15 Nisan 2008 Salı

İSTANBUL'UN FETHİ


Fetih Kavramı ve İstanbul’un Fethi
Arapçada “Açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” anlamlarında olup meşru görülen savaşlarda alınan toprakların günümüzde de görülen sömürü ve istila savaşlarından ayırmak için “Fetih” kelimesi kullanılır. Fetih kelimesi kalbi ve aklı İslam gerçeğine açmak, İslam tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak, insanın kalbine ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak anlamında çokça kullanılır.
Peygamberimiz(s.a.v.) “Ülkeler ve şehirler zorla alınır. Medine ise Kur’an ile fethedilmiştir.” buyurur. (Belazuri, I, 6) İslam inancı nereye ulaşmışsa o topraklar çeşitli ırk, din ve mezheplerin korunma imkânı bulduğu bir sığınak olmuştur. Böylece Müslümanlar belirli bir prensip ve amaç uğruna gittikleri yerlere barış, adalet ve fazilet getirmişlerdir. Adalet ve esitliğe dayanan bir anlayışla fethettikleri yerlerde tevhid anlayışını ve iman huzurunu taşıyarak “Yeni bir dünya” düzeninin müjdesini vermişlerdir. Fetihlerle Müslümanların hâkimiyetine geçen ülkelerin halkı asla İslam dinini seçme konusunda zorlanmamıştır. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara sr. 2/256; Yunus sr. 10/99; Keyf sr. 18/29) ayetlerinde açıkça belirtilmektedir. Fethedilen yerlerde cizye ödemek şartıyla kendi dinlerinde kalma hürriyetine ve bu cizyenin karşılığı İslam devletinin hâkimiyeti ve himayesi altında girme hakkına sahip olmuşlardır. Bu esas peygamberimizin(s.a.v.) Tevbe suresi 29. ayetine dayanarak Tebük Gazvesi’nde uyguladığı cizye usulü ele alınmak suretiyle ilk fetihlerden itibaren değişmeyen bir prensip olarak uygulanmıştır. “Din ve Vicdan” hürriyeti sağlanarak mabetlerine dokunulmadığı gibi ibadetlerine de karışılmamıştır.
İslam fetihlerinin asıl gayesi; ila-yi Kelimatullah’tır. Nitekim peygamber efendimize “Allah yolunda olan kimdir? Ganimet kazanmak için harp eden mi? Cesaretiyle şöhret kazama amacında olan mı? Yoksa kabilesiyle dayanışma halinde bulunduğunu göstermek isteyen mi? “ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir; “Hiçbirisi değildir. Sadece Allah’ın adını yüceltmek için savaşan kimse Allah yolundadır.” (Buhari, İlim,45;Cihad 15, Müslim, ‘İmare’, 149,151)
Fetihler sonuncunda İslam devletlerinin himayesi altına alınan insanlar, hem islamiyet’in safiyet ve yüceliğini görme; hem de tevhit sancağında temizlenmiş sevgi, saygı, merhamet, insaf ve iman sahibi olmuş Müslümanları tanımışlardır. Bunun sonucu, doğrunun yanlıştan, adaletin zulümden, güzelin çirkinden, Tevhit’in şirkten farkını görmüşlerdir. Müslümanların müsamakâr, adil, insaflı, insan ve hak haysiyetine saygılı idareciler olduğunu bizzat yaşamışlardır. Böylece inananlar Allah’ın rızası yolunda “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din de tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin. Eğer vazgeçerlerse onları bırakın. Şüphesiz ki Allah ne yapacaklarını hakkıyla görücüdür.”(Enfal sr. 8/39; Bakara sr. 2/193) ayetinin gereğini yaparak kulluk vazifelerini gerçekleştirmişlerdir.
Burada size Fethin en güzel örneklerinden olan İstanbul‘un.fethini anlatmaya çalışacağız.
İSTANBUL’UN FETHİ
İstanbul’un fethini peygamberimiz s.a.v. müjdelemişlerdir. Hendek harbinde, hendekler kazılırken, kimsenin kaldıramayacağı bir tasa rastlandı. Müminler dediler ki ‘Ya Rasullullah, biz bu taşı kaldıramıyoruz.’ Bunun üzerine peygamberimiz(s.a.v.) besmele çekti ve kazma ile taşa vurunca, tas 3’e parçalandı. Her bir parça ayrı istikamete gitti. Bu sıçrayan taşlar üç fethi simgeliyordu. Bunlardan biri İstanbul’un fethi, diğeri İran’ın fethi, diğeri de Mısır’ın fethidir. O günden beri, güzide şehir İstanbul’un fethi için birçok millet seferler düzenlemiştir. 17 defa gayrı müslimler tarafından muhasara olunduğu gibi 7 defa Araplar, 5 defa Türkler tarafından kuşatılmıştır. Fakat Cenab’ı Allah, fethi Sultan Fatih’e nasip etmiştir. Böylece peygamber efendimizin(s.a.v.) bu büyük müjdesine mazhar olunmuştur. Hem Sultan Fatih, hem onun ordusu ve hem de evlatları olarak bizler bu Hadis-i şeriften elbette gurur ve şeref duyuyoruz.
Bir baska Hadis-i Şerifte ise Peygamberimiz(s.a.v.)
‘Letuftahannel Kontantiniyyete,Felenığmel Emıru Emıru Ha ,Felenığmel Ceyşu Zalıkel Ceyş’
‘İstanbul mutlaka fetih olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, Onu fetheden asker ne güzel askerdir buyurmuştur.’ Tabiî ki bu Hadis-i Şeriften alacağımız birçok dersler vardır. Hadis-i Şerif bize İstanbul’un mutlaka fetih olunacağını gösteriyor. Bundan alacağımız ilk ders şudur, bir çağı kapatıp, bir çağı açabilmek için kuvvetli bir inanç lazımdır. Diğer taraftan, fetih için kumandan lazımdır, fetih için inançlı asker lazımdır.
İstanbul’un Fethi, 21 yaşında tahta çıkan Sultan Fatih’in, ilk uygulamaya koyduğu plan olmuştur. Çocukluğundan beri, bu Hadis-i Şerife mazhar olmak için gece gündüz çalıştı. Aklı fikri İstanbul’un fethindeydi. Her zaman söylenir. Bir işi başarmak için inançlı olmak, O işin delisi olmak gerekir. Sultan Fatih de İstanbul’un fethinin delisi idi. Sultan Fatih Osmanlı İmparatorluğu ile İslam dininin yüceliğini tüm dünyaya kabul ettirme arzusunun büyüklüğünden ‘Ya ben İstanbul u alırım, Ya da İstanbul beni’ diyerek İstanbul un fethine verdiği önemi açıkça belirtmiştir. Şu sebeplerden dolayı Fatih artık İstanbul’ u fethetme zamanının geldiğini biliyordu.
Üç kıtaya hâkim, deniz yollarının ve dünya ticaretinin merkezi olan İstanbul, herkesin almak istediği ama güç yetiremediği değerli bir şehirdi. Napolyon Bonapartınn ‘yeryüzü bir hükümetin idaresinde bulunsa merkezi İstanbul olması gerekir. İstanbul a hakim olabilen, dünyaya hakim olabilir’ sözü şimdi bile diğer devletlerin Konstantiniyye sevdasını ortaya koyar.
Osmanlı imparatorluğunun sınırları, Anadolu‘dan Rumeli ye kadar uzanmıştı. Arada kalmış olan Bizans iç ve dış güvenliğini tehdit ediyordu. Bizanslılar Müslümanlara çok büyük zulümler yapıyor, Haçlı seferleri çok defa burada hazırlanıyordu.
Fatih in İstanbul un fethini istemesinin en önemli sebebi ise, Peygamber Efendimizin müjdesine ve Allah ü Tealanın affına mazhar olabilmekti. Fetih aşkıyla yanan Fatih in babası Sultan Murat Hacı Bayramı Veli ( hz.) ile aynı zamanda yaşamışlardır. Padişahı ziyarete saraya gittiği bir sefer Sultan Murat bu büyük zata İstanbul un fethinin O na nasip olup olmayacağını sorar. Hacı Bayramı Veli henüz 5–6 yaşlarında bahçede oynayan II. Mehmet ile yanındaki talebesi Akşemseddin’i göstererek ‘Fetih, Sana değil ama senin şu küçük çocuk ile bizim köseye nasip olacak ‘diye müjdeyi vermişti.
Konstantiniyye yi Osmanlıdan korumak için papa ve kral asker ve maddi destek ayinleri düzenleseler de başarılı olamamışlardır. Hatta Bizans halkı ‘İstanbul da Latin külahı görmektense, Türk sarığı görmek daha evladır’ demişlerdir.
Fatih padişahlığa ilk geçtiği günlerden itibaren hazırlıklara başladı. Gece gündüz demeden çalışmaya devam etti. Dünyanın en muhteşem şehri olan İstanbul’u fethetmek için her şeyi seferber etti. 200 bin kişilik ordusuna ilaveten, dünya tarihinde ilk defa yeri göğü inleten toplar döktürüldü. (Edirne’de hazırlanan bu toplar hakkında Frantzes, bu toplardan bazıları o kadar büyüktü ki her birini 40–50 çift öküz veya 2000 den fazla insan çekiyordu. Bu topların sayısı da 200 kadardı diye belirtmiştir.) İşte bu azim “Tekeden bile süt çıkartılır” dercesine, dağları toplarla devirecek, gemileri karadan yürütecek yüreklerin İnancının zaferidir. Bunu Allah-ü Teala ecdadımız olan Sultan Fatih’e nasip etmiştir.
Bir kış ayında, 400 gemi, 4 ayda koskocaman Rumelihisarı ve 200 bin kişilik ordu, 5 Nisan 1453 günü surların önünde yerlerini aldılar. 6 Nisan günü İslam’ın gereği olarak “Teslim ol” çağrısını yaptılar. Ne zaman ki Bizans “Teslim olmayacağız” dedi. O zaman zafer bayrakları dalgalanmaya başladı. Tellallar ve Mehter marşları eşliğinde “Hücum” emri verildi.
Hücum emri verilirken, Sultan Fatih önce askerleriyle birlikte Cuma namazını kıldı. Allah’a zafer için yalvardı. Yalvarırken, Allah’ın en aciz kullarından biri gibi görünüyordu. Duasını yapıp, ayağa kalkıp hücum emrini verdiği zaman da, dağları titreten bir Aslan gibi görünüyordu.
Ne güzel asker, ne güzel Kumandan müjdeleriyle övülen İstanbul un fethinin her noktasından almamız gereken birçok dersler vardır. 52 gün gece gündüz. Aman Yarabbi! Ne büyük bir savaş, ne büyük bir azim ve ne büyük bir gayret! Yerin altında ve yerin üstünde, surların önünde, surların üstünde her türlü tedbirler alındıktan sonra, bunları yeterli görmeyen Fatih Sultan Mehmet, işte buradan başlayarak önce tepelere, sonra da Haliç’e doğru 72 parça gemiyi karadan yürüterek denize indirdi. Tarihte görülmemiş en büyük azmi yaşadık ve hepimizin bildiği gibi mutlu son 29 Mayıs sabahı geldi. O gün hücumlar birbirini takip ediyordu. Kaleye bayrağı dikmek Ulubatlı Hasan’a nasip oldu. Fatih’in askerleri orada tutundular. Toplarla açılmış olan gediklerden sular, seller Tekbir sesleri ile İstanbul’un içine girdiler. Bir Hadis i Şerifte bu durumu Peygamberimiz s.a.v. bize bildirmiş ‘Hak Teala mümin kullarına Roma’nın merkezi Konstantini tesbih ve tekbir sesleri ile fethini nasip etmedikçe Kıyamet kopmayacaktır’ buyurmuştur.
Fetih gerçekleşince Sultan Fatih önce Ayasofya’ya gitti. Orada iki rekâtlık bir şükür namazı kıldı. Ayasofya’yı kıyamete kadar cami olarak kullanılmak üzere vakfetti. Ve hemen arkasından Akşemseddinin yardımlarıyla keşfedilen Eba Eyyüb El-Ensari Hazretlerinin kabrini ziyaret etti. Böylece tarihin en muhteşem fethi yaşandı. Bir çağ kapandı. Bir çağ açıldı. İstanbul’un fethini bugün; aynen surların önündeki askerler gibi, tekrar hep beraber yaşıyoruz.
İstanbul’un Fethi’nin 554. Yıldönümünü kutlarken her zaman olduğu gibi bir kere daha 5 şeyden ders almak mecburiyetindeyiz. Birincisi; Sultan Fatih’tir. Ne güzel kumandan, ne güzel gençlik timsali, 21 yaşında çağı açıp, çağı kapatan tarihin eşsiz şahsiyetlerinden biri. 30 Mart 1432 Pazar günü sabaha karşı Edirne’de dünya’ya geldi. Hüma Hatun’dan bir oğlunun dünya’ya geldiğini, 6. padişah Sultan Murat Han’a müjdelediklerinde, Murat Han “Ravza-ı Murad’da bir gül-i Muhammedi açtı” diyerek sevincini ifade etmiştir.
O vakitler bütün Müslüman aileleri çocuklarının iyi yetiştirilmeleri için çok dikkat ederlerdi. Bilhassa şehzadeler zamanın en üstün hocaları tarafından yetiştirilirlerdi. Şehzadeleri okutmak üzere hocalara teslim eden Sultanlar, “Hocam bu çocuğun eti sana kemiği bana” diye tembihte bulunurlar ve bununla da hocanın istediği anda terbiyesi ve iyi yetişmesi için Şehzadeyi dövebileceğini ifade ederlerdi.
Fatih Mehmet de diğer şehzadeler gibi, okuma çağı gelinceye kadar en iyi ve en üstün mürebbiyeler (terbiyeciler) tarafından dikkat ve itina ile büyütüldü. Çok zeki, atılgan ve afacan bir çocuktu.Sultan Murat okumaya karşı gevşekliğini ve halim, selim hocalarını dinlemediğini görünce, kendi hocası Molla Yegan’ın tavsiyesi üzerine Mısır dan gelen, değerli bir hoca olan Molla Gürani ye götürdü.Molla Gürani 2metre boyunda,iri cüsseli,disiplinli ve azametli bir adamdı. Heybetinden küçükler değil, büyükler de korkardı.,Molla Güran i eline bir kızılcık sopası alarak Fatih Mehmet in ilk dersine girdi. Fatih hocadan ve sopadan korktuğu için babasına sokularak ‘ ben bu hocadan ders almam’ dedi. O zaman Sultan Murat han, Aman sus!Hocan duymasın elindeki sopa ile hem seni döver,hem de beni ‘deyince Mehmet işin ciddiyetini anladı ve derslere devam etti.Molla Gürani dünya zevklerinde,maddi cazibede gözü olmayan,mevki ve servet kırsına bürünmemiş,hak ve adalet üzerine hareket eden mütevazi bir zattı.Fatih adil ve merhametli olma gibi meziyetleri O ndan edinmiştir.
