22 Ekim 2008 Çarşamba

HZ. NUH (a.s.)

Kuran-ı Kerim’in Muhammed suresinin 10 ile 11.ayet-i kerimesinde Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır; “yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları yere geçirmişti; bu inkârcılara da onların başına gelenlerin benzeri vardır. Çünkü Allah inananların sahibidir. İnkârcılar ise sahipsizdirler”
Yine Tâ-Hâ suresinin 128.ayetinde; “Şimdi yurtlarında gezip dolaştıkları, kendilerinden önceki nice nesilleri yok etmiş olmamız, onları doğru yola sevk etmez mi? Doğrusu, bunlarda akıl sahipleri için ibretler vardır” buyrulmuştur.
Hac suresinin 42–44. ayetinde Rasulullah’a hitaben Allah-u Teala buyurmuştur ki; “(Ey Muhammed) Bunlar seni yalanlıyorsa, onlardan önce Nuh kavmi, Ad, Semud, İbrahim kavmi, Lut kavmi ve Meyden halkı da peygamberlerini yalanlamış ve Musa da yalanlamıştı. Ama ben inkârcılara önce süre verdim, sonra da onları yakalıyı verdim. Beni tanımak nasılmış görsünler. Nice kasabaların halkını haksızlık yaparlarken yok ettik. Artık duvarları, çatılarının üzerine çökmüş, kuyuları kullanılmaz olmuş, yüce sarayları terk edilmiştir”.(Benzeri ayetler için bkz.50/36;54/51;7/100;11/120;12/111;16/36;32/26;2/214)
Kur’an tarihin belli dönemlerinde cereyan etmiş olayları sahneye koyarken gayesi hikâyecilik veya tarihi bir olayın tam olarak aktarılmasından ibret değildir. İnkârcıların veya inananların yaşadıkları olayların sergiledikleri davranışların tarihte yaşanan benzerleri hatırlatarak inananları teselli, inkârcıları da tehdit etmektedir. Kuranı kerim’de geçmiş milletlerle ilgili kıssaları okurken, anlatılan olaylardan kendi hissemize ne düştüğünü düşünerek, çıkarabileceğimiz ibret ve derslerin neler olduğunu anlayarak okumamız gerekir. Hikâye dinliyormuş gibi değil; ana fikri ve dersi çıkararak yağacağımız okuma; Kur’an’ın bu hikâyeyi anlatırken ki asıl amacın ön plana çıkaran bir okuma olacaktır.
Kur’an-ı Kerim gönderildiği zaman ve mekân ile sınırlı bir kitap değildir. Onun çağrısı evrenseldir. Geçmiş ümmetlerle ilgili anlatılan kıssalar her ne kadar geçmişte olup bitmiş olayları anlatsa da, mesajları itibariyle bugüne bakan yönleri vardır. Hz. Âdem’in İblis’le olan mücadelesi binlerce yıl devam edecek olan Hak-Batıl mücadelesinin başlangıcı olmuştur. İnsanoğlu ne zaman Rabbini unutmuş, hak yoldan sapmış, Tevhide aykırı inançlara yönelmiş, ahlaki açıdan sapkınlıklar göstermişse; Allah-u Teala onu tekrar hidayete döndürmek üzere elçilerini göndermiştir.
İşte bu elçilerden bir tanesi de Kur’an-ı Kerim’in pek çok Ayet-i Kerimesinde kendisinden övgüyle bahsedilen Hz. Nuh’tur. Nuh (a.s) yüce Allah tarafından kendilerinden sağlam söz alınan 5 büyük peygamberden biridir.
“Hani biz Peygamberlerden sadakat sözü almıştık; senden Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. Biz onlardan (ağır sorumluluk taşıyan sağlam biz söz)aldık” (Ahzab suresi, 33/7)
Nuh (a.s) Hz. Âdem’in oğlu Şit (a.s)’ın neslinden bir peygamberdir. Nuh a.s) 950 yıl yaşamış ve uzun yıllar boyunca halkını Allah’ın dinine davet etmiştir.
