Ahlak; Kur’an’a, Sünnet’e ve akl-ı selime uygun olan söz ve davranışlardır.
2. Kötü Ahlak; Kur’an’a, Sünnet’e ve akl-ı selime uygun olmayan söz ve davranışlardır
İslam Ahlakı; Kur’an ve Sünnet temeline dayanır. Kur’an-ı Kerim’de peygamberimizin büyük bir ahlak üzere olduğu bildirilmektedir.
"(Ey Peygamberim!) Sen büyük bir ahlak üzeresin." (Kalem, 68/4)
Peygaberimizin (sav) bir hadis-i şeriflerinde;"Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." demiştir. (Ahmed, II, 381, Malik, Hüsnü’l – Huluk, 8, II. 904)
İman – Amel İlişkisi
Kur’an-ı Kerimin birçok ayetinde iman ile salih amel yan yana zikredilmiş, müminlerin salih amelleri işleyerek maddî manevî gelişmelerini sağlamaları ısrarla istenmiştir.[1] Çünkü düşünce ve kalp düzeyinden eylem ve hareket düzeyine çıkmamış olan iman, meyvesiz bir ağaca benzer. İmanın olgunluğa ermesi, üstün bir dereceye gelmesi ve böyle iman sahiplerinin Allah’ın vaat ettiği sonsuz nimetlere kavuşması için de amel gereklidir.
Salih amel insanı besler.[2]
Yüce Allah, insanı boş yere yaratmadığı gibi başıboş da bırakmamıştır. Onu bir takım ibadetlerle yükümlü kılmıştır. Hayatı ve ölümü bir imtihan olarak yaratmıştır. İnsanın bu imtihanda başarılı olabilmesi, iman ile birlikte salih ameller işlemesine bağlıdır. İmanın korunması ve kalpte kökleşmesi için amel gereklidir. Salih ameller, imanımızın güçlenmesini ve ahlaken olgunlaşmamızı sağlar. İbadetler ile beslenen iman ağacının meyvesi güzel ahlaktır. Birtakım kimselerin "Önemli olan kalp temizliğidir, ibadetler önemli değildir." demeleri, İslamî bir yaklaşım değildir. Allah’a gönülden iman eden ve O’nu seven her mümin, O’nun tüm emirlerini zevkle ve kayıtsız şartsız yerine getirir. Salih amelleri işlemek, kişinin kalbindeki Allah sevgisinin büyüklüğüne bağlıdır. Çünkü bir insan Allah’ı ne kadar severse o kadar O’nun rızasını gözetir ve Allah’ın sevgisini kaybetmekten korkar.Yüce Allah, imanın, sırf dille söylenen bir söz olmadığını, imanın birtakım yükümlülükleri olduğunu ve kötülükleri yapanların yaptıklarının cezasını çekeceklerini, iman eden ve beraberinde salih amel işleyenlerin ise günahlarının affedileceğini şöyle ifade etmektedir; "İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. Yoksa kötlükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü hüküm veriyorlar! Her kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa bilsin ki, Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir. O her şeyi işiten ve bilendir. Cihad eden ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir. İman edip iyi işler yapanların kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz." (Ankebut, 29/1-7)
Peygamber Efendimiz (sav) de birçok hadisinde, imanın salih amel işlemeyi gerektirdiğine dikkat çekmiş ve imanın durağan, kalpte yerleşip kalan bir inanç olmadığını birçok sözünde vurgulamıştır.
"İman, yetmiş küsür şubedir. En yükseği, ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ demek; en aşağısı ise, yoldan, eziyet veren şeyleri gidermektir. Utanmak da imanın bir şubesidir."
İmanın gereği olarak yapılan, Kur’an ve Sünnete, Allah ve peygamberin rızasına uygun olan ve bilinçli olarak yapılan her amel, salih ameldir. İslam’ın bütün emirlerine uymak ve bütün yasaklarından kaçınmak da salih amel kapsamına girer.
Salih ameller; kalbimizdeki iman ve iyi niyetle yapılırsa Yüce Rabbimiz’in katına ulaşır ve bizim aklımızın asla eremeyeceği güzellikteki cennete girmemize vesile olur.
İman – Ahlak – Amel İlişkisi
Peygamberimizin (sav) hadislerine baktığımız zaman "ahlak" kavramının müminin imanının gereği olarak söz ve eylem şeklinde yansıttığı davranışları ifade ettiğini görüyoruz.
"Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanları, ahlakı en güzel olanlarıdır." (Ebu Davud, Sünnet, 15, V, 60)
İnsanların yaradılış gayesi, Allah’a ibadet etmektir. İnsan bu görevini ya namaz, oruç, zekat, hac gibi belirli bir zamanda, belirli bir mekanda, belirli kurallara uyarak yapar; ya da herhangi bir zaman, mekan şekille kayıtlı omaksızın yerine getirir. Allah’ı zikretmek, Ana – babaya iyilik etmek, şahitlik, tartı ve ölçüyü dosdoğru yapmak, cihad gibi emirlere uyarak yerine getirilen ibadetlerdir bunlar. Birinci tür ibadetlerin temel amaçlarından biri, ikinci tür ibadetlerin insan hayatında uygulanır hale gelmesini sağlamaktır.Mesela oruç tutan ve namaz kılan insan; yalan, yalan şahitlik, gıybet, iftira, hile, aldatma, kötü söz ve benzeri davranışlardan uzak; iş ve işlemlerinde, söz ve sözleşmelerinde, alım ve satımlarında dürüst ve doğru olmak zorundadır. Gerçek anlamdaki iman ve yapılan ibadetler, kötü söz ve davranışlara engel olur; kişiyi edep dışı davranışlardan alıkoyar.
İnsanı ahlak sahibi yapan, Allah sevgisi, Allah korkusu, Allah tarafından sürekli gözlem altında bulunma, ahirette bütün söz ve davranışlardan sorguya çekilme, iman ve isyanına göre cennet ve cehenneme gitme inancıdır.