II.Mehmet FATİH Şahsiyetini ,13_15 yaşları arasında 2 yıllık padişahlık yaptıktan sonra babasının tekrar tahta geçmesi ile 2. defa şehzade sıfatıyla Amasya ya gelmesinde kazanmıştır. Haçlıların kendisini çocuk görmeleri,bazı vezirlerin idarede eksik ve tecrübesiz saymaları O nu çok etkilemişti.Amasya ya dönmeyi büyük bir fırsat bilmiş,daha çok çalışıp kendisini ilim ve irfana vermiştir.2. talebelik devri 7 yıl sürmüş ,tamamen akademik olmuştur.Hocaları Molla Gürani,Molla Hüsrev,Hocazade Müslihiddin Mustafa,Fahreddini Acemi,Hoca Hayreddin gibi çok kıymetli zatlardır.
Şehzade Mehmet’e bir yandan din dersleri_Kur an ı Kerim kıratı,Arapça,fıkıh,hadis,feraiz,kelam,siyer,ahlak,Arap edebiyatı ,Türk dili ve edebiyatı öğretilirken,diğer yandan da kültür dersleri verilmiş, ayrıca zanaat öğretilmiştir. Hususi hocalarla askerlik dersleri,binicilik,atıcılık talimleri yaptırılmıştır.
Şehzade Mehmed’in bilhassa fen derslerine çok önem verilmiştir. Özel bir hocanın bizzat Fatih’e çözdürdüğü bin kadar geometri problemleri çizilmiş şekliyle elde mevcuttur. Şehzade Mehmed’e ayrıca lisan dersleri de okutulmuştu. Fatih okuduğu bütün lisanları tamamıyla öğrenmişti. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İbranice ve Sırpçayı çok iyi biliyordu. Çok iyi yetiştirilen ve hesap dersleri de çok kuvvetli olan Fatih büyük bir mucitti.
Nitekim 30 senelik saltanatı devrinde daima ,bir başlanacak işin planı ve bir bitecek işin endişesiyle yoğrulmuştur. Fakat ayarlı ve kıvamlı şahsiyeti,her zaman düzenleyici rolünü oynamıştır.Bu devamlı faaliyet,idare ve kararlı hali en sert dönemeçlerde bile sukünunu kaybetmemiş,her zaman kendisini ve memleketini kurtaracak liyakat ve idareyi gösterebilmiştir.Fatih’in İlim ve Bilim adamlarına saygı ve hürmeti son derece fazla idi. Fatih Sultan Mehmet her Ramazan’da bütün alimlere ve hocalara iftar verirdi. Onlarla sohbet eder ve hatırlarını sorardı.
Fatih bir taraftan İYİ BİR SİYASETÇİ,iyi bir Devlet adamı ve Komutan iken.,diğer taraftan maneviyatı güçlü bir Mutasavvuf’tur. Eğer Fatih,fikirde ve fiilde tasavvuf şuuru ile çift olmasaydı,yine de dünyanın cihangirliği ile boy ölçüşebilirdi ama FATİH olamazdı denilir.(Semiha Ayverdi,edebi ve manevi dünyası içinde Fatih,s.32.) Fatih i Fatih yapan manevi gücüdür.
Fethi anarken Fatih’in hayatından alacağımız ders; İnancı tam, ilmi donanımlı, ahlak ve maneviyatı güçlü, hakkı hakim kılma peşinden koşan, gençler yetiştirmek olmalıdır.
İstanbul’un fethinden alacağımız derslerden ikincisi, en büyük insan şüphesiz Eba Eyyüp El-Ensari Hz.’dir.Efendimiz(s.a.v.)’e Medine’den gelip, ilk biat eden Müslüman. Efendimiz(s.a.v.)’in devesinin hicretten sonra evinin önünde çöktüğü Müslüman. Efendimiz(s.a.v.)’i o misafir etti. İlk İslam devleti onun evinde kuruldu. İşte o insan, Peygamberimiz(s.a.v.) hayattayken, bütün İslam ordusunun her seferinde bayraktarlık yaptı. Bu ne büyük şeref, ne eşsiz mazhariyet. Kumandanı Allah’ın sevgilisi olan ordunun bayrağını Eba Eyyüp El-Ensari taşıyor. Askerlerin her biri Eshab-ı Kiram, her biri peygamber gibi, her biri insanlığa yol gösteren, gökte parlayan bir yıldız gibi. Böyle bir ordunun her sefer bayraktarı Eba Eyyüp El-Ensari Hz.’dir. Bunlardan bir tanesine bir insan nail olsa, ona binlerce insana şefaat etmek hakkı nasip olur. Ne müthiş bir insan. Allah şefaatinden ayırmasın.
İşte bu insan, daha önce İstanbul surları önüne geldi. 90 yaşında 6 oğlu ile birlikte oklara karşı herkesten önce o atılıyor.
Genç kumandan; “ Ya Ensari, sen bize Allah Resulü’nün bir hediyesisin. Niçin bu oklara atılıyorsun? Sana birisi isabet ederse, biz ne yaparız? Niçin geride durmuyorsun?” Birkaç kere bunları kendisine söyledi. Ama onu durduramadı. En sonunda durdurmak için, “Sen şu ayetin manasını biliyor musun, neden kendini tehlikeye atıyorsun?” dendiği zaman, işte Bizans’ın okları altında Eba Eyyüp El-Ensari genç kumandana muharebe meydanında vereceği dersi verdi.
Dedi ki; “Evladım sen kaç yaşındasın? Bak gördün mü? O ayetin açıklandığı zaman sen daha doğmamıştın. Bu ayette söylenen nedir; Ey Müslümanlar hurmaların altını havalandıracağız, yapraklarını temizleyeceğiz diye dünyalık işlere dalıp, hakkı, adaleti hâkim kılmaktan geri durmakla kendinizi tehlikeye atmayın” demektir. Biz bu ayeti yaşadık dedi.
İşte kumandana o dersi verdi ve de bütün hayatı boyunca böyle büyük şereflere mazhar olmuş Eba Eyyüp El-Ensari Hz.’lerine tabiî ki yüce Allah şehit olmayı nasip edecekti. Ve bu muradına ulaştı.
Bugün hepimiz Eba Eyyüp El-Ensari Hz’nin 90 yaşında beyaz atının üzerinde 6 tane evladıyla, üç yanda elinde kılıç surların önünde atının şahlanışını gösteren bu fotoğrafı görür gibiyiz. Bu fotoğraf bize “ Şuurlu bir Müslüman nasıl olur”, apaçık göstermektedir.
Bu gün İstanbul’un Fethi’ni anarken alacağımız derslerden üçüncüsü de; Akşemseddin Hazretleridir.Onu da yâd etmeye mecburuz. Soyu Hz. Ebu Bekire dayanan Akşemsettin 1390 da Şam’da doğmuştur. 7 yaşında ailesiyle birlikte Amasya’ya gelip Kavak ilçesine yerleşmişlerdir. Hafızlığı ve çok iyi dini tahsiliyle birlikte tıp eğitimi de almış iyi bir tabiptir. 25 yaşlarında iken kendisine bir mürşid ararken Hacı Bayramı Veliyi tavsiye ettiler. Bir müddet düşünse de ünü Anadolu’ya yayılmış olan “ Zeynüddin sEl- Hafi” ye intisap için Halep’e gittiğinde rüyasında boynuna takılı bir zincirin Hacı Bayramı Velinin elinde olduğunu görür. Ankara’ya dönerek ona intisap eder. Vefatından sonra da yerine irşad makamına geçer.
Dini ilimlerinin kuvvetli olmasıyla Osmanlı müderrisliğine alınır. Fatihin 1453 baharında İstanbul’u muhasarası için Edirne’den yola çıktığını haber alınca Akşemsettin , Akbıyık Sultan ve diğer şeyhler müritleriyle birlikte orduya katılırlar. En sıkıntılı anlarda askerlere manevi destek verirler.
Fetihten sonra Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazında hutbeyi Akşemsettin okur. Namazı da “hiç üzerine güneş doğmamış” kişi olan Fatih Sultan Mehmet kıldırır. Fatihin isteği üzerine şehid Sahabi Ebu Eyyib el- Ensari kabrini keşfeder.
Fetih’te Akşemseddin’in iradesi, dirayeti ve manevi desteği çok büyüktür. Ve her zaman hatırlanmalıdır.
Akşemsettin Hz.’leri Fatih’in hocasıdır. Büyük ilim adamıdır. Onun en büyük tarafı ise, her şeyiyle tabii oluşu, yeryüzünde Hakkın Hâkim olması için canla başla çalışmasıdır. O âlim, İstanbul’un Fethinde çadırlardan, siperlerden ayrılmayıp; askere Fethin mutlaka olacağı inancını aşılamış, Bütün bu maneviyatı vermek için canla başla çalışmıştır.
İstanbul’u anarken unutmayacağımız büyük olaylarda dördüncüsü de; Ulubatlı Hasan’dır. Nasıl efendimiz Hadis-i Şerifinde; “İstanbul’u Fethedecek Kumandan ne güzel Kumandan” diye buyuruyorsa “O’nu Fethedecek Asker, ne güzel Askerdir.” Diye buyuruyor. İşte o kumandan Sultan Fatih ise, o askerlerin timsali de Ulubatlı Hasan’dır. Hadis-i Şerifteki methedilmiş asker. Ulubatlı Hasan gibi olmaya özenmeliyiz. Hakkı Hâkim kılmak için çalışan ve her türlü zorluğa göğüs geren, hakkın gücüyle Hakkın bayrağını surlara diken Ulubatlı Hasan, ne güzel asker ve ne güzel örnektir.
İstanbul’un Fethinde beşinci önemli olay da, Ayasofya’dır. Necip Fazıl der ki;
Dünyanın her bir köşesinde çeşitli mabetler ve bu mabetlerin taşıdığı manalar vardır. Fransa da Notradam Kilisesi onlara göre güzel mimariye sahip bir binadır. Süleymaniye haşmet timsali, dünya imparatorluğun sembolüdür.
Ayasofya Cami’nin manası da Hakkın Batıla galebesinin sembolüdür.
Fetihten sonra Ayasofya derhal Camiye çevrilmiş, ilk Cuma namazı ordusuyla birlikte burada kılmıştır. Hemen tamiri yapılmış cami için bir nizamname (kanunname) ve Vakfiye hazırlanmıştır.
Ayasofya’yı vakfeden Fatih Sultan Mehmet II. in vakfiyesinden bir bölüm aktarmak yerinde olacaktır.
“…Yerler ve gökler devam ettiği müddetçe, benim vakfettiğim Ayasofya’nın vakıf şartlarını kimse değiştiremez, bozamaz. Koyduğum esaslar birer kanundur. Bunların bir tek noktasını kimse ne eksiltebilir, ne de çoğaltabilir. Bunları yapmak Allah’ın haram kıldığı şeylerdendir. O Allah ki levhin, kalemin, arşın, kürsînin yerlerin ve göklerin halıkı ve muhafızıdır.
Nefis Ayasofya kıyamete kadar camii olarak vakfedilmiştir. O’nu Allah’a, ahirete, O’nun heybetine inanan hiçbir mahlûk-sultan olsun, hâkim olsun, ,değiştiremez. Vakıf şartlarını kim değiştirirse, Allah’ın, meleklerin, bütün insanların ve lanet edenlerin laneti onun üzerine olsun. Onlar hiçbir zaman hafiflememiş bir azap içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”
Ne var ki ”Vakıf binalarını, vakfedenin vakıf şartlarından başka maksatlar için kullanılamayacağı” vakıf yasalarında yazılı olduğu halde 24 Kasım 1934 tarihinde Ayasofya’nın müze haline getirilmesi onaylanmıştır.
Eğer bir gün ecdadımızın kanları pahasına zapt ettikleri güzel İstanbul’da bize bıraktıkları eser ve mirasa sahip çıkabilirsek o zaman o zaman Fetih gerçek manasına ulaşmış olacaktır. Uyanık gençliğimizin bu günlerin özlemi içinde bulunması, duygularını her an taze tutması dileğimizdir.
Gerçekleri hepimiz biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki bu gerçeklerden ders almaya her zamankisinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü işte Türkiye’mizin hali, işte dünyanın hali.
Herkesin mesut olduğu bir dünyayı, herkesin mutlu olduğu bir Türkiye’yi bugün her zamankinden daha çok özlüyoruz. Bugün insanlarımızın çekmekte oldukları maddi ve manevi ızdıraplardan bir an evvel kurtulup; bütün Ünsanlığın aradığı barış ve saadet dünyasına kavuşabilmek için yeni bir dönemi başlatmaya mecburuz.
Şu içinde bulunduğumuz günler sadece İstanbul’un Fethinin 554. yıl dönümünü yâd etmek değildir. Bununla birlikte “Yeni bir fetihle”, “Yeni bir düzen” in başlatılması gereğinin şuuru ve heyecanını yaşamalıyız. Bunun için canla başla çalışmalıyız. Yeni Fatih’lerin, Akşemsettin’lerin, Ulubatlı Hasan’ların, Molla Gürani’lerin, Sultan II. Murat’ların yetişmesi için çalışmalıyız. Onları doğuracak kızlarımızın yetişmesi için çalışmalıyız. Fetih topluma getirdiği adaleti, hürriyeti, ve saadeti tekrar kazanmak için var gücümüzle çalışmalıyız. Bunun için şükür haklı sebeplerimiz var …
Çünkü inanıyoruz…
Çünkü biz şerefli bir milletin ve şerefli bir tarihin evlatlarıyız.
Çünkü bizim milletimiz, tarih boyunca ne zaman bunalmış, hatta “Artık bitip yok edildi zannedildiğimizde” onun arkasında en kısa zamanda harikalar gerçekleştirerek, parlak dönemlere ulaşmıştır.
Düşünün ki; 1453’te İstanbul fethedilmeden 50 yıl önce bütün Anadolu Timur’un istilasına uğramıştı. Her şey bitti zannedilirken; Anadoludaki yeni atılımlar fışkırmış, bir çağı açıp, bir çağı kapatacak en muhteşem ‘Fetih’ gerçekleşmiştir.
Aynı şekilde 1918’de ülkemiz yabancıların işgaline uğramış, her şey bitti zannedilmiş buna rağmen bu aziz millet, hatta bir gün bile dinlenmeden Kurtuluş Savaşı’nı başarmıştır.
İşte millet olarak son 10 yılda yaşadığımız bütün maddi ve manevi tahribata, tıkım ve sıkıntılara rağmen bugün inancımızı ve ümidimizi diri tutmak zorundayız.
Bütün insanlığın saadet ve selameti için,
Yaşanabilir bir Türkiye,
Yeniden büyük bir Türkiye için
Barış ve adalete dayanan “Yeni bir dünya” için var gücümüzle çalışacağımıza söz vermeliyiz.
Zafer inananlarındır.
Allah yardımcımızdır.