Hz.Adem ile Hz. Havva’nın yeryüzüne gönderilişinden itibaren insan nesli yeryüzünde çoğalmış ve zamanla Hz. Âdem’in getirdiği Tevhit dininden sapmalar olmuştur. Bu sapmaları önlemek amacıyla Allah-u Teala İdris (as.)’ı peygamber olarak görevlendirdi. Fakat sapmalar devam etti, putperestlik çoğaldı ve Hz. Nuh zamanında iyice yaygınlaştı. Nuh Suresinin 23.ayetinde Nuh a.s)’ın kavminin taptıkları putların bazılarının isimleri zikredilmektedir.(vedd,Suva,Yegus,Yeuk,Nesr) Tefsir kaynaklarında burada geçen isimlerin, Hz. Adem’in çocuklarına veya Salih kimselere ait isimler olduğunu bildirmektedir. Salih kişilerin ölümünden sonra onların anılarını canlı tutmak ve hatıralarına saygı gösterip şefaatlerini dilemek amacıyla heykellerin yapılmış ve bu heykellere temsil ettikleri kişilerin isimleri verilmiştir. Fakat zamanla kutsallık yüklenen bu heykellere tanrı gözüyle bakılıp tapılmıştır.(Kaynaklarda bu heykellerin cahiliye dönemi araplarınında tanrıları arasında yer aldığı belirtilmektedir. (bkz.Kur’an yolu 5.cilt,s.392)
Putperestliğe paralel olarak toplumun ahlakı da bozulmuş; yeryüzünde haksızlık, ahlaksızlık, azgınlık ve zulüm de artmıştı. Bütün bu yanlışlıkları düzeltilmesi için Allah-u Teala Nuh (a.s)’ı görevlendirdi. Nuh (a.s) kavmine, kendisinin bir nasihatçi ve açık bir uyarıcı olduğunu, Allah’tan başka ilah olmadığını dolayısıyla O’ndan başkasına kulluk etmenin doğru olmadığını anlattı. Kendisini dinlemedikleri takdirde büyük bir cezaya çarptırılacaklarından endişe ettiğini de bildirerek onları uyardı.
Nuh a.s ‘ın kavminin ileri gelenleri, zengin ve soylu kimseler, üstünlüğü maddi güçte görüyorlardı. Zenginlikleri, kabilelerinin genişliği, adamlarının çokluğu ile böbürlenerek Hz. Nuh’u ve ona inanan insanları küçümsediler. Davetini kabul etmedikleri gibi, onu sapkınlıkla itham ettiler. (bkz.Araf 7/60) Nuh a.s)’ın peygamberliği istismar ederek para, makam ve mevki sahibi olmak istediğini, bu yolla kavmi içinde üstünlük sağlamaya çalıştığını iddia ettiler. (bkz.Müminun 23/24) Tebliğ faaliyetine son vermediği takdirde onu taşlayarak öldüreceklerine dair tehditte bulundular. (bkz.Şuara 26/116)
Hz.Nuh (a.s) makam, mevki, servet gibi bir beklentisi olmadığını ilan etti. Kendisinden “gaybı bilmesini, insanüstü özellikler, mucizeler göstermesini bekleyen ve fakirlerle görüşmemesini isteyen kavmine şu cevabı verdi; “Size “Allah’ın hazineleri benim yanımdadır” demiyorum. Gaybı da bilmem, melek olduğumu da söylemiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah onlara hiçbir faydalı şey vermeyecektir” diyemem. Onların içlerinde olan şeyi Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum” (Hud 11/31)
Hz.Nuh uzun süre sabır, metanet ve şefkat hisleri ile kavmini dine davet etti. Fakat çok az bir grubun dışında kimse iman etmedi. Kavmi onunla alay etmekle yetinmedi, onun cinnet onun cinnet geçirmiş olduğunu da ileri sürdüler. Çaresiz kalan Hz. Nuh inkârcıların yok edilmesini Allah’tan niyaz etti. “Rabbim, kavmim beni yalancılıkla suçluyor. Artık benimle onların arasındaki durumu sen hükmünle açığa kavuştur, beni ve beraberimdeki müminleri kurtar” diye dua etti. (Kevser 54/10; Müminun 23/26, Şuara 117-118)
Yüce Allah onun duasının kabul edip, inkârcıların tamamını yok edeceğini bildirdi. (enbiya 21/76; saffat 37/75 ) Daha önce iman etmiş olanlar hariç, artık bundan sonra hiç kimsenin ona (Hz.Nuh ‘a ) iman etmeyeceğini; kavminin geçmişte işlediği günahlara, kendisini yalancılıkla suçlamalarına, inkarcılıkta ısrarlarına, gördüğü eziyetlere üzülmemesini emredip, azgınların başına gelecek felaketin yaklaşmakta olduğunu haber verdi. “Haktan sapanlar için bana başvuruda bulunma! Onlar boğulacaklar!” buyurarak (Hud 11/37) felaketin (tufanın) boyutlarının ne derece büyük olduğuna işaret etti.