IV. Konuyla İlgili Bazı Ayetler

وَالْعَصْر إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْابا بِالصَّبْرِ
« Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir.
Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. (Onlar ziyanda değillerdir)”[3] anlamındaki bu ayet, amel-iman ve ahlak ilişkisini açıklamak bakımından en güzel bir örnektir.
Yüce Allah'ın cennette yüksek derecelere nail olmayı imanla beraber salih amele bağlamış ve bu konuda şöyle buyurmuştur: وَمَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ الدَّرَجَاتُ الْعُلَ
“Kim de O’na salih ameller işlemiş bir mümin olarak gelirse, işte onlar için yüksek dereceler vardır.”[4] Yine aynı şekilde;
َبشرَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ و “ İnanan ve salih amelleri işleyenleri, altlarından nehirler akan cennetlerle müjdele.” [5] buyurarak bu müjde yalnızca imana değil, salih amele de bağlanmıştır.
Bir başka ayette Yüce Allah, dünya nimetleri içerisinde insanın en çok değer verdiği iki nimete dikkat çekmekte ve bu nimetlerin hayatın süsü, zineti olduğunu, bu iki nimetin de dünya ile birlikte sonuçta yok olacağını ve ahirete gidecek olanın yalnızca imanla birlikte salih amel olacağını belirtilmiştir.
و انك لعلى خلق عظيم Peygamberimiz en yüksek bir imana sahip olduğu gibi, bu imanın gereği olarak ta ahlakan en yüksek bir derecede olduğu vurgulanarak: “ (Ey Peygamberim!) Sen büyük bir ahlak üzeresin”.[6] diye belirtilmektedir. Konu ile ilgili faydalanılacak diğer ayetler ise: ( Kehf, 18/46, Sebe,34/11, Rum,30/44, Maide, 5/5, İbrahim,14/18, Fussılet, 41/34; Nisa, 4/57)
V. Konuyla İlgili Bazı Hadisler
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bir çok hadislerinde imanın salih ameller işlemeyi gerektirdiğine dikkat çekmiştir. İman kalbin amelidir. Şu hadis bu hususu açıkça ifade etmektedirُ ": سُئِلَ أَىُّ الْعَمَلِ أَفْضَل "Amellerin en üsütünü hangisidir" diye soruldu. ِHz. Peygamber, إِيمَانٌ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ "Allah ve Rasûlüne iman etmektir" buyurdu"[7]

Peygamberimiz, iman ile amelin birbiriyle olan bağlantısını şöyle ifade etmiştir.
« ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ حَلاَوَةَ الإِيمَانِ أَنْ يَكُونَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِمَّا سِوَاهُمَا ، وَأَنْ يُحِبَّ الْمَرْءَ لاَ يُحِبُّهُ إِلاَّ لِلَّهِ ، وَأَنْ يَكْرَهَ أَنْ يَعُودَ فِى الْكُفْرِ كَمَا يَكْرَهُ أَنْ يُقْذَفَ فِى النَّارِ » " Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resulünü, Allah ve Resülünden başka her şeyden fazla sevmek, Sevdiğin! Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmektir.”[8] Peygamberimiz (a.s.), iman ve ahlak ilişkisine şöyle dikkatlerimizi çekmektedir:

الإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ أَوْ بِضْعٌ وَسِتُّونَ شُعْبَةً فَأَفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَدْنَاهَا إِمَاطَةُ الأَذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الإِيمَان" İman yetmiş (veya altmış) küsur şu'be ) dir. En yükseği, "Allah'tan başka ilah yoktur" demek; en aşağısı ise, yoldan, eziyet veren şeyleri gidermektir. Utanmak da imanın bir şubesidir."[9]

Sevgili Peygamberimiz salih amellerin bizimle birlikte ölüm ötesine de gideceğini, kabirden içeri yalnız iman ile birlikte salih amellerimizin gireceğini şöyle vurgulamaktadır:

يَتْبَعُ الْمَيِّتَ ثَلاَثَةٌ ، فَيَرْجِعُ اثْنَانِ وَيَبْقَى مَعَهُ وَاحِدٌ ، يَتْبَعُهُ أَهْلُهُ وَمَالُهُ وَعَمَلُهُ ، فَيَرْجِعُ أَهْلُهُ وَمَالُهُ ، وَيَبْقعَمَلُهَُ