CUMA GÜNÜ VE CUMA NAMAZI

CUMA GÜNÜ VE CUMA NAMAZI[1]


Cuma, İslâmiyet’te büyük değer verilen haftalık toplu ibadetin yapıldığı gün ve o gün ifa edilen ibadetin (namazın) adıdır. İslâm’dan önce haftanın altıncı gününe arûbe denirdi. Bu günün Cuma adını alması bilhassa toplantı günü olmasından kaynaklanmaktadır. Aynı adı taşıyan surede “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır”[2] buyrulması, Cuma namazının farz kılınmadan önce de günün bu adla anıldığına ve toplantı günü olduğuna işaret etmektedir. Hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre Cuma, haftalık ibadet günü olarak daha önce Yahudi ve Hıristiyanlar için tayin ve takdir edilmiş, fakat onlar bu konuda ayrılığa düşerek Yahudiler cumartesiyi, Hıristiyanlar pazarı haftalık toplantı ve ibadet günü olarak benimsemişlerdir. Allah da Cuma gününü Müslümanlara nasip etmiş, onları bu konuda hakka ulaşmaya muvaffak kılmıştır. Böylece İslâm’da haftalık toplu ibadet günü olarak Cuma günü seçilmiş, bu günün bir bayram olduğu birçok rivayette açıkça belirtilmiştir.
Sahip olduğu özelliklerden dolayı gerek fert gerekse toplum olarak Müslümanlar açısından büyük önem taşıyan Cuma gününde, farz olan Cuma namazının dışında boy abdesti almak (bazı alimlere göre farzdır), bıyıkları kısaltma, tırnak kesme vb. bedeni temizlikleri yapmak, güzel ve temiz elbise giymek, güzel koku sürümek, camiye erken gitmek, Hz. Peygamber’e salâtü selam getirmek gibi hususların yerine getirilmesi sünnet kabul edilmiştir. Bir müslümanın Cuma namazı ile yükümlü olabilmesi için erkek, hür, mukim (dinen yolcu sayılmayan) ve mazeretsiz olması şarttır. Cuma günü imam minbere çıkıp iç ezanın okunmasından itibaren namaz kılınıncaya kadar alışveriş ve benzeri bir dünya işiyle meşgul olmak, Cuma günü namaz vakti girdikten sonra yolculuğa çıkmak gibi bazı hususların yapılması yasaklanmıştır. Hadis-i şeriflerde Cuma günü gerekli temizliği yaptıktan sonra camiye gidip hutbe dinleyen ve namazı kılan kimsenin o gün ile daha önceki Cuma arasında işlemiş olduğu günahların affedileceği haber verilmiş, bu günü önemsemeden üç Cuma namazı terk eden kimsenin kalbinin mühürleneceği bildirilmiştir.



IV. KONU İŞLENİRKEN BAŞVURULABİLECEK BAZI ÂYETLER VE HADİSLER
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.”[3]

عَنْ أبي هُرَيرَةَ، رَضِيَ الله عَنْهُ، قالَ: قالَ رسولُ الله صلى الله عليه وسلم: خَيْرُ يَوم طَلَعَتْ عَلَيْهِ الشَّمْسُ يَوْمُ الجُمُعَةِ: فِيهِ خُلِقَ آدَم، وَفيه أُدْخِلَ الجَنَّةَ، وَفِيهِ أُخْرِجَ مِنْهَا.
Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Üzerine güneş doğan en hayırlı gün cuma günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün cennete konuldu ve yine o gün cennetten çıkarıldı. ”[4]
وَعَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ الله صلى الله عليه وسلم: مَنْ تَوَضَّأَ فأَحْسَنَ الوُضُوءَ ثمَّ أَتَى الجُمُعَةَ، فاسْتَمَعَ وَأَنْصَتَ، غُفِرَ لَهُ مَا بَيْنَه وَبَينَ الجُمُعَةِ وَزِيَادة ثَلاثَةِ أَيَّامٍ، وَمَنْ مَسَّ الحَصَى، فَقَدْ لَغاَ.
Yine Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Bir kimse güzelce abdest alarak cuma namazına gelir, hutbeyi ses çıkarmadan dinlerse, iki cuma arasındaki ve fazla olarak üç günlük daha günahları bağışlanır. Kim hutbe okunurken çakıl taşlarıyla oynarsa, boş ve mânasız bir iş yapmış olur. ”[5]

وَعَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قالَ: الصَّلَوَاتُ الخَمْسُ وَالجُمُعَةُ إلى الجُمُعَةِ، وَرَمَضَانُ إلى رَمَضَانَ، مُكَفِّرَاتٌ ما بَيْنَهُنَّ إذا اجْتُنِبَتِ الكَبَائِرُ.
Yine Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Büyük günahlardan kaçınıldığı sürece, beş vakit namaz ile iki cuma ve iki ramazan, aralarında geçen günahlara keffaret olur. ”[6]

وَعَنْهُ وعَنِ ابنِ عُمَرَ، رَضِيَ الله عَنْهُمْ، أَنَّهُما سَمِعَا رسولَ صلى الله عليه وسلم يقولُ عَلى أَعْوَادِ مِنْبَرِهِ: لَيَنْتَهِيَنَّ أَقْوَامٌ عَنْ وَدْعِهِمُ الجُمُعَاتِ، أَوْ لَيَخْتِمَنَّ الله عَلى قُلُوبِهِمْ، ثُمَّ لَيَكُونُنَّ مِنَ الغَافِلِينَ.
Ebû Hüreyre ile İbn Ömer (r.a)’den rivayet edildiğine göre bu iki sahâbî Resûlullah (s.a.v)’in minber üzerinde şöyle buyurduğunu duymuşlardır: “Bazı kimseler cuma namazlarını terketmekten ya vazgeçerler veya Allah Teâlâ onların kalplerini mühürler de gafillerden olurlar. ”[7]

َعَنِ ابنِ عُمَرَ رَضِيَ الله عَنْهُمَا، أنَّ رَسولَ الله صلى الله عليه وسلم قالَ: إذا جَاءَ أَحَدُكُمُ الجمعُة، فَلْيَغْتَسِلْ.
İbn Ömer (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Biriniz cuma namazına gideceği zaman boy abdesti alsın. ”[8]
عن أبي سعيدٍ الخُدْرِيِّ، رَضِيَ الله عَنْهُ، أَنَّ رسولَ الله صلى الله عليه وسلم قَالَ: غُسْلُ يَوْمِ الجُمُعَةِ وَاجِبٌ عَلى كُلِّ مُحْتَلِمٍ.
Ebû Saîd el–Hudrî (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Her bâliğ olan kimseye cuma günü boy abdesti almak gereklidir. ”[9]

َعَنْ سَمُرةَ، رَضِيَ الله عَنْهُ قالَ: قالَ رَسُولُ الله صلى الله عليه وسلم: مَنْ تَوَضَّأَ يَوْمَ الجُمُعَةِ، فَبِها ونِعْمَتْ، وَمَنِ اغْتَسَلَ فَالْغُسْلُ أَفْضَلٌُ.
Semüre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Her kim cuma günü abdest alırsa ne iyi eder; hele boy abdesti alırsa, o daha iyidir. ”[10]

َعَنْ سَلْمَانَ، رَضِيَ الله عَنْهُ، قالَ: قالَ رَسُولُ الله صلى الله عليه وسلم: لا يَغْتَسِلُ رَجُلٌ يَوْمَ الجُمُعَةِ، وَيَتَطَهَّرُ ما اسْتَطَاعَ مِنْ طُهْرٍ، وَيَدَّهِنُ مِنْ دُهْنِهِ، أَو يَمَسُّ مِن طِيبِ بَيْتِهِ، ثمَّ يَخْرُجُ فَلا يُفَرِّقُ بَيْنَ اثنَيْنِ، ثمَّ يُصَلِّي مَا كُتِبَ لَهُ، ثمَّ يُنْصِتُ إذا تكَلَّمَ الإمَامُ، إلاَّ غُفِرَ لَهُ ما بَيْنَهُ وَبَيْنَ الجُمُعَةِ الأخْرَى.
Selmân (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Bir kimse cuma günü boy abdesti alarak elinden geldiğince temizlenir, saçını sakalını yağlayıp tarar veya evindeki güzel kokudan süründükten sonra câmiye gider, fakat orada yan yana oturan iki kimsenin arasını açmaz, sonra Allah Teâlâ’nın kendisine takdir ettiği kadar namaz kılar, daha sonra sesini çıkarmadan imamı dinlerse, o cumadan öteki cumaya kadar olan günahları bağışlanır. ”[11]

عَنْ أَبِي هُرَيرَةَ، رَضِيَ الله عَنْهُ، أَنَّ رسولَ الله صلى الله عليه وسلم قالَ: مَنِ اغْتَسَلَ يَوْمَ الجُمُعَةِ غُسْلَ الجَنَابَةِ، ثُمَّ رَاحَ في السَّاعَةِ الأُولَى، فَكَأَنَّمَا قَرَّبَ بَدَنَةً، وَمَنْ رَاحَ في السَّاعَةِ الثَّانِيَةِ، فَكَأَنَّمَا قَرَّبَ بَقَرَةً، وَمَنْ رَاحَ في السّاعَةِ الثّالِثَةِ، فَكَأنَّمَا قَرَّبَ كَبْشاً أَقرَنَ، وَمَنْ رَاحَ في السّاعَةِ الرّابِعَةِ، فَكَأَنَّمَا قَرَّبَ دَجَاجَةً، وَمَنْ رَاحَ في السَّاعَة الخَامِسَةِ، فَكَأَنَّمَا قَرَّبَ بَيْضَةً، فَإذا خَرَجَ الإمامُ حَضَرَتِ المَلائِكَةُ يَسْتَمِعُونَ الذِّكر.
Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Bir kimse cuma günü cünüplükten temizleniyormuş gibi boy abdesti aldıktan sonra erkenden cuma namazına giderse bir deve kurban etmiş gibi sevap kazanır. İkinci saatte giderse bir inek, üçüncü saatte giderse boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi sevap kazanır. Dördüncü saatte giderse bir tavuk, beşinci saatte giderse bir yumurta sadaka vermiş gibi sevap elde eder. İmam minbere çıkınca melekler hutbeyi dinlemek üzere topluluğun arasına katılır. ”[12]

وَعَنْهُ: أنَّ رَسُولَ الله صلى الله عليه وسلم ذكرَ يَوْمَ الجُمُعَةِ، فَقَالَ: فِيهِ سَاعَةٌ لاَ يُوَافِقها عَبْدٌ مُسْلِمٌ،وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي يَسْأَلُ الله شَيْئاً، إلاَّ أَعْطَاهُ إيَّاه وَأَشارَ بِيَدِهِ يقَلِّلُهَا.
Yine Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) cuma gününden söz ederek şöyle buyurdu: “Cuma gününde bir zaman vardır ki, şayet bir müslüman namaz kılarken o vakte rastlar da Allah’tan bir şey isterse, Allah ona dileğini mutlaka verir. ” Resûl–i Ekrem o zamanın pek kısa olduğunu eliyle gösterdi.[13]

َعَنْ أبي بُردَةَ بنِ أبي مُوسَى الأشعَرِيِّ، رَضِيَ الله عَنْهُ، قَالَ: قَالَ عَبْدُ الله بن عُمَرَ رضيَ الله عَنْهُمَا: أَسَمِعْتَ أَبَاكَ يُحَدِّثُ عَن رَسُولِ الله صلى الله عليه وسلم فى شأن ساعة الجمُعَةِ؟ قَالَ: قلتُ: نعمْ، سَمِعْتُهُ يَقُولُ: سمِعْتُ رَسُولَ الله صلى الله عليه وسلم يَقُولُ: هِي مَا بَيْنَ أنْ يَجلِسَ الإمامُ إلى أنْ تُقضَ الصّلاةُ.
Ebû Bürde İbni Ebû Mûsâ el–Eş`arî (r.a) şöyle dedi: Birgün Abdullah İbni Ömer bana: Cuma günü duaların kabul edildiği zaman hakkında babanın Resûlullah (s.a.v)’den bir hadis rivayet ettiğini duydun mu? diye sordu. Ben de: Evet, duydum. Babam, Resûlullah (s.a.v)’i şöyle buyururken işittiğini söyledi: “O vakit, imamın minbere oturduğu andan namazın kılındığı zamana kadar olan süre içindedir. ”[14]

