17 Şubat 2008 Pazar

KAZA VE KADER

İMAN VE ESASLARI
“İman” sözlükte tasdik etmek, bir şeyin doğru olduğunu söylemek ve onu doğru olarak kabul etmek, güvenmek, inanmak, boyun eğmek anlamlarına gelir.
Din istilahında ise Allah’a ve peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmak bunların hak ve doğru olduğunu içinden şeksiz ve şüphesiz itiraf etmektir. Bizim konumuz olan kaza ve kader, iman esaslarından bir tanesidir.
Hz. Ali (R.A.)’dan: “Hz. Peygamber bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “Bir kul şu dört şeye inanmadıkça iman etmiş olmaz”
- Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın göndermiş olduğu hak Resulü olduğuma
- Ölüme
- Öldükten sonra dirilmeye
- Kadere

Kader: Allah’ın ebede kadar olacak şeyleri, bunların zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasıl ve ne zamanda olacaklarsa onların tamamını ezelde bilip bu bilgi doğrultusunda takdir etmesine denir.
Bu durumda kader, Allah’ın ilmi doğrultusunda kâinatı ve ondaki her şeyi belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilahi bir kanundur. Bu konuda Allah Kur’an da şöyle buyurmaktadır.
“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. (Hadid 57, 22)
Kaza ise, Cenab-ı Hakkın ezelde irade etmiş olduğu ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince her birisini, ezeli ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Örneğin; ne zaman öleceğimizi biz bilemeyiz, bunu Allah bilir ve takdir eder. İşte bu kaderdir. Ölümün zamanı gelince gerçekleşmesi ise kazadır. Konu ile ilgili şöyle bir örnekte verilebilir; astronomi alimleri, çok önceden ayın ve güneşin ne zaman tutulacağını tespit ediyorlar ve takvimlere yazıyorlar, şimdi burada soralım; takvimlere güneşin tutulacağı için mi güneş tutuluyor; yoksa güneş tutulacağı için mi takvimlere yazılıyor? Takvimlere yazılmasaydı güneş tutulmayacaktı. Elbette bu tutulma gerçekleşecekti. Öyle ise, takvime yazıldığı için güneş tutulmuyor. Güneşin tutulacağı biliniyor ve takvime yazılıyor.
Kulun kaderi de aynen bunun gibidir. Allah c.c takdir ettiği için biz yapmıyoruz. Tam aksine bizim yapacaklarımızı Allah c.c ezeli ilmi ile biliyor ve takdir ediyor. Zamanı gelince takdir edilen gerçekleşiyor.

İRADE
Gerek insanların yapıp etkileri, gerekse kainatta olup bitecek her şey, Allah’ın izni ve iradesine bağlıdır. Kâinatta bulunan ve yaratılacak her şey Allah’ın izni, dilemesi, istemesi, takdiri ve yaratması ile olur.
“Allah, bir şeyin olmasını dilediği zaman ona ol der, o da olur.” (Yasin 36/82)
Söz gelimi O izin vermeden; bitkiler bitmez, ağaçlar meyve vermez, kainatın düzeni devam edemez, kimse şefaat edemez, zafer kazanamaz, Peygamber mucize gösteremez, kimse kimseye zarar veremez, kimseye sihir-büyü etki etmez, kimse hidayete eremez. Hatta kimse ölmez.
“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelemez. Çünkü yüce Allah mutlak irade ve sonsuz kudret sahibidir.” (Tegabun 64/ 11)
İnsanoğlu sadece cüz’i iradesiyle o işe meyleder. Buna kesb (kazanç) denir. Yüce Allah da dilerse, o işi insanın isteğine göre yaratır. Bu da bir yaratıştır. İnsanın bu kazancı kendi cüzi irade ve isteği ile olduğundan o işin değerine göre sorumlu olması gerekir. Yoksa ne yapayım kader böyleymiş diyerek sorumluluktan kurtulamaz. Bununla beraber bir insan bir iş yapacağı zaman, kaderin ne olduğunu bilemez. Kendi düşünce ve arzusuna göre hareket eder. Bir insanın kendisini her türlü iradeden yoksun görmesi bir cebr (zorakilik) inancıdır ki, bu doğru değildir. Bizim işlerimizin bir kısmı arzu ve irademize bağlıdır.
Mesela; ellerimiz bazen hastalık sebebiyle titrer, bazen de bunları kendimiz titretiriz. Şimdi bu iki titreme arasında fark yok mudur? Elbette vardır. Birinci titreyiş kendi seçimimizle değildir. İkinci titreyiş kendi istek ve irademizledir. Bir insan Allah’a iman edebileceği gibi inkar da edebilir. İyi işler peşinde olabileceği gibi kötü işler peşinde de olabilir. Yüce Allah bu konuda ona mani olmaz. Bilakis izin verir.
“Deki, Hak Rabbinizdendir. Artık bu gerçek, Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. “(Kahf 18/29) anlamındaki ayet buna işarettir. Anlaşıldığı üzere insan KASİB (yani bir işi isteyen) Allah ise Halik’ , (O işi yaratan var eden) tır. Buna göre insan hayır ve şer neyi isterse Allah onu yaratır. İşte insanın bu isteği sorumluluğunun esasını oluşturur.
Allah kullarının hakkını asla zayi etmez, kimseyi yapmadığı veya irade etmediği işlerden sorumlu tutmaz. Cezalandırmaz.
“Allah, kullarına zulmetmek istemez.” (Mümin, 40/31)
“Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de bir kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir. (Fussulet 41/46)