Bunun üzerine Hz. Nuh Allah-u Teala kendisine öğrettiği şekilde bir gemi yaptı. Kavminin ileri gelenleri onun gemi yaptığını görünce “peygamberlikten vazgeçip marangozluğa başladı” diyerek onunla alay ettiler. Hz. Nuh yakında alay etme sırasının kendilerine geleceğini söyleyerek, yaklaşan felaketle ilgili onları uyardı. (Hud 11/38)
Hz. Nuh geminin yapımını tamamlayınca, beklenen azabın gelmekte olduğuna dair belirtilerde görünmeye başladı. Yer ve göklerin kapıları açıldı. Yerden sular fışkırdı, gökten sular boşaldı. “derken, göğün kapılarını bardaktan boşanırcasına inen bir yağmura açtık. Yerden de sular fışkırttık; böylece azgın sular önceden belirlenmiş bir iş için birleşti” (Kamer suresi 54/11–12)
Allah-u Teala, Nuh (a.s)’a erkekli dişili olmak üzere evcil veya yabani canlılardan birer çiftini gemiye almasını buyurdu. Nihayet sular Allah’ın takdir ettiği seviyeye geldiğinde (Kamer 54/12) gemi dağlar gibi dalgalar arasında ilerlemeye başladı. Bu sırada Hz. Nuh, kendisini yalanlayanlardan biri olan dördüncü oğlu Yam’ı gördü ve babalık şefkatiyle son olarak seslenip onu gemiye çağırdı. Oğlu bu çağrıya cevap vermedi. Çünkü bu olayın diğer tabii afetler gibi bir afet olduğunu düşünüyor ve yüksek yerlere çıkarak kurtulabileceğini sanıyordu. Bu sebeple babasının çağrısına; “beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.’’ Diye cevap verdi. Derken baba ile oğlu arasına dev dalgalar girdi ve o da diğer inkarcılarla birlikte boğuldu.(hud 11\42–43)
Hz. Nuh da diğer peygamberler gibi bir beşerdi. Onlar gibi çocuk sevgisi ve benzeri insani duygulara sahipti. Allah’a oğlunun da aileden biri olduğunu söyledi ve belki bunu söyleyerek onunda kurtarılmasını diledi. Fakat Allah Teala iman etmediği için onun aileden sayılmadığını, iman olmayınca tek başına kan bağının kurtarılması için yeterli olmadığını bildirdi.(Hud 11\45–46)
Hz. Nuh’un gemisi Allah’ın dilediği kadar su üzerinde kaldıktan sonra ( Taberi’den nakledilen bir rivayete göre bu süre 6 aydır.) yüce Allah göklere suyunu tutmasını, yerlere de suyunu çekmesini emretti. Böylece sular çekildi. Gemi Cudi dağına oturdu.1(Hud 11\44) böylelikle yeryüzünü inkârcılardan temizlendi. Sular çekilmeye başladığı için gemidekilerin yeryüzüne inme zamanı geldi. Hz. Nuh ve yanındakiler Allah’ın emrine uyarak bereketli topraklara inip orayı yurt edindiler. Bir rivayete göre Hz. Nuh tufandan sonra 350 yıl daha yaşadı ve Mekke’de vefat etti.