َعَنْ أَوسِ بنِ أَوسٍ، رَضِيَ الله عَنْهُ، قَالَ: قَال رَسُولُ الله صلى الله عليه وسلم: إنَّ مِنْ أَفضلِ أيَامِكُمْ يَوْمَ الجُمُعَةِ، فَأَكْثِرُوا عَليَّ مِنَ الصَّلاةِ فِيهِ، فَإنَّ صَلتكمْ مَعْرُوضَةٌ عَلَيَ.
Evs İbni Evs (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Günlerinizin en faziletlisi cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokca salâtü selâm getiriniz; zira sizin salâtü selâmlarınız bana sunulur. ”[15]
VI. YARARLANILABİLECEK BAZI KAYNAKLAR
1. Mehmet Zihni, Ni’met-i İslâm, İst. 1316, s. 535-536
2. Ö. Nasuhi BİLMEN, Büyük İslâm İlmihali, İst., sh.160-166
3. Hayreddin KARAMAN, T. D. V. İslâm Ansiklopedisi, “Cuma” maddesi
4. Hayreddin KARAMAN, İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, İst. 1988, I, 11-42
5. Nevevî, Riyazü’s-salihin Terceme ve Şerhi, Müt. M. Yaşar KANDEMİR, İ. L. ÇAKAN, R. KÜÇÜK, Erkam yay., İst.,1997, V/363-383
6. Vecdi AKYÜZ, Mukayeseli İbadetler İlmihali, İst., 1995, I/381-392; II,1-11
7. Komisyon, Kur’an Yolu, D.İ.B, Yay., Ankara, 2003 (ilgili ayetlerin tefsiri).
8. Mustafa FAYDA, T. D. V. İslâm Ansiklopedisi, “Arûbe” maddesi.
[1] Bu vaaz projesi Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Mehmet CANBULAT tarafından hazırlanmıştır.
[2] Cum’a, 62/9
[3] Cum’a, 62/9
[4] Müslim, Cum`a 17, 18, (I,585).
[5] Müslim, Cum`a 27, (I,587).
[6] Müslim, Tahâret 16., (I,209); Müslim, Tahâret 14, 15, (I,209).
[7] Müslim, Cum`a 40, (I,591).
[8] Buhârî, Cum`a 2, 5, 12, (I,212,213,215); Müslim, Cum`a 1, 2, 4, (I,579-580).
[9] Buhârî, Ezan 161, (I,208); Cum`a 2, 3, 12, (I,212,216); Müslim, Cum`a 5, 7, (I,580,581).
[10] Ebû Dâvûd, Tahâret 128, (I,251).
[11] Buhârî, Cum`a 6, 19, (I,213,218).
[12] Buhârî, Cum`a 4, (I,213); Müslim, Cum`a 10, (I,582).
[13] Buhârî, Cum`a 37, (I,224);Talâk 24, (IV,175); Daavât 61, (IV,166); Müslim, Cum`a 13–15, (I,583-584).
[14] Müslim, Cum`a 16, (I,584); Ebû Dâvûd, Salât 202, (I,636).
[15] Ebû Dâvûd, Vitir 26, (I,635).

REGAİB KANDİLİ

a. Regaib kelimesinin Anlamı

Günlük hayatımızda her an gördüğümüz trafik ikaz levhaları gibi insan hayatında da belirgin işaretler ve dönüm noktaları vardır. Bunlar, belirli günler, kandiller ve bayramlardır.
Kandiller zincirinin ilk halkası olan Regaip Kandilindeki “Regâip” kelimesi, Arapça bir kelime olan "re-ğa-be" kökünden gelmektedir. "re-ğa-be", kelime olarak, elde edilmesi arzu edilen değerler, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarf etmek demektir. "Reğîb" kelimesi ise, "reğabe"den türemiş olan bir isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, talep edilen şey demektir. Müennesi, "reğîbe"dir. "Reğîbe"nin çoğulu da "reğâib" dir.
Zamanın her anı değerlidir ve boşa harcanan zamanın telafisi mümkün değildir. Bu nedenle insan ömrünün her anı çok değerlidir. Ancak bazı zamanlar vardır ki onların kıymeti diğer zamanlardan daha fazladır. Regaip gecesinin içinde bulunduğu Recep ayı da bunlardan biridir. Halk dilinde "üç aylar" olarak anılan rahmeti, bereketi ve mağfireti bol olan manevi bir mevsime girişimizin habercisidir. Milletimizin “kandil” olarak adlandırdığı bu geceler, gönül evlerimizi aydınlatan ışıklardır.

Tarihimizde Osmanlı padişahı II.Selim döneminde (1566-1574) camiler aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılarak kutlandığı için bu gecelere kandil geceleri denilmiştir[1].

Regaip kandili bilhassa 18. asırda, tekke ve zaviyelerde gösterişli törenlerle kutlanmış, tasavvuf ehli olan şairlerce bu gece için "regâibiye" denilen şiirler yazılmıştır.

Regâib gecelerinde dua etmek, tevbe ve istiğfarda bulunmak, bu geceyi kutsal kabul ederek çeşitli ibâdetlerle geçirmek, genel olarak alimler arasında kabul görmüştür.

Regaibin diğer kandillerden farklı oluşu hem Recep ayında bulunması hem de Cuma gecesi oluşudur. Ayrıca Recep ayının hususiyetlerinden birisi de Regaib Kandili ve Mirac Kandili olarak bilinen iki kandilin bu ayda bulunmasındandır.
Bu günler ve geceler, kendimizi denetleme ve değerlendirme bakımından önemlidir.
Regâib kelimesi Kur'an'da “Regaib” şeklinde geçmemektedir. Ancak "reğabe"den türemiş olan çeşitli kelimeler, Kur'ân'da sekiz yerde geçmekte ve "reğabe"nin ifâde ettiği mana için kullanılmaktadır[2].

Terim olarak Regâib, Türkçe’de kandil dediğimiz mübârek gecelerden biridir.

b. Regaibin Vakti ve Receb Ayı

Vakti: Hicrî takvime göre, yedinci ay olan Recep ayının, Müslümanlar arasında kutsal kabul edilen ilk cuma gecesi Regaib Kandilidir.
Bu gecede Yüce Allah'ın rahmet, bağış ve yardımlarının dağıtıldığına inanılır. Diğer bir ifadeyle bu ümit ve inançla Yüce Allah’a ibadet edilir.
Kur’an’da haram aylar diye anılan dört aydan bir tanesi Recep ayıdır."Haram Aylar"[3] kavramına gelince kamerî aylardan Zi'l-Ka'de, Zi'l-Hicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. İnsanların güven içinde Hac ibadetini yapabilmeleri için "Haram aylar" ile ilgili hükümler ta Hz. İbrahim (a.s.) zamanında konulmuştur. Hz. İbrahim(a.s.) ve oğlu Hz. İsmail(a.s.) den bu hükümleri alan halk onları devam ettirmiştir. Bu sebeple Cahiliyye döneminde haram aylara girildiği zaman bunların kutsallığına karşı gösterilmesi gereken saygının bir işareti olarak insanlar savaşmaktan ve her türlü saldırıdan kaçınırlardı.
İslam dini ulaştığı toplumlarda prensip olarak var olan iyi ve güzel uygulamalara dokunmaz. Aslı Hz. İbrahim(a.s.)'e dayanan temel amacından uzaklaştırılmış olsa da bu aylarda savaşmamak gibi güzel uygulamaları İslam dini sürdürmüş, bu aylarda kendilerine savaş açılmadığı sürece Müslümanlar müşriklerle savaşa girmemişlerdir.
Kur'an-ı Kerim'de "Haram Aylar"a saygı gösterilmesi emredilmektedir[4].Bu aylarda her Müslümanın yapması gereken belirli ve zorunlu görevler yoktur. Bunun yanı sıra Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Recep ayı girdiği zaman : "Allahım Recep ve Şaban'ı bize mübarek eyle ve bizi Ramazan ayını bize mübarek eyle (Ramazan'a kavuştur) " diye dua etmişlerdir[5]. Ayrıca bu mübarek aylarda çokca oruç tutmuşlardır.Said İbn Cübeyr’den (r.a.) nakledildiğine göre: “Recep ayındaki oruçtan sordum. Bana şu cevabı verdi: İbn Abbas (r.a.)’yı dinledim şöyle demişti: “Rasulullah (s.a.v) Recep ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz; galiba hiç yemeyecek (ayın her gününde oruç tutacak) derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi (ki biz galiba hiç oruç) tutmayacak derdik[6].
c. Regaibin Değerlendirilmesi
Regaib kandilinin gündüzünü oruçla gecesini de ibadetle, Kur’an okuyarak ve dua ederek geçirmek çok sevaplıdır. Dualarımızda şuurlu bir Müslüman’a yakışır şekilde, ümmetin hayrı saadete kavuşması için dua edilmelidir. Efendimiz (s.a.v.) buyurular ki;
"Beş gece vardır ki onlarda yapılan dualar geriye çevrilmez. Recebin ilk (Cuma) gecesi, Şabanın ortasında bulunan gece, Cuma gecesi, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı geceleridir[7]. Bu sebeple Müslümanlar bu geceyi hep ihya etmişlerdir.
Dua ne zaman yapılırsa yapılsın, kulluğumuzu yaratanımıza ifade etmektir. Efendimiz bunu bir kutsi hadisle şöyle ifade etmiştir:
Enes b. Malik (r.a.) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.
Ey Âdemoğlu! Günahların gökyüzünü kaplayacak kadar çok olsa, sonra da benden affını dilesen, seni affederim.
Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen; fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü dolusu bağışla karşılarım.”[8]
Ayrıca dinimizde kutsal sayılan, birçok hikmetli olayların anıldığı bu özel günleri, biz hanımlar, ailemizin gündemine taşıyalım. Küresel emperyalizmin dayattığı özel günlerde hediyeleşmek yerine Efendimiz (s.a.v.)’in sünneti olan bu güzel adeti kandillerde yapalım. Arkadaş veya akraba gruplarıyla bir araya gelerek bu özel günlerin önemi ve hikmeti hakkında konuşalım. Çocuklarımızın bu konuşmalarda bulunmalarını ve sorular sormalarını temin edelim. Çocuklarımız için pasta börek gibi özel ikramlar hazırlayıp kutlama yapalım. Mübarek bir geceyi kutladığımızı anlatalım. Bu vesile ile onlara namazı ve duayı öğretelim.
Bu tür mübarek gün ve geceler maneviyatımızın kuvvetlenmesine, aile içi iletişimin, cemaatle yakınlaşmanın artmasına, çocuklarımıza dini eğitim vermemizin son derece kolaylaşmasına vesile olur. Bu mübarek günlerde uzaklardaki dostlar ve yakınlarımızla telefonlaşmak veya mesajlaşmak suretiyle konuyu bütün ümmetin gündemine taşıyalım.
Recep ayında idrak ettiğimiz ilk kandil olan Regaip Kandilinde işlediğimiz güzel amellere kandil sonrasında da devam etmeliyiz.
Zira bu konuda Mesrûk (r.a.)’nın anlattığına göre:

سَأَلْتُ عَائِشَةَ ـ رضى الله عنها ـ أَىُّ الْعَمَلِ كَانَ أَحَبَّ إِلَى النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَتِ الدَّائِمُ‏.‏ قَالَ قُلْتُ فَأَىَّ حِينٍ كَانَ يَقُومُ قَالَتْ كَانَ يَقُومُ إِذَا سَمِعَ الصَّارِخَ‏

"Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) 'ye sordum:
"Resullullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a göre hangi amel efdaldi ? ''
Bana: "Devamlı olan !"diye cevap verdi.[9]"

Rabbim bu mübarek geceleri en güzel şekilde değerlendirmeyi, hakkıyla feyizlenmeyi nasip eylesin. Burada buluştuğumuz gibi bizleri Efendimiz (s.a.v.)’in Havz-ı Kevserinin başında buluştursun.(Amin)
III- Konu İle İlgili Bazı Ayetler

إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِندَ اللّهِ اثْنَا عَشَر شَهْراً فِي كِتَابِ اللّهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَاوَات وَالأَرْضَ مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ فَلاَ تَظْلِمُواْ فِيهِنَّ أَنفُسَكُمْ وَقَاتِلُواْ الْمُشْرِكِينَ كَآفَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَآفَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ

Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Fakat Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekün savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir[10].

IV- Konu İle İlgili Bazı Hadisler

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Recep ayı girdiği zaman :
إذا دخل رجب قال: اللهم بارك لنا في رجب وشعبان، و بارك لنا في رمضان َ.
"Allahım Recep ve Şaban'ı bize mübarek eyle ve bizi Ramazan ayını bize mübarek eyle (Ramazan'a kavuştur) " diye dua etmişlerdir[11].

حدثنا إبراهيم بن موسى، ثنا عيسى، ثنا عثمان -يعني: ابن حكيم- قال: سألت سعيد بن جبير عن صيام رجب فقال: أخبرني ابن عباس:أن رسول الله -صلى الله عليه وسلم- كان يصوم حتى نقول: لا يفطر، ويفطر حتى نقول: لا يصوم.

Said İbn Cübeyr’den (r.a.) nakledildiğine göre: “Recep ayındaki oruçtan sordum. Bana şu cevabı verdi: İbn Abbas (r.a.)’yı dinledim şöyle demişti: “Rasulullah (s.a.v) Recep ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz; galiba hiç yemeyecek (ayın her gününde oruç tutacak) derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi (ki biz galiba hiç oruç) tutmayacak derdik[12].

خمس ليال لا ترد فيهن الدعوة: أول ليلة من رجب، وليلة النصف من شعبان، وليلة الجمعة، وليلة الفطر، وليلة النحر

Hadislerin sıhhati tartışmalı olmakla beraber rivayetlerden anlaşıldığına göre Resul-i Ekrem (sav)’in recep ayına ayrı bir değer verdiği anlaşılmaktadır.