TEVEKKÜL
Sözlükte dayanma, güvenme, vekil tutma anlamlarına gelen tevekkül gerekli çalışmaları yapıp sebeplerini bir araya getirdikten sonra istenilen sonucun alınması hususunda Allah’a güvenmek, teslim olmak ve sonucu ona havale etmek demektir.
Yüce Allah “Müminler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.(güvensinler)” (Maide 55/11, Tevbe 9/51) anlamındaki ayet ile kendisine tevekkül edilmesini emretmekte ve peygamberler ve gerçek müminlerin “Allah’a tevekkül ettiklerini Kur’an da bildirmektedir.
“Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim.” (Hud 11/56)
Allah’a tevekkül; Allah’ın yardımını isteme, onun adaletine, kimsenin hakkını ve emeğini zayi etmeyeceğine, Salih amellerin sevabını vereceğine, duaları kabul edeceğine inanma ve güvenme demektir.
Allah’a tevekkül etmenin şartı, yapmak istediği iş için gerekli kurallara uyarak çalışma, sonucunda Allah’a havale etmektir. Bütün bu anlatılanlardan anlaşılıyor ki, insanın sorumlu olduğu filer kendi irade ve isteği ile meydana gelen fiilerdir. İnsanoğlunun yaptığı her iş,her iyilik veya kötülük kişinin cüzi iradesi ile isteyip, ortaya çıkmasına sebep olduğu eylemlerdir. İnsan o fiile meyl eder, Allahtan sonsuz kudreti ile onu yaratır. Örneğin “insanın bir çocuk sahibi olabilmesi için evlenmesi ve eşlerin birbiri ile münasebeti gerekir. İnsan bütün bunları istemeden ve gereğini yerine getirmeden çocuk sahibi olamaz. Kul ister, sebepleri yerine getirir ve Allah c.c bu yöneliş doğrultusunda fiilleri ve sonuçları yaratır. Bazen de isteklerin ve sebeplerin neticesi alınamayabilir. Bu gibi durumlar , bizlere insanın acizliğini, kudretinin sınırlarını daha iyi anlatıyor. (Özürlü doğan insanlar, istediği halde çocuk sahibi olamayan insanlar vs..) ne kadar sebepler yerine gelse bile bu dünyada Allah’ın izni olmadıkça hiçbir şey meydana gelmez. Beklenenin dışında gelinen olaylar insanoğlunun bu dünyadaki imtihanıdır. İnsana düşen ise kendi isteği sonucu meydana gelen olaylara hamd etmesi, diğerlerine sabretmesi, hayrın takdir edilen olduğuna inanmasıdır. İnsan öncelikle yapacağı işin kurallarını araştırıp, öğrendikten sonra emek verecek, sabırlı olacak ve kendisini başarılı kılmasını da Allah’tan isteyecektir. Çünkü başarıya ulaştırmak, Allah’a aittir. İşte Allah’a tevekkül etmenin gerçek anlamı budur. Bu husus Kur’an-ı Kerimde şöyle açıklanmaktadır:
“İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinde ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları, cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir. Onlar ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler.”Buna göre işin kurallarına uyarak çalışma, sabır ve tevekkül birlikte olacaktır. Bunları yapmadan işleri Allah’a havale etmek doğru olmadığı gibi, Allah’ı unutmak ve ondan yardım istemekte doğru değildir. Çünkü Allah’ın izni ve yardımı olmadan başarılı olmak mümkün değildir. Bir çiftçi toprağı sürecek, işleyecek, zamanında ve kurallarına uygun olarak tohumu ekecek, sulayacak, gübreleyecek, koruyacak ve harcadığı emeklerin zayi olmayacağına inanacak, sonra da bereketli bir ürün vermesini Allah’tan isteyecektir. İşte Allah’a tevekkül etmek budur.“Muğire bin Ebi Gurre es-Sedusiyyu (ra)’den: Enes bin Malik (ra)’in şöyle dediğini duydum. Bir adam devesi ile beraber geldi ve dedi ki: Ey Allah’ın Resulü deveyi bağlayıp da mı tevekkül edeyim, yoksa bırakıp da mı “tevekkül edeyim? Peygamber cevaben şöyle dedi: Deveni bağla ondan sonra Allah’a tevekkül et.” (Tirmizi Kıyamet bab 60)
“İbnü Abbas (ra) dan: Bir kısım insanlar yanlarına azık almadan haccediyorlardı. (Dileniyorlardı.) Ebu Mesud dedi ki: Bunlar Yemen halkı ya da Yemen halkından bir grup idi. Haccediyorlar ama azık almıyorlar (dileniyorlar) ve biz tevekkül ediyoruz diyorlardı. Bunun üzerine “Azık edinin bilin ki azığın en hayırlısı takvadır.” (Bakara 2/197) ayeti nazil oldu. Hz. Ömer bir topluluğa geldi ve onlara sordu: Siz kimsiniz? Onlar bizler tevekkülde bulunanlarız dediler. O da hayır Siz mütevekkil değil hazır yiyicilersiniz. Size mütevekkilin kim olduğunu haber vereyim mi? Dedi ve ekledi. Mütevekkil kişi toprağı sürüp tohumu eker sonra rabbine tevekkül eder.” Dedi. (Şuabül İman Allaha tevekkül bab, 12. no 1215)
“Allaha tevekkül edene Allah yeter.”
Allah insanoğlunu imtihan dünyasında halife olarak yaratmıştır. Bu nedenle insanın vazifesi, sorumluluğu oldukça ağırdır. Hiç kimse çalışmadan, sabretmeden, tevekkül etmeden bu imtihanı veremez. “Kaderimde bu varmış” diyerek sorumluluklarından sıyrılamaz.
Mevlana c.rumi nin Mesnevisinde şöyle bir kıssa vardır: karanlık bir odada oturan bir sürü insan “karanlık, karanlık..” diye bağrışıyorlar, ama hiç birisi kalkıp bir kandil yakmıyorlar. Karanlığa sabr ediyorlar. Allaha tevekkül edip bir gün bir ışığın yanacağını bekliyorlar. Tabiî ki ne ışık yanıyor, ne de karanlık bitiyor.
Bugün dünyaya ele geçirmiş her yerde zulme devam eden batıl güçler karşısında Müslümanların durumu bu hikayeye ne kadar benziyor. Boyun büküp sabr etmekle, Allahın bu zulümleri kaldıracağına inanmak durumu değiştirmeyecektir. Ne bizler “kaderimiz budur” diyerek sorumluluktan kurtulamayacağız. Ne zamana sorumluk şuuru ile ayağa kalkıp ışığı yakarsak ve bunun için çaba sarf edersek Allahın yardımı bizimle beraber olacaktır. Gayret bizden Tevfik Allahtan’dır.