“Ölüyü kabre kadar üç şey takip eder; ikisi geri döner ve biri onunla daima beraber olur. Ailesi, malı ve ameli onu kabre kadar takip eder, ailesi ve malı geri döner, geriye yalnızca onunla birlikte ameli kalır”[10]

Peygamberimiz (a.s.), en güzel ahlaka sahip idi. Onun tebliğ ettiği hak din kemale erdiği gibi güzel ahlak da onunla kemale ermiştir. O şöyle buyurmuştur:
انما بُعِثْتُ ُِتَمِّمَ مَكَارِمَ اﻻﺧْﻼَقِ“Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[11]

Peygamberimiz (s.a.v.) ahlaka çok önem vermiş;
اللهم كما احسنت خلقي فاحسن خلقي
“Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlakı mı da güzel yap.”[12]

اللَّهُمَّ اهْدِنِى ﻻحْسَنِ اﻻعْمَالِ وَأحْسَنِ اﻻخَْقِ، َﻻ يَهْدِى ﻻحْسَنِهَا إَّﻻ أنْتَ، وَقِنِى سَىِّئَ اﻻعْمَالِ، وَسَيِّئَ اﻻخَْقِ َﻻ يَقِى سَيِّئَهَا إَّ ﻻأنْتَ.
“…Allah’ım! Beni amellerin en iyisine ve ahlakın en iyisine ilet. Amel ve ahlakın en iyisine ancak sen hidâyet edebilirsin. Amellerin kötüsünden ve ahlakın kötüsünden beni koru. Amel ve ahlakın kötüsünden ancak sen koruyabilirsin.”[13]
اللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ بِكَ مِنَ الشِّقَاقِ وَالنِّفَاقِ وَسُوء اﻻﺧْﻼَقِ
“Allah’ım! Ayrılıktan, iki yüzlülükten ve ahlakın kötüsünden sana sığınırım.”[14] diye dua etmiştir. İnsanları ahlaklı olmaya çağırmış ve;


إنَّ مِنْ أحَبِّكُمْ إلىَّ وَأقْربِكُمْ مِنِّى مَجْلِساً يَوْمَ القِيَامَةِ أحَاسِنُكُمْ أْﺧْﻼقاً
“Sizin bana en sevimli olanınız ve kıyamet gününde bana en yakın olanınız ahlakı en güzel olanınızdır”[15]


َّّ مِنْ أَخْيَرِكُمْ أَحْسَنَكُمْ خُلُقًانّ إنَّ “Sizin en hayırlınız ahlakı en güzel olanınızdır.”[16].

مَا مِنْ شئ أثْقَلُ في مِيزَانِ المُؤمِنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ خُلُقٍ حَسَنٍ

“Kıyamet gününde müminin mizanında güzel ahlaktan daha ağır hiç bir şey yoktur…”[17]

Yararlanabilecek Bazı Kaynaklar
Razi , Fahruddîn, et-Tefsiru’l Kebir, XIV,34. Tahran, tarihsiz ayrıca bkz.
Ömer Dumlu, Kur’an’da Salah Meselesi, s.44 vd. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1992.
Geniş bilgi için bkz. İsmail Karagöz, "Kur’an’da Salih Amel Kavramı, Salih ve Muslih İnsanların Özellikleri” Diyanet İlmi Dergi, s.60. XXXII, I/2. Ankara, 1997
İsmail Karagöz, Kur'an'a Göre İnsana Verilen Görev ve Değer, s. 218. Çelik Yay. İst. 1996. bk. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, III, 1740. Eser neşriyat, İstanbul,1971.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Ahlak maddesi : 2/1-4Türkiye diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Amel maddesi : 3/13-20
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi İman maddesi : 22/212-214
* Not : Bu vaaz Projesi Din İşleri yüksek Kurulu Uzmanı Ömer ÖNEN tarafından hazırlanmıştır.

[1] Asr Suresi; 103/1 – 3; Ankebut, 29 (1-7) Bakara, 20/25; Nisa, 4/57
[2] Kürsüden öğütler, DİB, S.125
[3] Asr, 103/1-4
[4] Taha, 20/75
[5] Bakara, 20/25
[6] Kalem, 68/4
[7] Buhari, İman, 18, ( I,12)
[8] Buharî, İman, 15. ( I,66 )
[9] Müslim, İman, 58 , ( I, 63)
[10] Buhari, Rikak, 42, ( III, 193)
[11] Ahmed, VI,z (68,155), Malik, Husnü'l-Huluk, 8, (II, 904)
[12]Ahmed, 68, (VI, 155), ( I, 403),
[13]Nesai, İftitah, 16,(II,129),
[14] Nesai,İstiaze, 21, (8,264),
[15] Tirmizi, Birr,71, (IV,370)
[16]Buhari, Edeb,38. (VI1,181), Müslim, Fedail, 68, (II,1810); Tirmizi, Birr, 47 (IV,349)
[17]Tirmizî, Birr, 62, (IV, 362)