Regaib namazıyla ilgili rivayet de hicri 5/miladi 12.asra dayanmaktadır[13].

إنَّكَ ما دعوتَني ورجوتَني غفرتُ لكَ عَلَى مَا كَانَ فيكَ ولا أُبالي. يا ابنَ آدمَ لوْ بَلَغَتْ ذُنُوبُكَ عَنَانَ السَّمَاءِ ثُمَّ استغفرتَني غفرتُ لكَ ولا أُبالي. يا ابنَ آدمَ إنَّكَ لوْ أتيتني بِقُرابِ الأَرْضِ خَطَايا ثُمَّ لَقِيتَني لا تُشرِكُ بي شيئاً لأتيتُكَ بِقُرابِهَا مَغفِرةً".

Enes b. Malik (r.a.) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.
Ey Âdemoğlu! Günahların gökyüzünü kaplayacak kadar çok olsa, sonra da benden affını dilesen, seni affederim.
Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen; fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü dolusu bağışla karşılarım.”[14]
Recep ayında idrak ettiğimiz ilk kandil olan Regaip Kandilinde işlediğimiz güzel amellere kandil sonrasında da devam etmeliyiz.
Zira bu konuda Mesrûk (r.a.)’nın anlattığına göre:

سَأَلْتُ عَائِشَةَ ـ رضى الله عنها ـ أَىُّ الْعَمَلِ كَانَ أَحَبَّ إِلَى النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَتِ الدَّائِمُ‏.‏ قَالَ قُلْتُ فَأَىَّ حِينٍ كَانَ يَقُومُ قَالَتْ كَانَ يَقُومُ إِذَا سَمِعَ الصَّارِخَ‏

"Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) 'ye sordum:
"Resullullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a göre hangi amel efdaldi ? ''
Bana: "Devamlı olan !"diye cevap verdi.[15]"

V- Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar

Konu ile ilgili ayetlerin tefsirlerine bakılmalıdır. (Örneğin Hak Dini Kur’an Dili ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan Kur’an Yolu isimli eserlere bakılabilir.)
Konu ile ilgili hadisler için Wensinck, Concordance isimli eserine bakılmalıdır.
Örneğin “R-ğ-b” maddesi için bkz. II/275-277 (Beril Matbaası, 1943-Leiden).
Diğer kaynaklara da müracaat edilmelidir. Örneğin:
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Kandil” maddesi XXIV/300-301

[1] Nebi Bozkurt, TDV, İslam Ansiklopedisi XXIV/300 “Kandil” maddesi.
[2] “Yerğabu” haliyle Bakara, 2/ 130; “Terğabûne” haliyle Nisa, 4/ 127; “Yerğabû” haliyle Tevbe, 9/120; “Rağıbûne” haliyle Tevbe, 9/59 ve Kalem, 68/32; “Râğıbün” haliyle Meryem, 19/46; “Rağaben” haliyle Enbiyâ, 21/90; “Fe’rğab” haliyle İnşirah, 94/8 ayetinde geçmektedir.
[3] Hüseyin Algül, TDV, İslam Ansiklopedisi, XVI/105-106 "Haram Aylar" maddesine bakılabilir.
[4] Maide, 5/2 ve 97.ayetlerindeki “haram ay” ifadesi ile Muharrem, Zilkade, Zilhicce ve Recep aylarından her biri kastedilmektedir.
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/259 (Çağrı Yay. İst.-1992)
[6] Ebu Davud, Sünen, K. Savm 56, (II, 811) Hadis No: 2430
[7] Beyhaki, Sünen, Şuabül-İman, 3/342 (Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1990)
[8] Tirmizî, Sünen Daavât 98, (V, 458) Hadis No: 3540 ; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 172.
[9] Buhari, Rikâk 18, (VII, 181)
[10] Tevbe, 9/36
[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/259 (Çağrı Yay. İst.-1992)
[12] Ebu Davud, Sünen, K. Savm 56, (II, 811) Hadis No: 2430
[13] Bozkurt, a.g.e., XXIV/301
[14] Tirmizî, Sünen Daavât 98, (V, 458) Hadis No: 3540 ; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 172.
[15] Buhari, Rikâk 18, (VII, 181)

Miraç Kandili (İsra ve Miraç)

“İsra” ve “Mirac” ın Tanımı
İsra; Sözlükte gece yürüyüşü, geceleyin yaya veya binekli olarak yapılan yürüyüş anlamına gelir. Istılahta; Hz. Peygamber (s.a.s)'in gece Burak isimli bir binitle Mekke'den Kudüs'teki Beyt-i Makdis'e götürülmesi hadisesidir. Buradan Hz. Peygamber Mi'raca çıkmıştır. İsrâ hadisesi Kur'an ile sabit olduğu için bu hadisenin inkârı mümkün değildir. Kur'an-ı Kerîm'de bu olay şöyle anlatılmıştır:
لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَه البَصِير ....
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” İsra 17/1
Ayet-i Kerimenin ifadesine göre isrâ hadisesi ruhanî bir hadise değildir. Hz. Peygamber bedeni ile birlikte Beyt-i Makdis'e götürülmüştür. İsrâ'dan sonraki safhanın, yani mi'rac hadisesinin yalnızca ruhanî olduğunu bazı âlimler söylemişlerdir. Bazı tefsirciler isrâ ve mi'rac hadisesini fiziki örneklerle, aklın anlayışına yaklaştırmaya çalışmışlardır. Fakat doğrudan doğruya ilahî bir ayet olan İsrâ'nın aklîleştirilmesi mümkün değildir.Benzeri görülmemiş bir olayı benzeri ile tasavvura kalkışmak tezat olur. O ancak müşahede ve haber ile bilinir . İsrâ hadisesinin, önemli bir diğer boyutu da, bu olaydan sonra Kudüs ve Mescidi Aksanın İslâm ümmetinin gözündeki öneminin daha da artmış olmasıdır.

Mirac: Arapça'da merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göğe yükselerek Allah'ın huzuruna kabul edilmesi mucizesidir. Mirac olayı hicretten bir yıl ya da onyedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşir. Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını alır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselişi oluşturur.
Mirac’ta Meydana Gelen Olaylar
Mirac olarak anılan bu yükselme olayı çok sayıdaki hadiste ayrıntılı biçimde anlatılır. Kur’an-ı Kerim’de de Necm suresinde bu olaylara işaret edilmiştir:Necm Suresi 1,2..Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.3..O, nefis arzusu ile konuşmaz.4..(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. 5,6,7..(Kur’an’ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu. 8..Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. 9..(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. 10..Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. 11..Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. 12..(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? 13..Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. 14..Sidretü’l Müntehâ’nın yanında. 15..Me’va cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır. 16..O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. 17..Göz gördüğünden şaşmadı ve (onu) aşmadı. 18..Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü. (Necm 53/ 1-18.)
Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayını anlattı. Hz. Enes (radıyallahu anh) Malik İbnu Sa'saa (radıyallahu anh)'dan naklen anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara, Mirac'a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki,"Ben Ka'be'nin avlusundan Hatim kısmında -belki de Hıcr'da demişti- yatıyordum, (bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim)Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu.
Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak'tı. .... Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını... (takiben) Hz. Adem aleyhiselam'ı gördüm.(Daha sonra) Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam ile karşılaştım. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı.(Orada) Hz. Yusuf aleyhiselam'la karşılaştık. (Daha sonra) Hz. İdris, Hz Harun , Hz. İbrahim, (aleyhimüsselam) ile karşılaştım. ...
Sonra Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. .... Oradan geri döndüm. Hz. Musa aleyhisselam'a uğradım. Ne ile emredildin?" dedi."Her gün beş vakit namazla!" dedim .” Buhari, Bed’ül- Halk, 6 (IV/77) , Müslim, İman, 264 (I/140-150)
Olayı duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını araştırmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sınadılar. Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdiği bilgilerin doğruluğu müslümanları şüpheden kurtardıysa da müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi.
Mirac olayı inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Sıddîk" lakabıyla onurlandırıldı. Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyeceğini soran müşriklere "O söylüyorsa şüphesiz doğrudur" cevabını vermişti.

Allah (c.c.), Mirac gecesi, Efendimiz (s.a.v.) aracılığı ile, onun ümmetine bazı hediyeler gönderdi:
Beş vakit namaz, ki yukarıdaki hadise göre elli vakit sevabıyla ödüllendirilir. Efendimiz (s.a.v.), namazın (bu geceye atfen), müminin miracı olduğunu bildirmiştir. Efendimiz (s.a.v.)’in bu mübarek gecede Allah katına yükselip onunla buluşması gibi biz kullar da namazda Rabbimizle buluşur, konuşuruz. Ayrıca namaz kişinin manen yükselişine ve imanının korunmasına da vesiledir. Kulluğun tam bir ifadesidir. Kulun ilk hesaba çekileceği amelidir ve “Namaz dinin direğidir.”
Bakara Suresinin son iki ayetini Allah (c.c.), arada vasıta olmadan bizzat Habibi’ne bildirdi. Bu ayetleri biz “Amenerrasulü” olarak biliriz. Ayetlerde önce iman esasları bildirildikten sonra, biz aciz kullara müjdeler vardır. Kimseye gücünün yetmeyeceği bir şeyin sorulmayacağı, hatadan ve unutmadan dolayı hesaba çekilmeyeceği bildirilir. Yine bu ayetler biz aciz kullara nasıl dua edeceğimizi öğretir. “Ya Rabbi! Bizi unuttuğumuzdan ve hatayla işlediklerimizden hesaba çekme. Ya Rabbi! Daha önceki ümmetlerde olduğu gibi bize gücümüzün yetmeyeceği yükü yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et, sen bizim Mevla’mızsın! Bizi kafire karşı muzaffer eyle.
Allah (c.c.), Mirac gecesi Efendimiz (s.a.v.)’e ne dilerse vereceğini buyurmuş, Efendimiz de biz ümmetini dilemiştir. Kıyamet günü ümmetinin günahkar ve aciz olanlarına şefaat etme hakkı verilmiştir. Allah (c.c.) bunun yanı sıra bu hayırlı ümmetin salihlerine ve şehitlerine de akrabasına yakınlarına şefaat etme hakkı vereceğini bildirmiştir.

3. Mirac kandilini nasıl Değerlendirelim
Mirac olayının gerçekleştiği gece Müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.
Mirac kandilinin gündüzünü oruçla gecesini de ibadetle, Kur’an okuyarak ve dua ederek geçirmek çok sevaplıdır. Dualarımızda şuurlu bir Müslüman’a yakışır şekilde, ümmetin hayrı saadete kavuşması için dua edilmelidir.
Ayrıca dinimizde kutsal sayılan, birçok hikmetli olayların anıldığı bu özel günleri, biz hanımlar, ailemizin gündemine taşıyalım. Küresel emperyalizmin dayattığı özel günlerde hediyeleşmek yerine Efendimiz (s.a.v.)’in sünneti olan bu güzel adeti kandillerde yapalım. Arkadaş veya akraba gruplarıyla bir araya gelerek bu özel günlerin önemi ve hikmeti hakkında konuşalım. Çocuklarımızın bu konuşmalarda bulunmalarını ve sorular sormalarını temin edelim. Çocuklarımız için pasta börek gibi özel ikramlar hazırlayıp kutlama yapalım. Mübarek bir geceyi kutladığımızı anlatalım. Bu vesile ile onlara namazı ve duayı öğretelim.
Bu tür mübarek gün ve geceler maneviyatımızın kuvvetlenmesine, aile içi iletişimin, cemaatle yakınlaşmanın artmasına, çocuklarımıza dini eğitim vermemizin son derece kolaylaşmasına vesile olur. Bu mübarek günlerde uzaklardaki dostlar ve yakınlarımızla telefonlaşmak veya mesajlaşmak suretiyle konuyu bütün ümmetin gündemine taşıyalım.
Rabbim bu mübarek geceleri en güzel şekilde değerlendirmeyi, hakkıyla feyizlenmeyi nasip eylesin. Burada buluştuğumuz gibi bizleri Efendimiz (s.a.v.)’in Havz-ı Kevserinin başında buluştursun.(Amin)
III. Konu İle İlgili Bazı Ayetler:

Kur'an-ı Kerîm'in onyedinci sûresi olan İsrâ Suresi’nin İlk ayetlerinde Peygamberimizin Miracından bahsedildiği için “gece yürüyüşü” anlamına gelen “İsrâ “adını almıştır. Bu sureye "Subhân" ve "Benû İsrail" sûresi de denilmiştir. (Sure metni ve mealiyle yukarıda verilmiştir.)
Bir diğer delil ise Necm suresidir.
وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَﻰ 1 مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى. 2 وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى.3 إِنْ هُوَ إِﻻ وَحْيٌ يُوحَى . 4 عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى.5 ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى.6 وَهُوَ بِاﻷُفُقِ الْأَعْلَى.7 ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى.8 فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى.9 فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى.10 مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى. 11 أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى.12وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى.13 عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى.14 عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى.15 إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى.16 مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى.17 لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى (Necm 53/ 1-18. ) 18
1,2..Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
3..O, nefis arzusu ile konuşmaz.

4..(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
5,6,7..(Kur’an’ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
8..Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
9..(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.
10..Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
11..Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.
12..(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?
13..Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
14..Sidretü’l Müntehâ’nın yanında.
15..Me’va cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.
16..O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.
17..Göz gördüğünden şaşmadı ve (onu) aşmadı.
18..Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.


