15 Nisan 2008 Salı

ASR SURESİ

Bu sure Mekke’de inmiş olup üç ayetten oluşmaktadır. Sure adını ilk ayette geçen “asr” kelimesinden almıştır.
Asr suresi kısa olmakla beraber Kuranı Kerimdeki bütün nasihatlerin özü sayılır. İmam Şafii’nin bu sure hakkında “Şayet Kur’anda başka bir şey nazil olmasaydı. Bu sure insanlara yeterdi. Çünkü o Kur’anın bütün bilgilerini içine almıştır” dediği nakledilir.
Taberani Evsat’da; Ebu Huzeyfe’den şöyle dediğini rivayet etmiştir. “Resulallah (sav) ashabından iki kişi karşılaştıklarında biri diğerine Asr suresini okumadan , sonra da biri diğerine selam vermeden ayrılmazlardı”
Bu surenin açıkladığı büyük gerçek şudur:
İnsanlık tarihi boyunca tüm zamanlarda insanları kurtuluşa götüren tek bir sistem vardır. O da asr suresinin sınırlarını çizdiği sistemdir. Bunun dışında kalan her şey boştur, hüsrandır. Öyleyse tek kurtuluş yolu vardır ki o da iman etmek, Salih amel işlemek, hakkı ve sabrı tavsiye etmektir.
1. Asra andolsun ki
2. İnsanlık mutlak hüsrandadır
3. Ancak iman edip Salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka

Asr kelimesi; “hapsetmek, menetmek, sıkıp suyunu çıkarmak anlamına gelirken isim
olarak, dehr, mutlak zaman, karn yani 80 veya 100 senelik zaman dilimi, ikindi vakti ve ikindi namazı” gibi anlamlara gelir.
Müfessirler ise Kur’anı Kerimde zikredilen Asr kelimesini daha çok, “ikindi vakti, ikindi namazı, mutlak zaman, âhir zaman, asr-ı saadet” diye tefsir etmişlerdir.
Asr kelimesini “mutlak zaman” diye tefsir eden müfessirlere göre zamanın ne kadar önemli olduğuna, ömrünü gereksiz işlerle geçirenlerin hüsrana uğrayacaklarına ve ondan ancak dört özellik sahibinin kurtulacağı gerçeğine dikkat çekmek içindir. Bunlarda 1. İman 2. Salih Amel 3. Hakkı Tavsiye 4. Sabrı Tavsiye etmektir.
Razi şöyle anlatır: “Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu: sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin” Onun bu sözünü duyunca bu söz Asr suresinin anlamıdır” dedim. İnsana verilen bu ömür bir buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa insanın hüsranına neden olur.
Hızla geçen zamanı bu dört özellikten yoksun geçiren bir insan dünyada ne işle meşgul olursa olsun, hayatını boşa harcamış kabul edilir. Karlı çıkanlar ise ancak bu dört özelliği taşıyanlar ve ona göre davrananlar olacaktır. Şöyle bir benzetme yaparsak; “bir sınav salonunda kendisine belli bir zaman tanınan öğrencinin süre içinde sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması gibidir. O zaman öğrenciye yanındaki saat işaret edilerek geçen zamanın zararına olduğu ve hüsrana uğrayacağı uyarısında bulunulur. Karlı çıkan öğrenciler ise; kendilerine tanınan zamanın her anını sorularla cevaplamak için kullananlardır.
Asr kelimesini ikindi namazı olarak tefsir eden müfessirlerden, Mukatil’e göre; Yüce Allah burada ikindi namazına yemin etmiştir. Çünkü “Namazlara sıkıca devam edin özellikle orta namazına (Bakara 238) ayetinde orta namazı, alimlerin çoğunluğuna göre ikindi namazı olduğu için özel bir fazileti vardır.
İkindi vakti gündüzün sonuna doğru insanların en fazla kazanç ve ticaret için dünya işlerine daldıkları iş zamanı olması itibariyle ikindi namazının o zamanda kılınmasının zorluğu olduğu gibi yüksek bir uyarı özelliği de vardır. Dolayısıyla ona yemin etmekle faziletine dikkat çekmekte önemli bir anlam verir.
Aynı zamanda ikindi vakti insanın ömrünün sonunun yaklaştığına da işaret eder. Bu yüzden de ikindi vaktine dikkat çekilmiştir.
Allahu Teala insanları Hz. Adem’den kıyamete kadar bir amaç için yaratmıştır. Bunu da Kur’anda Zariyat Suresi 54. ayetinde “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” diyerek ifade etmiştir. Öyleyse insanların hayatı boyunca ey önemli vazifesi iyi bir kul olmaktır. Buna göre iyi bir kul olmak için önce Allah’a karşı sonra da yaratılmışlara karşı vazifelerimizi iyi bilmeli ve ona göre hayatımızı yönlendirmeliyiz. Kulluk; Allah’ın emirlerine sonsuz bir sevgi ve saygı ile karşılık beklemeden inanmaktır. İyi bir kul olmak , Allah’a karşı yapmış olduğu bütün ibadetlerinde ihlaslı davranıp, Allah katında iyi bir mertebeye ulaşmak için çalışmaktır.
Asr suresi kısa bir sure olmasına rağmen iyi bir kul olmanın sınırlarını en güzel şekilde çizmektedir. Surede sıralanan dört ilkeden iman etmek, Salih amel işlemek insanın Allah’a karşı vazifeleri Hakkı ve sabrı tavsiye etmek ise yaratılmışlara karşı vazifeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