SONUÇ
Kur’an’ın tarihle ilgili mesajının özü şudur; insan tarih içerisinde (yeryüzünde) başıboş bırakılmamıştır. İnsan davranışları ile bu davranışların tarih içerisinde sebep olduğu değişimler arasındaki ilişki, sıradan bir sebep- sonuç ilişkisi değildir. Bütün bunların hepsi Allah’ın belirlediği yasalara ( Sünnetullah) bağlıdır. Allah tarihi dışarıdan izleyen ve ona hiç müdahale etmeyen bir hakem değildir. Tarihin içinde bir taraf, onun oluşmasına müdahil olan, onu elçilerini göndermek suretiyle yönlendiren bir taraf durumundadır.
(sistematik kur’an fihristi s.693,Ömer Özsoy, İlhami Güler)

ü Allah Teala Hak- Batıl mücadelesinde insanların Hakk tarafında yer almaları, Hakk’a yönelmeleri için, onlara yol gösterici olarak peygamberlerini göndermiştir. Bütün peygamberler, gönderildikleri toplumları Tevhit inancına, olumlu ahlak özelliklerini yaşamaya çağırmışlardır. Bunun karşısında iblis ve Batılın temsilcileri de insanoğlunu şirke, alçaklık, zulüm ve ahlaksızlığa sevk etmişlerdir.
ü Tarih boyunca inkârcı toplumların ileri gelenleri peygamberlere inanan fakirleri küçümsemişleridir. Nitekim Hz. Peygamber zamanında Kureyş’li müşriklerin ileri gelenleri de fakir müminlere karşı aynı davranışı sergilemişlerdir. Müslüman’ın vazifesi güçsüz de olsa, fakir de olsa haklı olanın yanında yer almak; güçlü olan zalime karşı durmaktır.
ü Hz. Nuh’un kavminin anlayışına göre bir kimsenin peygamber olabilmesi için zengin olması, gaybı bilmesi, özellikle melek olması gerekir ki beşerin bilemediklerini bilsin, yapamadıklarını yapsın. Hz. Peygamber zamanındaki müşriklerde aynı özellikleri aramışlar, peygamberimizden şifasız hastaları iyileştirmesini, gökten melek indirip kendileriyle konuşturmasını, bir dağı altın kütlesi haline getirmesini(v.s.) istemişlerdi.(En’am 6\50)
ü Nuh (a.s.) kıssası anlatılarak kavminden gördüğü haksızlık ve kötülük sebebiyle üzülen Hz.Peygamber ve arkadaşları teselli edilmiş, insanların ibret alması sağlanmak istenmiştir. Nuh (a.s.)’ın sabredip başarıya ulaştığı gibi Hz. Peygamberin de sabretmesi emredilmiştir. Çünkü mücadeleye sabırla devam edenler başlangıçta başarısızlığa uğrasalar bile sonunda mutlak başarıya ulaşacaklardır. Ebedi hayattaki asıl ve sonsuz mutluluk Allah’a itaat eden ve kötülükten sakınanların olacaktır.
ü Nuh(a.s.) inkârcı oğlunun kan bağı olduğu halde Nuh(a.s.)’in ailesinden sayılmaması, Müslüman’ın insanlarla ilişkilerinde hareket noktasının kabilecilik, nesep v.s. değil, Allah’a iman ve itaat olması gerektiği ile ilgili ders vermektedir.
ü Müşrik Araplar Nuh kavminin milletler tarihinde nüfusunun çokluğu ve gücüyle tanınmış bir toplum olduğunu yaygın rivayetlerden biliyorlardı. Böyle bir kavmin inkârları sebebiyle yok edildikleri çeşitli ayetlerle anlatılarak müşrik Araplar da aynı tutumu sergilemeleri halinde benzer bir azapla tehdit edilmişlerdir.