13 Nisan 2008 Pazar

NİMETLERE ŞÜKÜR

Nimet Kavramı
Nimet, en genel tabirle “İman, can, mal evlat, makam, ilim vs gibi yaşamımızı kolaylaştıran, bizi mutlu kılan her şey” olarak tanımlanabilir.
İmam Gazali; “Her hayır, lezzet ve saadet, her talep edilen, istenen şey “nimet” olarak adlandırılır. Fakat hakikatte nimet, uhrevi saadettir[1]” der. Allah’ın sayılamayacak kadar çok olan nimetlerinden ilim ve güzel ahlak gibi, hem dünyada, hem ahirette faydalı olanları olduğu gibi; şehvetlerin ardı sıra koşmak gibi (bunlar gerçek manada nimet değildirler, insana kısa süreli menfaat sağlayan şeylerdir) dünyada kârlı, ahirette zararlı olanları; şehvetlere direnmek gibi dünyada zor fakat ahirette kârlı olanları vardır. “Cehalet ve kötü huy” ise dünyada da, ahirette de sevimli olmayan şeylerdir.
Hem dünyada hem de ahirette menfaat veren nesneler, hakikat açısından asıl nimet olan menfaatlerdir.
Bazı menfaatlerin “nimet” olup olmadıkları, bizim onları kullanışımıza göre değişir. Örneğin çok malı olan salih bir kimse, malı ne kadar çok olursa olsun, o maldan menfaat görür. Çünkü onu Allah yolunda sarf eder, hayırlarda kullanır. O mal o kişi hakkında nimettir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v); “Salih mal, salih kişi için ne güzeldir” buyurmuştur. Elbette malı olmayan kimse bütün vaktini yiyecek, giyecek vs. ihtiyaçlarını temin edebilmek için çalışmakla geçirir. Zikre, ilme vakti kalmaz. Aynı zamanda hac, zekat, sadaka gibi hayırların faziletinden mahrum kalır. O halde “tasadduk edebilmek, Allah yolunda harcayabilmek için müminin mal istemesinde, mal edinmesinde zarar değil, bilakis fayda vardır” diyebiliriz.
Fakat çok insan vardır ki, azıcık malı da olsa, o maldan zarar görür. Durmadan o malı azımsar, şikayet eder ve daha fazlasını talep eder. O mal da, o kişi için bela olur. Rabbim malını kendisi için ‘nimet’e çevirebilen kullarından eylesin bizleri!..
Yine Hz. Peygamber (s.a.v); “Kim ki bedeninde sıhhatli, cemaatinde emin ve yanında günlük nafakası olduğu halde sabahlarsa, sanki dünya bütün varlıkları ile onun için musahhar kılınmış ve derlenmiştir” buyurmuştur. Bütün bunların, dünya hayatını kolaylaştırıcı nimetler olduğunu böylelikle ifade etmiştir Rasulallah (s.a.v).
İnsanın eşi ve çocukları da onun için nimettir. Hz Peygamber (s.a.v); “Din hususunda saliha kadın ne güzel yardımcıdır” demiştir. Yine çocuk hakkında da; “Kul öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şeyden ameli kesilmez. Biri, kendisine dua eden salih evlattır…” buyurmuştur. Eşimizi seçerken onun kaşına gözüne, malına bakmadan önce ahlâkına, dindarlığına bakıp tercih etmişsek, evliliğimizi de hem bu dünya hem de ahiret saadetimiz için Allah’ın izniyle “nimet”e çevirmişiz demektir. İyi yetişmiş, dinine bağlı, hayırlı evlatlar da hem bizim için hem ümmet-i Muhammed için birer nimettirler. Eşlerimiz ve çocuklarımız dünya işlerinde bize yardımcı olurlar ve böylelikle bizim bunlara daha az zaman harcamamızı; ilme, irfana, zikre daha fazla zamanımızın kalmasını temin ederler. Bu manasıyla da onlar bizim için yine “nimet”tirler.
Sıhhat, kuvvet ve uzun ömür de insan için bir nimettir. Rasulullah (s.a.v); “Saadetlerin en üstünü, Allah’ın ibadetinde geçen uzun ömürdür” buyurmuştur.
Denilmiştir ki; “Hayırları anmakta, meşgul edici hastalıktan bedenin sağlam bulunması kafidir.” Yani bizi hayır yapmaktan alıkoyan, bizi bitap düşürerek yeri geldiğinde bizi ilim ve amelden men eden hastalıklarımız yoksa, sıhhatli isek “en büyük nimetlerden” birine daha nail olmuşuz demektir.
Saymış olduğumuz bütün bu dünya nimetleri, pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifte de ifade olunduğu üzere, bizler için imtihan vesilesidir aynı zamanda.
Mal, içinde cevher ve incilerin çeşitleri bulunan deniz gibidir. Denize dalan kimse, yüzmeyi, ondan gelecek tehlikelere karşı nasıl korunacağını iyi biliyorsa, o denizdeki nimetleri elde etmiş demektir. Yok eğer, bunları bilmediği halde denize dalarsa, helak olur gider. Diğer nimetler için de durum aynıdır.
Gazali der ki; “Dünya nimetleri karışıktır. Onların hastalıkları şifalılarına, ümitleri korkularına, menfaati zararına karışmıştır. O halde kim basiretine ve marifetinin kemaline güveniyorsa, o dünyanın hastalığından korunduğu halde, bu nimetlere yaklaşabilir. İlaçlarını çıkardığı halde bunları kullanabilir. Bu konuda kendine güvenmeyen bir kimse için ise bu tehlikeli yerlerden kaçmak gerekir.[2]
Yüce Allah “hidayet”i de kullarına nimet olarak vermiştir. Bazısına akılla vermiş, bazısına da peygamber vasıtasıyla. Hased, kibir, dünya sevgisi gibi sebepler insanı bu nimetten mahrum bırakırlar. Hidayetin de ötesinde, Allah’ın zaman zaman kullarına ihsan ettiği haller de, kul için birer nimettir. Bu haller mücahedenin meyvesidir. Kulun, kendisine verilen bu nimet için de şükretmesi, bunları hayır için kullanması ve gizli tutması gerekmektedir. Aksi taktirde işin içine nefis girer ve Rabbimiz verdiği nimetten o kullarını mahrum bırakır.
Saymış olduklarımız gibi iman, akıl, ahlak, ilim gibi faziletler de eğer biz onları doğru ve yerinde kullanırsak bizler için birer nimet olurlar. Bize hem bu dünyayı, hem ahiretimizi kazandırırlar.
“Bir kimse, fakirliğini basiret sahiplerinden birine şikayet etti ve bundan çok üzüldüğünü belirtti. O basiret sahibi ona dedi ki:
- Senin iki gözünün kör olup, on bin dirheminin olması seni sevindirir mi?
- Hayır, dedi.
- Dilsiz olup da on bin dirhemin olsa!
- Hayır.
- Ellerin, ayakların kesik olduğu halde, yirmi bin dirhemin olsun
- Hayır.
- Deli olup da, on bin dirheme sahip olsan?
- Hayır.
- O halde utanmaz mısın, Mevlâ’nın senin yanında elli bin dirhem değerinde nimetleri var, hâlâ şikayet ediyorsun.”
Hikayeden de anladığımız gibi gaflet ve cehalet, yani nimeti bilmemek, nimetin farkında olmamak, bizi nimetin şükründen alıkoyar.