IV. Konu İle İlgili Bazı Hadisler

عن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه عَنْ مَالِكِ بْنِ صَعْصَعةَ رَضِيَ اللّهُ عَنه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # حَدَّثَهُمْ عَنْ لَيْلَةِ أُسْرِيَ بِهِ. قَالَ: بَيْنَا أنَا في الْحَطِيمِ، وَرُبَّمَا قَالَ في الْحِجْرِ مُضْطَجِعاً، زَادَ في رِوَايَةٍ: بَيْنَ النَّائِمِ وَالْيَقْظَانِ إذْ أتَانِي آتٍ فَشَقَّ مَا بَيْنَ هذِهِ. يَعْنِى ثُغْرَةَ نَحْرِهِ الى شِعْرَتِهِ؛ قَالََ: فَاسْتَخْرَجَ قَلْبِي، ثُمَّ أُتِيتُ بِطِسْتَ مِنْ ذَهَبِ مَمْلُوءٍ إيمَاناً. فَغُسِلَ قَلْبِي، ثُمَّ حُشِيَ، ثُمَّ أُعِيدَ، ثُمَّ اُتِيتُ بِدَابَّةٍ دُونَ الْبَغْلِ وَفَوْقَ الْحِمَارِ أبْيَضَ، هُوَ الْبُرَاقُ. يَضَعُ خَطْوَهُ عِنْدَ أقْصى طَرْفِهِ، فَحُمِلْتُ عَلَيْهِ. فَانْلَطَقَ بِى جِبْرِيلُ عَلَيْهِ اﻟﺴﻻمُ حَتّى أتَى السَّمَاءَ الدُّنْيَا فَاسْتَفْتَحَ فإذَا فِيهَا آدَمُ عَلَيْهِ اﻟﺴﻻمُ َ ،....) ثُمَّ( ؛ بِيَحْيَى عَلَيْهِ اﻟﺴﻻمُ وَعِيسَى اﻟﺴﻻمُ ثُمَّ صَعِدَ بِي إلى السَّمَاءِ الثَّالِثَةِ فإذَا يُوسُفُ عَلَيْهِ اﻟﺴﻻمُ... ... )ثُمَّ (..إدْرِيسُ عَلَيْهِ اﻟﺴﻻمُ.
... )ثُمَّ( هَارُونَ عَلَيْهِ اﻟﺴﻻمُ. ... )ثُمَّ( مُوسى عَلَيْهِ اﻟﺴﻻمُ، ، ... )ثُمَّ( إبْرَاهِيمُ عَلَيْه اﻟﺴﻻمُ، ثُمَّ رُفِعْتُ الى سِدْرَةِ الْمُنْتَهى فَرَجَعْتُ فَمَرَرْتُ عَلى مُوسى عَلَيْهِ اﻟﺴﻻمُ. فَقَالَ: بِمَ أُمِرْتَ فَقُلْتُ.... أُمِرْتُ بِخَمْسِ صَلَوَاتٍ ...
Hz. Enes (radıyallahu anh) Malik İbnu Sa'saa (radıyallahu anh)'dan naklen anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara, Mirac'a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki,"Ben Ka'be'nin avlusundan Hatim kısmında -belki de Hıcr'da demişti- yatıyordum, -bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim- Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak'tı. .... Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını... (takiben) Hz. Adem aleyhiselam'ı gördüm.(Daha sonra) Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam ile karşılaştım. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı.(Orada) Hz. Yusuf aleyhiselam'la karşılaştık. (Daha sonra) Hz. İdris, Hz Harun , Hz. İbrahim, (aleyhimüsselam) ile karşılaştım. ...
Sonra Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. .... Oradan geri döndüm. Hz. Musa aleyhisselam'a uğradım. Ne ile emredildin?" dedi."Her gün beş vakit namazla!" dedim .” Buhari, Bed’ül- Halk, 6 (IV/77) , Müslim, İman, 264 (I/140-150)

Namaz beş vakit olmakla birlikte elli vakit olduğu ifade edilir. Bu, "yapılan her hayrın Allah indinde en az on misliyle kabul edileceği"ni tebşir eden âyet-i kerîmeye uygun bir ihbardır: مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَا "Kim bir hayır işlerse işte ona bunun on katı var" (En'âm 6/160). Şu halde Resûlullah'a Mî'rac'ta farz edilen beş vakit namaz, mü'minin defter-i ameline on misliyle yani elli vakit olarak yazılmaktadır. Rabbimiz, namazın ehemmiyetini gereğince takdir etmemiz için elli vakit olarak farzetmiş, lütfunun, kereminin vüs'atini ifade için de beş vakte indirerek elli vakit olarak değerlendirmeye tabi tutmuştur.
.
وعن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَمَّا كَذَّبَتْنِى قُرَيْشٌ قُمْتُ في الْحِجْرِ فَجَلَّى اللّهُ لِى بَيْتَ الْمَقْدِسِ فَطَفِقْتُ أُخْبِرُهُمْ عَنْ آيَاتِهِ وَأنَا أنْظُرُ إلَيْهِ. )خرجه الشيخان والترمذي .(
Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Kureyş beni tekzib ettiği vakit, Hıcr'da doğruldum. Allah Teala hazretleri Beytu'l-Makdis'i bana tecelli ettirdi. Ben onlara onun alâmetlerini birer birer haber vermeye başladım. Ben Beytu'l-Makdis'e bakıyor hem de haber veriyordum." [Buharî, Tefsir, İsra 3; (V / 224) Müslim, İman 276, (I/156);


وَعَنْ أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ#: مَرَرْتُ لَيْلَةَ الْمِعْرَاجِ بِقَوْمٍ لَهُمْ أظْفَارٌ مِنْ نُحَاسٍ يَخْمِشُونَ بِهَا وُجُوهَهُمْ. فَقُلْتُ: مَنْ هؤُﻵَءِ يَا جِبْرِيلُ؟ فَقَالَ: هؤَُﻵءِ الَّذِﻳنَ يَأكُلُونَ لُحُومَ النَّاسِ وَيَقَعُونَ فِى أعْرَاضِهِمْ.

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Mîrac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı."Ey Cebrâil! Bunlar da kim?" diye sordum:"Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir." [Ebû Dâvud, Edeb 40, (H.No:4878, ).( V/194)

V. Yararlanılabilecek kaynaklar
1-Elmalı'lı M. Hamdi Yazır , Hak Dini Kuran Dili , V, 3140-3216, VII. 4568- 4616
2- Konunun İslâmî rivâyetlerdeki durumu ile ilgili geniş bilgi için Ansiklopedi ve kaynak hadis kitaplarının İsrâ ve Mi'rac maddelerine bakabilirsiniz.
3-Bkz. Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme Ve Şerhi, GOLDSOFT- AKÇAĞ CD si Mirac ve İsra Maddeleri.

HACCIN FAZİLETİ

Kelime olarak Allah’a yönelme, günahlardan arınma, Hak yolunda feragat gösterme, meşakkatleri göğüsleme ve dinin özüyle temasa geçme manasına gelen hac, terim olarak, Mekke’de bulunan Kabe’yi ve civarındaki kutsal olan özel yerleri, belirli vakti içinde, usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve yapılması gereken diğer menasiki yerine getirmek demektir. İslâm’ın beş esasından biri olan hac, Hicretin 9. yılında farz kılınmıştır.
إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ فِيهِ آيَاتٌ بَيِّـنَاتٌ مَّقَامُ
إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِناً وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْت مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, Mekke’de alemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kabe’dir. Onda apaçık deliller, Makâm-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkar ederse şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnîdir”.[1]

Hac ibadetinin yerine getirilebilmesi için bazı şartlar vardır. Bir kimseye haccın farz olması için onun: Müslüman olması, Âkıllı, bâliğ (ergen) olması , Sağlıklı olması, Özgür olması, Yurtdışına çıkma kısıtlılığı bulunmaması, Yol güvenliğinin bulunması, Hac mevsime yetişmiş olması, Can, mal ve namus güvenliğinin sağlanmış olması, Ekonomik yönden hac görevini yapma imkanına sahip bulunması gerekir.
Son şart, hac yolculuğuna çıkacak kişinin, gidip dönünceye kadar hem kendisinin, hem de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin sosyal seviyelerine uygun biçimde geçimlerini sağlayacak mâlî güce ve hac için yeterli zamana sahip olması anlamına gelmektedir.
Yukarıda zikredilen şartları taşıyan kimsenin yapacağı haccın geçerli olabilmesi için; İhrama girmek (niyet edip telbiye getirmek), Haccı belirlenen zaman içinde yapmak ve Hac menâsikini belirlenen mekanlarda yapmak gerekir.
Yapılış şekli bakımından hac üçe ayrılır; ifrat haccı, kıran haccı ve temettu’ haccı.
İfrad haccı, umre yapmaksızın, sadece hac menâsikini yerine getirmek suretiyle yapılır.
Temettû’ haccında umre yapıldıktan sonra ihramdan çıkılır, ardından aynı dönemde tekrar hac için ihrama girilerek hac menâsiki edâ edilir.
Kıran haccında ise ihrama girerken hem umreye, hem de hacca niyet edilir ve aynı ihramla her iki ibadet yerine getirilir.
Kıran ve temettû’ haccı yapanların şükür kurbanı kesmeleri vacipken, ifrad haccı yapanların bu kurbanı kesmeleri gerekmez.
Hanefîlere göre haccın üç farzı vardır. Bunlar, ihrama girmek, Zilhicce’nin 9. günü Arafat vakfesinde bulunmak ve ziyaret tavafı yapmaktır. Hanefîler ihramı şart, diğerlerini aslî unsur (rukün) kabul etmişlerdir. İhrama girdikten sonra bu iki rukün yerine getirilmedikçe hac tamamlanmış olmaz ve ihramdan çıkılmaz. Buna göre zamanında Arafat’ta vakfe yapamayan kimse o yıl hac yapma imkanını kaybetmiş olur. Bu kişinin yarım bıraktığı haccını daha sonra kaza etmesi gerekir.
Haccın vacip sayılan birtakım menâsiki daha vardır ki bunların terkinden dolayı hac geçersiz olmaz. Ancak meşrû mazeret olmaksızın terk edilen her vacib için keffaret ödenmesi gerekir. Meşrû mazeretler, yaşlılık, hastalık, aşırı zayıflık, bayılma ve kadınlara özgü bazı haller gibi beşerî gücün sınırlarını aşan engellerdir.
Hanefî mezhebine göre haccın başlıca vacipleri şunlardır: 1.Mekke’ye geliş yönlerine göre belirlenen yerlerde (mikat) veya buralara gelmeden önce ihrama girmek. 2. Safâ ile Merve arasında sa’y etmek. 3. Müzdelife’de vakfede bulunmak. 4. Arefe günü akşam ve yatsı namazlarını Müzdelife’de, yatsı namazının vaktinde cem ederek ( birleştirerek) kılmak. 5. Cemrelere taş atmak (şeytan taşlamak). 6. İhramdan çıkmak için saçları tıraş etmek veya kısaltmak.7.Vedâ tavafı yapmak.( Mekkeli olmayan veya Mekkeli hükmünde sayılmayanlar için.)
Hanefî mezhebine göre Haccın sünnetlerini iki grup altında toplamak mümkündür: Haccın müstakil sünnetleri, haccı oluşturan menâsikin kendi içindeki sünnetler.a) Müstakil Sünnetler: 1. Kudüm tavafı 2. Mekke, Arafat ve Mina'da hutbe okunması.3. Arefe gecesi Mina'da gecelemek 4. Bayram gecesi Müzdelife'de gecelemek 5. Bayram günlerinde Mina'da kalmak. Diğer mezheplere göre vaciptir. b) Hac Menâsikinin Kendi İçindeki Sünnetler
Hac yapacak kişinin ilk işi ihrama girmektir. Haccın şartlarından biri olan ihram, hac ya da umre yapmaya niyet eden kişinin, başka zamanlarda işlemesi mübah olan bazı fiil ve davranışları belirli bir süre kendisine haram kılması, yasaklamasıdır. Buna “ihrama girme” de denir. İhrama girmenin gereklerinden biri olarak erkeklerin büründüğü havlu ve benzeri türden dikişsiz kıyafete halk arasında ihram denilmekteyse de ihram esasen bu değildir. Onun için, usulüne göre ihrama girilmediği sürece söz konusu örtülere bürünmekle ihrama girilmiş olmaz. İhrama girme konusunda kadınlar da erkekler gibidir. Ancak erkekler “izar” (belden aşağı sarılan örtü) ve “ridâ” (belden üstü sarılan örtü) denilen iki parça havlu veya benzeri türden dikişsiz elbise giyerken, kadınlar normal elbiseleriyle ihrama girerler. İhrama girme işi niyet ve telbiye ile başlar. Yapacağı hac türüne göre niyetini yapan kimse ihrama girerken söylenmesi gerekli olan telbiye duasını okur:
لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ ، لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ ، إِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ ، لاَ شَرِيكَ لَك
“Allah'ım! Davetine uydum. Emrine boyun eğdim. Senin hiçbir ortağın yoktur. Davetine icabet ederek huzuruna geldim.Hamd sana mahsustur. Nimet ve mülk senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur.” Allah’ın davetine icabet ettiğini bildiren bu irade beyanıyla mü’min hac menâsikini yerine getirmek için ilk adımını atmış olur.
Haccın Anlamı ve Hikmeti:
Hac, her yıl dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri farklı, fakat hedef ve gayeleri aynı, milyonlarca Müslümanın bir arada, hep birden ibadet edip Allah'a yönelmelerini, birbirleri ile tanışıp kaynaşmalarını, Müslümanların dertlerini görüşüp ortak çareler bulmalarını sağlar.
Hac esnasında günlük giysilerinden soyunup ihrama giren müslümanlar, ziyaret ve servetle böbürlenmemeyi, insanlar arasındaki eşitliği, ölüm ve haşri unutmamayı fiilen yaşar ve öğrenirler.
İhramlı için konulan yasaklar kimseye, hatta haşerelere bile zarar vermeme, yaratıklara şefkat ve merhamet, zorluklara sabretme melekesi kazandırır. Böylece Hac farizasını eda eden kimseler, Allah'a kulluk vazifelerini ifa etmiş oldukları gibi çevresindekilere yararlı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış olurlar.
Cemrelere taş atarak şeytanı, onun yolundan gidenleri ve her çeşit kötülüğü protesto ettiklerini gösterir ve Allah'ın gösterdiği yoldan gitmeye söz verirler.
Kabeyi tavaf ederken mü’minler, kainatta her şeyin dönerek Allah’ı zikredişini temsil ederler. Aynı zamanda orada İbrahim (a.s.)ın duası yadedilir. “Ya Rabbi neslimden beytini ziyaret edecek ve namaz kılacak nesiller getir.
Arafatta toplanmak haşrin bir önçalışması gibidir. Orada günahlardan arınmak için tevbe, dünya ve ahiret saadeti için dua edilir.
Safa ile Merve arasında, say ederken, Hacer validemizin, su bulmak için koşuşturması yadedilir. Onun tevekkülüyle koşuşturmanın sonucunda, buz gibi zemzem suyuna koşulur.
Kurban keserken artık nefsani arzular Allah için terkedilmiş, Hz. İbrahim’in ve oğlu Hz. İsmail’in tevekkülüne ulaşılmıştır.
Hac eden kişi eğer değerini bilebilirse yeni bir hayata başlamış gibi olur.
مَنْ حَجَّ لِلَّهِ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ
“Kim Allah için hacceder, çirkin söz ve günahlardan sakınırsa, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olarak döner.” [2]
Bundan sonra günaha girmemek için daha dikkatli davranmalı hayatının geri kalan kısmını daha verimli geçirmeye gayret etmelidir.
Medine'de Peygamber Efendimizin Kabr-i Saadetini ve Mescidini Ziyaret:
Mekke-i Mükerreme'de Müslümanlara yapılan işkencelerin dayanılmaz hale gelmesi ve İslâmî tebliğin en-gellenmesi üzerine Medine'ye hicret eden Sevgili Peygamberimiz İslâm Devletini burada kurdu. İslâmiyet bütün dünyaya buradan yayıldı. Peygamber Efendimiz burada vefat etti. Bu mübarek yer, Rasulüllah ve Ashabının yaşadığı, ayaklarının değdiği, vahyin indiği ve tebliğ edildiği ve dünyanın en iyi toplumunun oluşturulduğu beldedir. Hacca giden Müslümanın Medine'ye de giderek Rasulüllah (s.a.v.)in kabr-i saade-tini ziyaret etmesi ve Mescid-i Nebevi'de namaz kılması makbuldür ve Müslümanlar arasında terkedilmeyen bir sünnet olarak devam edegelmiştir.
Ömrü boyunca Resulullah’ın özlemiyle yanan müminler bu ziyaretle hiç olmazsa kabrini görmek suretiyle teselli bulur, onun cennet bahçesinde namaz kılıp, cennette ona komşu olmak için dua ederler.
قَالَ رَسُولُ اللّه صلى الله عليه وسلم: مَا بَيْنَ بَيْتِى وَمِنْبَرِى رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ، وَمِنْبَرِى عَلى حَوْضِى
Rasülüllah(s.a.v.) buyurdular ki:“Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim havuzumun üzerindedir" [3]