Konuyla Alakalı Bazı Ayetler

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّين حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَالإ تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ َ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لإ يَعْلَمُونَ

“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[1]

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَم
Şüphesiz Allah katında din İslam’dır.[2]
Konuyla ilgili faydalanılabilecek diğer ayetler şunlardır:

Zariyat, 51/56; A’raf, 7/172; Kıyame, 75/36; Bakara, 2/285; Bakara, 2/277; Hucurat, 49/10.

Konuyla Alakalı Bazı Hadisler

ﻻ يُؤْمِنُ اَحَدُكُمْ حتَّى يُحِبَّ ﻷخيهِ ما يُحِبَّ لِنَفْسِهِ.

"Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez."[3]

المسلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُؤمِنُ مَنْ أمِنهُ الناسُ على دمائهم وأمْوَالِهِمْ.

"Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir." [4]

مَامِنْ مولودٍ إّﻻ يولدُ علَى الفطرةِ ثم يقولُ اقرؤا »فِطرَةَ اللّهِ التى فطَرَ النّاسَ علَيْهَا« فأبَواهُ يُهَوِّدَانِهِ أوْ يُنَصِّرَانِهِ أوْ يُمجّسَانِهِ .

"Her çocuk fıtrat üzerine doğar" buyurdu ve sonra da "Şu ayeti okuyun" dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat..." (Rum, 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü şöyle tamamladı: "Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir….”[5]


مَثَلُ المُؤْمِنِينَ في تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعاطُفِهِمْ مَثَلُ الجَسَدِ إذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالحُمَّى.

"Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü'minlerin misâli, bir bedenin misâlidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler."[6]

قال: قلت: يا رسول الله! قل لي في الإسلام قولا، لا أسأل عنه أحدا بعدك (وفي حديث أبي أسامة غيرك
قال " قل آمنت بالله فاستقم".

Süfyan b. Abdullah (R.A.) şöyle dedi : « Ya Resulallah, bana İslam’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim », dedim.

Resulullah (S.A.V.) : « Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol . »[7] buyurdu.
Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar :
Prof. Dr. Süleyman Ateş, Yüce Kur’anın Çağdaş Tefsiri, C.1/477-488 ; 1/499-5/06 ; 2/23-26 ; 7/20-22 ; 8/517-522 ; 9/64-67 ; 10/181-182
D.İ.B. Kur’an Yolu, 1/299-312 ; 1/320-322 ; 1/377-382 ; 4/285-294; 5/80-84; 5/435-436;
T.D.V. İslam Ansiklopedisi, İman Maddesi, 22/212-219 ; T.D.V. İslam Ansiklopedisi, İslam, Ma
[1] Rum, 30/30
[2]Al-i İmran, 3/19
[3] Buhârî, İman 7, (I, 9)
[4] Buhârî, İmân, 4, 5, (I, 8-9);
[5] Buhârî, Cenâiz 80, (II, 98);
[6] Buhârî, Edeb 27, (VII; 77)
[7] Müslim, İman, 13, (I, 65)

Resmi Büyütmek İçin Tıklayınız