Şükrün Tanımı
Şükür, nimeti vereni düşünüp, nimetini ikrar ve itiraf ile bu ihsanından dolayı O’na hamd etmek ve o nimeti O’nun gösterdiği istikamette kullanmaktır. Şükür kalp, dil ve bedenle olur. Kalp ile şükür, nimet verenin Allah olduğunu bilmek; dil ile şükür, nimet sahibini itiraf ile hamd; beden ile şükür, bedeni Allah’ın yasaklarından korumak ve Allah’ın buyruklarına uymaktır.
Allah Tealâ, bizden “nimetlerine şükredip nankörlük göstermememizi[3]” istemekte ve şükrettiğimiz zaman nimetini arttıracağını[4] haber vermektedir.
Gazzali şükrü, halktan birisine padişahın at hediye etmesi örneğiyle şöyle anlatır; “Böyle şanslı bir kişinin üç sebeple sevinmesi muhtemeldir:
1. Ata sahip olduğu için
2. Padişah kendisini hatırladığı için
3. Bu at ile sultana hizmet etmek için
Şükür Allah’ın verdiği nimeti, yine Allah’ın gösterdiği yolda ve O’na yakınlaşmaya vesile olarak kullanmak olduğundan, en doğrusu üçüncü şıktır.[5]
Hamd ile şükür birbirinden ayrı şeylerdir. Hamd, sevgi ile birlikte ta’zim ve saygı göstererek güzellikle övmektir; şükürden daha geniş bir mânâ ifade eder; çünkü şükür nimet karşılığı olur. Hamd ise böyle değildir. Nimete şükür, nimetleri yaradılış gayesine uygun olarak harcamaktır. Yani her nimetin şükrü kendi cinsinden olmalıdır. Malın şükrü malımızın zekatını vermek ve ihtiyaç sahiplerine tasadduk etmekle; ilmin şükrü, ilmimizle âmil olmamız ve başkalarına öğretmemizle; sağlığın şükrü, hastaları arayıp sormak ve şifa bulmaları için yardımcı olmak şeklinde olmalıdır.
Allah Teâlâ insanı, imtihan için yaratmıştır. Allah'ın verdiği nimetlere karşı şükreden ve sıkıntılara karşı sabredenlere mükâfat vardır. Buna karşılık nankörlük edip küfre girenlere de ceza vardır.