IV. Konu İle İlgili Bazı Ayetler
إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ فِيهِ آيَاتٌ بَيِّـنَاتٌ مَّقَامُ
إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِناً وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْت مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, Mekke’de alemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kabe’dir. Onda apaçık deliller, Makâm-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkar ederse şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnîdir”.[4]
الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ
“Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının”.[5]
Konu ile ilgili faydalanılabilecek diğer ayetler ise şunlardır: Bakara, 2/158, 189, 196-200, 203; Maide, 5/1-2, 95, 97; Tevbe, 9/3, 19; Hac, 22/26-37 .

V. Konu İle İlgili Bazı Hadisler
Peygamber Efendimiz de haccın faziletini şu hadislerinde dile getirmişlerdir:
بُنِيَ الإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَإِقَامِ الصَّلاَةِ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ، وَالْحَجِّ، وَصَوْمِ رَمَضَانَ ‏"‏‏.‏
"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak".[6]
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ خَطَبَنَا رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَقَالَ « أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ فَرَضَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ الْحَجَّ فَحُجُّوا ». فَقَالَ رَجُلٌ أَكُلَّ عَامٍ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَسَكَتَ حَتَّى قَالَهَا ثَلاَثًا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- « لَوْ قُلْتُ نَعَمْ لَوَجَبَتْ وَلَمَا اسْتَطَعْتُمْ - ثُمَّ قَالَ - ذَرُونِى مَا تَرَكْتُكُمْ فَإِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِكَثْرَةِ سُؤَالِهِمْ وَاخْتِلاَفِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِشَىْءٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَىْءٍ فَدَعُوهُ
“Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiştir: Allah’ın Resûlü (s.a.v.) bize hitab etti ve şöyle dedi: ‘Ey insanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccediniz.
Bir adam, ‘her sene mi ya Resûlallah?’ diye sordu. Hz. Peygamber cevap vermedi. Adam sorusunu üç kere tekrarlayınca Allah’ın Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
-‘Evet desem size zorunlu olurdu ve buna güç yetiremezdiniz. Sizi ( serbest) bıraktığım hususlarda siz de beni (rahat) bırakın. Sizden öncekiler, çok soru sormaları ve Peygamberleri hakkında ihtilafa düşmeleri sebebiyle helak oldular. Size bir şeyi emredersem gücünüz yettiğince yerine getirin. Bir şeyden men edersem onu da terk edin.”[7]
مَنْ حَجَّ لِلَّهِ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ
“Kim Allah için hacceder, çirkin söz ve günahlardan sakınırsa, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olarak döner.” [8]
الْعُمْرَةُ إِلَى الْعُمْرَةِ كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُمَا وَالْحَجُّ الْمَبْرُورُ لَيْسَ لَهُ جَزَاءٌ إِلاَّ الْجَنَّةُ
“Umre, diğer Umre’ye kadar yapılan günahların keffaretidir. Makbul bir Haccın karşılığı da Cennetten başka bir şey değildir.”[9]
قَالَ سُئِلَ النَّبِىُّ - صلى الله عليه وسلم - أَىُّ الأَعْمَالِ أَفْضَلُ قَالَ « إِيمَانٌ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ » . قِيلَ ثُمَّ مَاذَا قَالَ « جِهَادٌ فِى سَبِيلِ اللَّهِ » . قِيلَ ثُمَّ مَاذَا قَالَ « حَجٌّ مَبْرُورٌ »
“Hz.Peygamber (s.a.v.)’e, hangi amelin daha faziletli olduğu soruldu: ‘Allah ve Resûlüne imandır’ buyurdu. Sonra nedir? diye sorulunca, ‘Allah yolunda cihaddır’ dedi. Bundan sonra nedir? denilince, ‘makbul bir hacdır’ karşılığını verdi.”[10]
قَالَ رَسُولُ اللّه صلى الله عليه وسلم: مَا بَيْنَ بَيْتِى وَمِنْبَرِى رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ، وَمِنْبَرِى عَلى حَوْضِى
Rasülüllah(s.a.v.) buyurdular ki:“Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim havuzumun üzerindedir" [11]
VI. Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar
1.Ömer Faruk Harman, “Hac” Maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XIV/ 382-386.
2.D.İ.B.Yayını, Kur’an Yolu, I-IV, İlgili ayetlerin tefsiri.
3.Prof.Dr. M.Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail L. Çakan, Doç Dr. Raşit Küçük, Riyazü’s-Salihîn Peygamber Efendimizden Hayat Ölçüleri, V, 557-579, Erkam Yayınları, İstanbul 1997
4. Canan, Prof Dr. İbrahim, Kütüb-ü Sitte Muh. Terc. Ve Şerhi, V, 267-554; VI,1-41 , Akçağ Yayınları, Ankara 1987.
5.D.İ.B.Yayını, Hac İlmihali.
6. TDV, İSAM, İlmihal, I, 511-569.
[1] Âl-i İmran,3/ 96-97.
[2] Buhârî, Hac, 4, (II, 141)
[3] Buharî, Fezâilu'l-Medine, 12, (II, 224); Müslim, Hac, 92, (I,1011)
[4] Âl-i İmran,3/ 96-97.
[5] Bakara, 2/197.
[6] Buhârî, Sahih, Îmân, 2, (I, 8); Müslim, Îmân, 19–22, (I, 45)
[7] Müslim, Hac, 73, (I, 975)
[8] Buhârî, Hac, 4, (II, 141)
[9] Müslim, Hac, 79, (I, 983)………..
[10] Buhârî, Hac, 4,(II, 141)………….
[11] Buharî, Fezâilu'l-Medine, 12, (II, 224); Müslim, Hac, 92, (I,1011)

KURBAN İBADETİ

Sözlükte yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey anlamına gelen “kurban” kelimesi, maddi ve manevi her türlü yakın olmayı ifade eder. “Secde et ve Rabbine Yaklaş” ( Alak,19) ayetinde geçen “yaklaş” anlamındaki “ikterib” kelimesi “kurban” kökünden gelir.
Özel anlamda kurban; Allah’a yaklaşmak/ ibadet etmek amacıyla belirli şartları taşıyan bir hayvanı usulüne uygun olarak kesmektir. Bu niyetle kesilen hayvana da “kurban” denir.
Kurban İbadetinin Tarihi; insanlık tarihi kadar eskidir. Habil ile Kabil’in kurbanları; “Ey Peygamberim! Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku! Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. ..” ( Maide 27) Kur’an’da Habil ile Kabil’in kurbanlarının mahiyeti bildirilmemekte ancak birinin kurbanının kabul edildiği, diğerinin edilmediği açıkça ifade edilmektedir.
Hz. İbrahim’in Kurbanı; İbrahim peygamber, yüce Allah’tan kendisine Salih bir çocuk vermesi için dua eder. Bu dua üzerine Allah ona, uysal, halim selim bir çocuk verir. Çocuk büyür nihayet çalışabilecek bir yaşa gelince İbrahim (as) Zilhicce ayının 8,9, ve 10. gecelerinde rüyasında oğlunu kurban ettiğini görür. İlahi vahye dayalı, bu kesin bilgi üzerine oğlu İsmail’e ip ve bıçak almasını, ormana oduna gideceklerini söyler. Bu her zaman yaptıkları işlerden biridir. İp, balta ve bıçak alırlar. Mekke civarındaki, Mina mevkiine varınca rüyasını oğluna anlatır. “Yavrum, ben rüyamda seni kurban ettiğimi, boğazladığımı gördüm, ne dersin bir düşün bakalım” der. İsmail hiç tereddüt etmeden “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap! İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” Karşılığını verir. Bunun üzerine İbrahim (as) oğlu İsmail’i yüzüstü yere yatırır. Birkaç defa kesmeyi dener, fakat bıçak kesmez. İbrahim peygamber zor ve büyük sınavı kazanmıştır. Yüce Allah İbrahim peygambere şöyle seslenir.
“Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz görevini en güzel biçimde yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” Yüce Allah güzel bir koç verir, İbrahim peygamber bu koçu kurban eder. Kur’an’da bu husus şöyle ifade edilir: Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat 100-110) Hadislerde kurban bayramında kesilen kurbanlar “Udhiyye” kelimesiyle ifade edilmiştir. Özel anlamda kurban ibadetini yerine getirebilmek için kurbanlık bir hayvanın kurban bayramı günlerinde usulüne uygun olarak kesilmesi gerekir. Kur’an’da bu husus zebh, nahr ve mensek kelimeleriyle ifade edilmiş, kurbanın etinin yenilmesinden ve fakirlere verilmesinden söz edilmiştir. Dolayısıyla kurbanlık hayvanı kesmeden bedelini fakirlere vermekle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Şu ayetler bu gerçeği açıkça ifade etmektedir:
“Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları sizin hizmetinize verdik. (hac, 36)
“Elbette kurbanlıkların ne etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız ve ihlâsınız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Görevlerini işlerini ibadetlerini en güzel biçimde yapanları müjdele.( Hac 37)
“Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye bir ibadet yeri (kurban kesme) yaptık. Şimdi sizin ilahınız tek bir ilahtır. O halde yalnız ona teslim olan Müslümanlardan olun.( Hac, 34) şeklinde ifade edilmektedir. Mesela kurban ibadeti, İslam öncesi Arap toplumunda “atire” adı verilen koyun Recep ayının ilk on gününde putlara kurban edilirdi. Yahudilikte bağış anlamında “minha” ( Levililer,2 ; Tenvin, 4/3), “gorban” ve “zebah” kelimeleri ifade edilmiş, kesilecek hayvanın özellikleri, hayvanı kesmek ve bağışta bulunmak Tevrat’ta anlatılmıştır.
Ayetten anladığımız önemli diğer bir husus da şudur: Kurban kesmenin manası Allah’ın emrine teslim olmaktır.
Kurbanın; adak kurbanı (farz), temettu ve kıran haccı yapanların kestiği hedy kurbanı (vacip) , hacda kesilen ceza kurbanı ( vacip) ,ölü için kesilen kurban (vasiyeti varsa vacip), kurban bayramında kesilen kurban Udhıyye (vacip- sünnet), şükür kurbanı ( müstehab), buluğ çağına kadar çocuk için kesilen
Udhıyye; Kurban Bayramında kesilen kurbana (Udhıyye) , Kevser suresinin 2. ayetinde işaret edilir. : “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” ayette geçen “venhar” emri kesin olarak kurban kes anlamına gelmez. Çünkü nahr kelimesi çok anlamlı sözcüklerden biridir. Venhar cümlesi a) kurban bayramı günlerinde kurban kesmek anlamlarına geldiği gibi b) namazda göğüs hizasında sağ eli sol eline koymak c) Tekbirde elleri göğüs hizasına kaldırmak d) Namazda göğsü ile kıbleye dönmek e) Mina’da deve kurbanı kesmek anlamlarına da gelir.
Kurban bayramı günlerinde mukim ve dinen zengin olan her müslümanın kurban kesmesi vaciptir.
Enes b. Malik;
“Hz. Peygamber boynuzlu, alaca iki kurban kesti, Kurbanlarını bizzat kendi eli ile boğazladı boğazlarken besmele çekti ve tekbir getirdi., ayaklarını boynuzlarının üzerine koydu.” demiştir. Sahabeden Cündeb ibni Süfyan’ın bildirdiğine göre Bayram namazından önce keserse yerine başka bir kurbanı kurban kessin. Kim kurbanını kesmemişse, Bismillah diyerek kessin” buyurmuştur.
“Kimin kurban kesmeye gücü yeter de kurban kesmezse namazgâhımıza yaklaşmasın” ( Tirmizi, Edahi,18, İbn. Mace, Edahi, 2)
“Bugün ilk yapacağımız iş bayram namazını kılmaktır. Sonra gidip kurbanlarımızı keseceğiz. Kim böyle yaparsa benim sünnetime uymuştur. Kim bayram namazından önce kurban keserse bu aile fertleri için hazırladığı et olur. Bu kurban ibadeti olmaz.” Müslim, Edahi,7
Âdemoğlu Kurban bayramı günü Allah’a kurban ibadetinden daha sevimli bir ibadet işlemiş olmaz. Çünkü kurban, boynuzları, tüyleri ile birlikte getirilir. Kesilen kurbanın kanı yere düşmeden Allah katındaki yerine ulaşır. Nefsi kurban ile hoşnut edin.” ( Tirmizi, Edahi 1,IV,83 )
Sahabenin Kurban nedir? Sorusuna Peygamberimiz (sav),
“Babanız İbrahim’in sünnetidir.” Diye cevap vermiştir.
“Ey Allah’ın elçisi, kurban ibadetinden bize ne kadar sevap verilir?” sorusuna;
“Yünlerinin her bir kılına, on hasene sevap verilir.” Buyurmuştur. ( İbn. Mace)
Peygamberimiz (sav) Kızı Fatımaya, “kalk, kesilen kurbanın yanında hazır bulun, çünkü akan ilk kandamlası ile günahların bağışlanır.” Buyurmuştur. “ Hem bizim, hem de bütün Müslümanlar için” buyurmuştur.“Kim gönül hoşluğu ile Allah’tan sevabını umarak kurban keserse, bu kurban onun için cehennem ateşine karşı kalkan olur.” ( Taberani rivayet etmiştir)
Kurban Kesmekle Yükümlü Olanlar;
Hanefilere göre akıllı, buluğa ermiş, hür, mukim ve dinen zengin olan; Maliki, Şafii ve Hanbelîlere göre mukim veya misafir her Müslüman kurban kesmekle yükümlüdür.
Kurban ibadeti için dinen zenginlik ölçüsü, kişinin temel ihtiyaçları ve borçlarının dışında 80.18 gr. altın veya bunun değerinde para ve eşyaya sahip olmaktır. Kurban ibadetinde, zekâtta olduğu gibi malın üzerinden bir yıl geçmesi ve malın artıcı olması şart değildir. Misafirler misafirlikte iken kurban keserlerse kurban sevabını almış olurlar. Aynı şekilde üzerlerine vacip olmadığı halde fakirler de kurban keserlerse kurban sevabını almış olurlar.
Kurban İbadetinin Geçerli Olmasının Şartları
a) Kurban vaktinde kesilmelidir. Kurban kesme vakti, Hanefilere göre bayramın birinci günü,, bayram namazını kıldıktan sonra üçüncü günü güneş batımına kadardır.,Kurban zamanında kesilemezse bedeli tasadduk edilir, fakat kurban ibadeti yerine gelmiş olmaz.
b) Kesilecek hayvanın deve, sığır, manda, keçi cinsi, olmalı, deve 5, sığır ve manda 2, koyun ve keçi 1 yaşını ikmal etmiş olmalıdır. Bir yaşında görülen 6 aylık gürbüz kuzu kurban edilebilir. ( Ebu Davud,Dahaya, 5)
Koyunun erkeği (koç) faziletlidir. Deve, sığır ve manda en fazla yedi kişi tarafından ortaklaşa kesilebilir. Koyun ve keçi sadece bir kişi tarafından kurban edilebilir. Kurbanlık hayvan kesilmeden kaybolur veya ölürse yerine yeniden kurbanlık alınması gerekir.
c) Kurbanlık hayvan, sağlıklı, organları tam ve besili olmalı,
· Ölümcül hasta
· Çok zayıf
· İki veya bir gözü kör
· Kesim yerine yürüyemeyecek kadar topal
· Kulakları, boynuzları, kuyruğu ve memeleri kökünden kesik veya kopuk
· Doğuştan kulaksız
· Dişlerinin çoğu dökülmüş olmamalıdır.
d) Niyet ve ihlâs olmalıdır. Ortaklaşa kesilen kurbanda hepsinin niyeti kurban kesmek olmalıdır.
e) Kurbanı kişinin ya bizzat kendisi kesmeli veya kesebilecek birine vekâlet vermelidir. Peygamberimiz kurbanını bizzat kendisi kesmiştir. ( Ebu Davut, Dahaya 2)