1. Asr’a andolsun ki
2. İnsanlar mutlak hüsrandadır
3. Ancak iman edip, Salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka

İMAN ETMEK

İman etmek; Allah’a ve onun bizlere göndermiş olduğu, her şeye samimi bir kalp ile inanıp bunu dil ile söylemektir. Allah’ın bizden istediklerine ve inan dediklerine kesin olarak inanmaktır.
Aslında iman Allah ile yapılmış manevi ve kalbi sözleşmedir. Nasıl ki sözleşme yaparken kişiye bazı yükümlülükler , sorumluluklar ve şartlar sunulur ve kişi bu şartları kabul edip altına imza atarsa Allah’a iman etmek de aynı bunun gibidir. Allah’a iman etmekle insan Allah’ın emir ve yasaklarına uyacağına her şart ve zeminde Allah ve Resulunun yolunu takip edeceğine, Resulullah’ın sünnetine uygun bir yaşantı seçeceğine dair söz vermektir. Sonra da Kelime-i Şehadet okuyarak bir nevi imza atmış olur.
Bir insan imanı sayesinde dünya nimetlerine ve dünya hayatının imkanlarına dört elle sarılmaktan kurtulup Allah katında iyi bir yer elde edebilmek için çalışır. İyiliği sırf iyilik olduğu için,Allah istediği için yapar.
İman hayatının en büyük temelidir. İyiliğin her türü, her dalı burada dal budak sarar. Meyvelerin hepsi buna bağlıdır. İman olmadan iyiliğin her dalı solmaya ve kurumaya mahkumdur. Nitekim İbrahim suresi 18.ayetinde “Rabbini inkar edenlerin iyi davranışları fırtınalı bir günde şiddetli rüzgarda savrulan küle benzer, yaptıkları iyi işler karşılığında ellerine hiçbir şey geçmez. İşte koyu sapıklık budur.”
Nur Suresi 39. ayetinde ise “ Kafirlerin amelleri ise çöllerdeki serap gibidir. Susuz kimse onu su zanneder, fakat oraya varınca hiçbir şey bulamaz. Kafir karşısında Allah’ı bulur. O da hesabını hesapsız olarak görür. Zaten Allah’ın hesaplaşması çabuktur” denmektedir.
Bunlar imana dayanmadığı müddetçe tüm iyiliklerin tüm değerlerin boşa çıkarılacağını gösteren apaçık hükümlerdir.
Yine Allah (cc) Kuran-ı Kerimde gerçek imanın ne olduğu şu ayetlerle açıklamıştır.
“ Müminler o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir.” (Enfal 2)
“ Müminler onlardır ki Allah ve Resulüne inandılar, sonra şüphe etmediler” (Hucurat 15)
“Rabbimiz Allah deyip, doğru yolda sebat edenler” (Fussilet 30)