IV) Konu İle İlgili Bazı Ayetler

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ

“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin”[6].
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”[7]

وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَن يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ

“Andolsun, biz Lokmân’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.”[8]

V) Konu İle ilgili Bazı Hadisler

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم "عجبا لأمر المؤمن. إن أمره كله خير. وليس ذاك لأحد إلا للمؤمن. إن أصابته سراء شكر. فكان خيرا له. وإن أصابته ضراء صبر. فكان خيرا له".
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur. ”[9]
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (لا تحاسد إلا في اثنتين: رجل آتاه الله القرآن، فهو يتلوه آناء الليل والنهار، يقول: لو أوتيت مثل ما أوتي هذا لفعلت كما يفعل، ورجل آتاه الله مالاً ينفقه في حقِّه
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yalnız şu iki kişiye gıpta edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği Kur’ân ile gece gündüz meşgul olan kimse, diğeri, Allah’ın kendisine verdiği malı gece gündüz harcayan kimse. ”[10]
VI) Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar
Nevevî, Riyazü’s-Salihin, Ter. Hasan Hüsnü Erdem ve Kıvamuddin Burslan, DİB yayınları, Ankara 1972.
Türkçe Tercüme ve Şerhi: Riyazü’s-Salihîn Peygamber Efendimizden Hayat Ölçüleri, Hazırlayanlar. Prof.Dr. M.Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail L. Çakan, Doç Dr. Raşit Küçük, Erkam Yayınları, İstanbul 1997.
Lütfi Şentürk, “Allah’a Şükretmek Dinî Bir Vecibedir” Vaaz Örneği, Diyanet Aylık Dergi, sy.142, Ekim 2002.
[1] Gazali, İhya, IV,174

[2] Gazali, İhya, IV
[3] Bakara, 2/152

[4] İbrahim, 14/7

[5] Doç.Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatler, s.184
[6] Bakara, 2/152.
[7] İbrahim, 14/7.
[8] Lokman, 31/12.
[9] Müslim, Zühd, 13/ 64 (III, 2295)
[10] Buhârî, Tevhîd, 97/45 (VII, 209).