Kurban Kesmenin Usulü
Kurbanlık hayvan, kurban kesim yerlerinde kesilmeli, cadde, sokak ve parklarda kesilmemelidir. Hayvan yüzü kıbleye gelecek şekilde eziyet edilmeden yatırılmalı, gerekiyorsa ayakları bağlanmalı, keskin bir bıçak ile besmele ile tekbir ile kesilmelidir.
Peygamber Efendimiz (sav) “Ben Hak’ka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” ( Enam 79) ve,
“ Şüphesiz benim namazım da diğer ibadetlerim de yaşamam da, ölümüm de, âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben Müslümanların ilkiyim. (En am, 162 -163)anlamındaki ayetleri okumuş ve “Bismillah Allahuekber”…………diyerek kurbanını kesmiştir. Kurban kesim esnasında etraf kirletilmemelidir. Çevreyi kirletmek imanla bağdaşmayan bir davranıştır. Kurban atıkları çöpe veya gelişigüzel bir yere atılmamalı, toprağa gömülmelidir.
Kurbanın yenilebilecek hiçbir şeyi zayi edilememeli, derisi hayır kurumlarına verilmelidir. Etinden aile fertlerine ve misafirlere ikram edilmeli, kurban kesemeyen fakirlere de tasadduk edilmelidir. Kurban kesenin, aile fertleri kalabalık, maddi durumu çok iyi değilse kurban etinin bir kısmını daha sonraki günlere saklayabilir. Peygamberimiz (sav);“Kurban kesebilenlerin, kesemeyenlere imkân sağlaması için kurban etlerinin üç günden sonraya bırakılmasını yasaklamıştım. Artık bundan böyle kurban etini yiyin. , yedirin ve daha sonraki günleriniz için saklayabilirsiniz.” buyurmuştur. ( Tirmizi, Edahi, 12) Kurban eti dağıtılırken, etin en iyi yerlerinden vermeye dikkat edilmelidir.
Kurban Kesmenin Kazanımları
Kurban kesen kimse, Allah ve Peygamberin emrine uymuş, kulluk bilincine erişmiş, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmiş olur. Çok sevap kazanmış, ahiret için azık hazırlamış olur.
Günahlarının bağışlanmasına ve Allah’ın af ve mağfiretine vesile olur.
Kurban etinin misafir ve komşulara ikramı fakirlere tasadduku sebebiyle sosyal yardımlaşma, bayram sevincini paylaşmayı sağlamış, sosyal adalete katkı sağlamış, paylaşma bilincini ve sevincini geliştirmiş olur.
Kişi kurban keserek nefsini cimrilikten korumuş olur.

II- Konu İle İlgili Bazı Ayetler

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ
27. (Ey Muhammed!) Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. 28. “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” 29. “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.” 30. Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. 31. Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?”dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu [1].
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِين َ
100. “Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.”
101. Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. 102. Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. 103,104. Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!” 105. “Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.” 106. “Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” 107. Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık. 108. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. 109. İbrahim’e selam olsun. 110. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. 111. Çünkü o mü’min kullarımızdandı [2].
إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ
1. Şüphesiz biz sana Kevseri verdik.
2. O Halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.
3. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir[3].

III- Konu İle İlgili Bazı Hadisler

عن عائشة ؛ قالت: دخل علي أبو بكر وعندي جاريتان من جواري الأنصار. تغنيان بما تقاولت به الأنصار، يوم بعاث. قالت: وليستا بمغنيتين. فقال أبو بكر: أبمزمور الشيطان في بيت رسول الله صلى الله عليه وسلم ؟ وذلك في يوم عيد. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم : "يا أبا بكر ! إن لكل قوم عيدا. وهذا عيدنا".
Hz. Âişe'den rivayet edilen bir hadîs-i şerîfte Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatmıştır:
"Bir defasında, Kurban Bayramı'nın ilk günlerinde Hz. Peygamber yanıma girdi. Yanımda, "Buâs" ezgilerini (def çalarak) okuyan iki kız vardı. Yatağına uzanıp, yüzünü çevirdi. Derken babam Ebû Bekr (r.a.) içeri girdi. "Bu ne! Resulullah'ın (s.a.s.) yanında şeytan çalgıları mı?" diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) ona dönerek, "Onlara dokunma" buyurdu. Ben de babam bir şeyle meşgul olunca kızlara işaret ettim, onlar da çıktılar[4].
Yine bir bayram günü Habeşîler kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Bunlara bakmak için ya ben Hz. Peygamber'den izin istedim veya O "Bakmak istiyor musun?" diye bana sordu (iyice hatırlamıyorum). Ben "Evet" dedim. Bunun üzerine beni arkasında yanağım yanağına değecek şekilde ayak üstü durdurup, oyun oynayanlara "Haydi devam edin Erfideoğulları!" buyurdu. Nihayet ben usanınca Artık yeter mi?" diye sordu.
"Evet" dedim. "Öyleyse git!" buyurdular[5].Buhârî'nin diğer bir rivayetinde, Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekr (r.a.)'e "Ebu Bekr! her ümmetin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır" buyurarak bayramlarda yapılacak meşru eğlence ve sevinç gösterisinde bulunmaya izin vermişlerdir. Düğünlerde olduğu gibi, bayramlarda da sevinçli olduğumuzu açıkça göstermek için, İslâm'a aykırı olmayacak şekilde eğlenceler tertiplemek caizdir[6].
ينهى عن صيامين، وبيعتين: الفطر والنحر
Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber iki gün de oruç tutmaktan bizi nehyetti . Bunlar, Ramazan ve Kurban bayramlarıdır[7].
كان النبي صلى الله عليه وسلم، إذا كان يوم عيد، خالف الطريق
Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:
Bayram günlerinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem farklı yollardan gidip dönerdi[8].

فَقَالَ ‏"‏ مَنْ كَانَ ذَبَحَ أُضْحِيَّتَهُ قَبْلَ أَنْ يُصَلِّيَ - أَوْ نُصَلِّيَ - فَلْيَذْبَحْ مَكَانَهَا أُخْرَى وَمَنْ كَانَ لَمْ يَذْبَحْ فَلْيَذْبَحْ بِاسْمِ اللَّهِ ‏ ‏.‏
Cundub b. Sufyan (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Kurban bayramı günü Hz. Peygamber (a.s.) ile beraber hazır bulundum. Namazı kıldı, namazı bitirip de selam verince, namaz bitmeden önce kesilmiş olan bazı kurban etleri ile karşılaştı. Bunun üzerine: "Kim namazdan önce kurbanını kestiyse onun yerine bir kurban daha kessin. Kim kesmemiş ise besmele ile kessin" buyurdu[9].

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ ـ صلى الله عليه وسلم ـ قَالَ ‏"‏ مَنْ كَانَ لَهُ سَعَةٌ وَلَمْ يُضَحِّ فَلاَ يَقْرَبَنَّ مُصَلاَّنَا
Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Kimin hali vakti yerinde olur da kurban kesmezse namazgahımıza yaklaşmasın.[10]"

عَنْ نُبَيْشَةَ، الْهُذَلِيِّ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏"‏ أَيَّامُ التَّشْرِيقِ أَيَّامُ أَكْلٍ وَشُرْبٍ ‏"‏ ‏.
Nübeyşe el-Hüzeli (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Teşrik günleri, yeme-içme ve Allah'ı zikretme günleridir.[11]"

Bayramlarda yakın akraba ve komşularla görüşme konusunda Peygamberimizin tavsiyesi şudur:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ـ رضى الله عنه ـ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ ‏"‏ مَنْ سَرَّهُ أَنْ يُبْسَطَ لَهُ فِي رِزْقِهِ، وَأَنْ يُنْسَأَ لَهُ فِي أَثَرِهِ، فَلْيَصِلْ رَحِمَهُ

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.[12]''

IV- Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar

Konu ile ilgili ayetlerin tefsirlerine bakılabilir. (Örneğin Hak Dini Kur’an Dili ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan Kur’an Yolu isimli eserlere bakılabilir.)
Konu ile ilgili hadisleri bulmak için Wensinck’in Concordance’ına eserine bakılabilir. Örneğin “Nahr” maddesi için bkz. VI/368-378 (Beril Matbaası, 1943-Leiden).
Diğer kaynaklara da müracaat edilmelidir. Örneğin:
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Kurban” maddesi XXVI/433-440
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Bayram” maddesi V/257-265


[1] Maide Suresi 6/27-31
[2] Saffat 37/100-111
[3] Kevser Suresi 108/1-3.
[4] Müslim, Salatu'l-îdeyn, 16 (I, 607)
[5] Buhârî, îdeyn, 2 (II, 2-3)
[6] Buhari, Tecrîdi Sarîh Tercümesi, III/157 (DİB Yay. Ankara- 1978)
[7] Buhârî, Savm, 66 (II, 249)
[8] Buhârî, Îdeyn 24 (c. II, s.11)
[9] Müslim, Kitabu’l-Edahî 1, ( II , 1551 ) Hadis No 1960
[10] İbn Mace, Edâhî, 2 Bu konuda mezhep imamlarının görüşleri için bkz.
es-Serahsî, Kitabu’l-Mebsût, XII/ 8; Şevkani, Neylü’l-Evtar, V/126.
[11] Müslim, Kitabu’s-Sıyam Babu tahrimi savmi eyyami’t-teşrik 23 (I, 800)
[12] Buhari, Edeb, 12 (VII, 72)