SALİH AMEL

İnsanın hüsrandan kurtulması için gerekli olan ikinci özellik amel-i salihtir. Amel-i Salih büyük küçük her türlü iyilik demektir.
İman ettikten sonra sıra onun tezahürü olan salih amele gelmektedir. İman ile amel ilişkisi tohum ve ağaç ilişkisi gibidir. Eğer toprakta tohum olduğu halde ağaç meydana gelmiyorsa onun anlamı toprakta gömülü kalmış olmasıdır. Salih amel onun topraktan çıkmış halidir.
Onun için Kuranda verilen müjdeler iman etmenin yanında Salih amel de işleyenler için geçerlidir. Bu surede bize Salih amel olmadan sadece iman ile insanın hüsrandan kurtulamayacağı da anlatılmaktadır.
Salih amel işlemek demek yapmış olduğun bütün ibadetlerin de ihlaslı olmak demektir. Yani yaptığın bütün işleri sadece Allah rızası için , sırf Allah istediği için yapmaktır.
Bir fakire yardım edeceksen bunu Allah rızası için yapmak, Ayşe, Fatma duysun diye değil yolda gördüğün bir taşı sırf bir Müslüman zarar görmesin diye kaldırmak. İşte bütün bunlar bir salih ameldir.
Yapmış olduğumuz ibadetlerin olmazsa olmaz tek şartı var ki huşu ve ihlastır. Kılınan namaz huşu ile ihlaslı olarak kılmak gerekir. Çünkü insan çok ibadetiyle değil, ihlaslı olarak yaptığı ibadetleri ile kurtuluşa ereceklerdir.

HAKKI TAVSİYE

Eğer iman etmek ve Salih amel işlemek yeterli olsaydı bu sure burada biterdi. Fakat surenin devamında hakkı ve sabrı tavsiye etmenin gerekliliği ifade edilmektedir.
İslam’ın ana ilkesi hakkı hayata hakim kılmaktır. Hak kelimesi doğruya, adalete, uygun gerçek sözdür. Kur’an ve sünnette farklı ve kesin ifadelerle hakkı tavsiye etmek emredilmiş, iyiliği emredip, kötülüğü menetmek müminlere farz kılınmıştır.
Hak batılın zıttıdır. Her şart altında doğru olan şeydir. Hakka yönelmeyen her şey ise batıldır.
Hakkı tavsiye etmek en büyük cihaddır. Hakkı tavsiyeyi ister elimizle, ister dilimizle, ister kalbimizle yapalım ama mutlaka yapalım. Çünkü hakkı tavsiye etmemenin bedeli çok ağırdır. Bunun için hakkı tavsiye etmek zorunludur.
Toplumda her fert sadece kendisi, hakkı, doğruyu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda başkalarına da tavsiye etmelidir. Bir toplumu manevi boşluktan ve ahlaki çöküşten korumak ancak bu şekilde olur. Eğer bir toplumda bu anlayış yoksa işte o toplum hüsrandan kurtulamaz.
Günümüzde gençlik ahlakı dejenereye uğrarken, gençliğin manevi değerleri tahrip edilirken bu duruma seyirci kalmak, kendi kendimize dertlenip sadece şikayetle yetinmek, başkalarını sorumlu tutarak işin içinden ayrılmak büyük hatadır.
Nitekim “İsrail oğullarından kafir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanet olundular. İşte bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir. Yaptıkları kötülükten vazgeçmiyorlardı, ne kötü şey yapıyorlardı.” Maide suresinin (78 -79.) ayetlerinde Hz. Davut (a.s) ve Hz.İsa’( a.s)nın ümmetlerine helak olmalarının sebebi “Birbirini günahtan ve zulümden men etmemeleri idi ” şeklinde ifade edilmiştir.
Araf suresinin 163 -166. ayetlerinde ise Ben-i İsrail’in Cumartesi yasağını açıkça çiğneyerek balık tutmaya başladıkları, bu nedenle onlara azap indirildiği belirtilmiş, arkasından da bu azabtan ancak günahı önlemek için çaba sarf edenlerin kurtulduğu açıklanmıştır.
Hakkın anlatılması, Allah’ın dinini ve İslam’ı yüceltmek için içtenlikle mücadele etmektir. İnanan bir toplumun hakka karşı, batılın yayılmasına seyirci kalmamasıdır.
Öyleyse zulmün karşısında sessiz kalmak, emperyalist güçlerin yapmış olduğu zulüm ve haksızlıkları görmezlikten gelip tepkisiz durmak, maalesef bizim kurtuluşumuz değildir. Yapılan bütün haksızlık ve zulümlere sessiz ve tepkisiz kalmak insanlara ilahi cezaların gelmesine sebep olacaktır.
Bugün İslam ülkeleri, emperyalist güçlerin tehdidi ve işgali altında çaresiz, mazlum durumdadır. Bu haksızlıklara engel olamadan sadece seyrederek durursak hakkı tavsiyeyi ihmal etmiş oluruz.
İşte bütün bunları görebilmek için hepimizin şuurlu bir Müslüman olması, etrafımızda gelişen olaylara bakarken, Kur’an ve sünnet çizgisinden ayrılmaması gerekir.
Asr Suresinde Hakkın Tavsiyesinin yanında toplumun hüsrandan kurtulması için, sabrın tavsiyesi de şart koşulmuştur. Yani hakkın ve onu himaye etmenin uğrunda karşılaşılan bütün zorluk musibet, meşakkat, zarar ve mahrumiyetler karşısında sebat etmek tavsiye edilmiştir.
Sabır, insanı insan yapan değerler arasında en önemlisidir. Sabır çaresizce beklemek değil, inandığın dava üzerinde her türlü zorluğa ve şarta karşın dimdik durmak ve istikametten asla taviz vermemektir.
Kuranı Kerimde övülen ve tavsiye edilen sabır iman ve Salih amel yolunda olan sabırdır ki bu bir bağlılık göstergesidir.Her türlü zillete boyun eğmek, batılda saplanıp kalmaktadır. Şerre rıza göstermek ya da her türlü kötülüğe katlanmak kötülükler karşısında susup kalmak sabır değildir.
Sabır, hak-batıl mücadelesinde önümüze çıkan bütün sıkıntılara karşı mücadele edip, istikamette devamlılık göstermektir. Bütün bunları yaparken de tek dayanağımız Kuranı kerim ve Peygamberimizin sünnetidir. İyi bir Müslüman olmak için bu ikisini en iyi bilmeli ve hayatımızın merkezine yerleştirmeliyiz.
Ancak böyle amel edip Salih amel işleyen, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden insanlar zararda değildir. Bunlardan başkaları ise mutlaka zarardadır. Bu dört özellik olgun bir imanın göstergesidir.
Karşılıklı olarak sabrı öğütleme insanın gücünü arttırır. İnsanlar arasında toplumsal dayanışmayı harekete geçirir. İnsanları sevgi, azim ve sebatla donatır.
Kur’anı Kerimde ise sabırla ilgili;
“Ey iman edenler, sabredin sabırda yarışın ve Cihad için hazırlıklı bulunun. Allah’tan korunun ki kurtuluşa eresiniz” ( Ali İmran 200) Çünkü;
“Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153)
“Ancak sabredenler mükafatlarına erdirilir” ( Zümer 10)
“ Sabredenleri müjdele ki onların kendilerine bir musibet geldiği zaman, biz herhalde Allah’a yönelmişiz ve mutlaka ona dönüp varacağız derler. İşte Rablerinden mağrifet ve rahmet hep onların üzerinedir” (Bakara 156 -157)

SONUÇ

Hayat bir imtihandır. Bu imtihanda Hak –batıl arasındaki mücadele söz konusudur. Hak –batıl davasında kimin safında olduğumuzu bilip, önümüze çıkan bütün sıkıntılara karşı göğüs gerip, mücadele edip, istikamette devamlılık göstermek gerekir. Hak –Batıl mücadelesinde bir kısım insanlar hakkın yanında, bir kısım da batılın yanında olacaktır. Bunun arası yoktur. Bu konuda Said-i Nursi Hazretleri “ Hak –batıl davasında bîtaraf olan, bertaraf olur” diyerek her müslümanın nasıl bir duruş sergilediğini bildirir. Bu bir İslami duruştur.
Biz Hz. Ömerlerin münafıklar ve kafirler karşısındaki tavizsiz duruşunu , Bilallerin, Ammarların, Yasirlerin, Ebu Leheblerin, Ebu Cehillerin karşısındaki korkusuz duruşuna muhtacız.
İşte bunlar için tek yapacağımız şey Kur’anı Kerim ve Peygamberimizin sünnetine sımsıkı sarılmak olmalıdır. Kur’anı Kerim ve Peygamberimizin sünnetini en iyi şekilde anlayıp hayatımıza uyarlamamız gerekmektedir.