13 Nisan 2008 Pazar

EMANET


Emanet Ne Demektir:
Emanet, "emn” kökünden gelir. "Emn” ise korku ve endişeden emniyette, güvende olmaktır. Emanet, hıyanetin zıttı olarak güvenilir olma, bir kişiye geçici olarak bırakılan şey anlamında kullanılır.Dünya hayatı ve dünyada sahip olduğumuz her şey emanettir.
Emanet kelimesi âyet ve hadislerde çok geniş anlamlarda kullanılmıştır. İnsanın, Allah'a, ailesine, içinde bulunduğu topluma, hayvanlara ve doğal çevresine, hatta insanlığa karşı görev ve sorumluluklarından tutunuz da, korunmak üzere geçici bir süre için yanında bırakılan eşyaya varıncaya kadar hepsine emanet denmiştir. Özetle, insanın sorumluluk alanına giren her şey emanettir.

Emanete Verilen Önem:
İnsanoğlu başıboş yaratılmamıştır. Hatta cennette bile, Hz. Adem’e sorumluluk verilmiştir. Bir ağacın meyvesi yasaklanmıştır. Bu ona yüklenen bir emanettir. Allah Teala Kurân-ı Kerim'de emaneti sorumluluk manasında kullanmıştır.
وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا انَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ
الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi.Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”(Ahzab,33/ 72).
Ayeti Kerimede bahsedilen “emanetler”, sadece dini emir ve yasaklar olmayıp insanın sorumlu tutulduğu, kendi maddi ve manevi varlığı, aile ve çocukları, vatanı devleti, işi ve görevleri, yaşadığı ve havasını teneffüs ettiği, kaynaklarından istifade ettiği dünyamız ve içinde olan insanı, hayvanı ve çevresiyle bütün alanları kapsamaktadır.
Peygamberlerde bulunması gerekli beş nitelikten birisinin "Emanet” olması, emanetin, mana ve önemini ifade etmektedir. Bu sıfat, peygamberlerin her yönü ile güvenilir olduklarını ifade eder. Esasen insanların güvenmediği bir kimsenin peygamber olarak görevlendirilmesi düşünülemez. Çünkü peygamber, Allah ile kulları arasında elçidir. Böyle bir kimse güvenilir olmazsa insanlar ona inanır ve söylediklerini dinler mi?
Peygamberimiz (s.a.v.), Mekke müşrikleri tarafından daha peygamber olarak gönderilmezden önce "el-Emîn-güvenilir insan” olarak tanınmıştı. Mekkeliler onu bu unvanıyla tanırlardı. Peygamber olarak görevlendirilince, Mekke müşrikleri içinde bulundukları makam, mevki, saltanat gibi maddi ve manevi kazanç kaybına uğrayacaklarını düşündüklerinden ona düşman oldular ve onu ortadan kaldırmak için bütün güçlerini seferber ettiler. Onu öldürmek için bir araya gelen bu insanlar, birbirlerinden çok ona inanıyor, kıymetli eşyalarını, altın ve mücevherlerini ona emaneten bırakıyorlardı. Mekke'den Medine'ye hicret ettiği gece yanındaki emanetlerin sahiplerine verilmesi için Hz. Ali'yi bu sebeple yatağında bırakmıştı.
Efendimiz (s.a.v.)’in ümmeti olan bizlerin emniyet konusunda son derce hassas olmamız istenmiştir. Bunu işaret etmek üzere, inananlara “mü’min denmesi son derece önemlidir. Mümin aynı zamanda güvenilir kişi demektir. Efendimiz (s.a.v.), mümini şöyle tarif etmiştir: “Mümin elinden ve dilinden başkalarının emin olduğu kimsedir.” Yani evinde ailesi, işinde patronu veya işçisi ona güvenir. Bilerek hiç kimseye kötülük ve hıyanet etmez. kendisine kamu malları teslim edilen bir belediye başkanı ise, onları yalnız halkına hizmet için kullanır. Memur ise, zimmetine geçirmez. Başbakan veya bakan ise, tüyü bitmemiş yetimin hakkını rantiyecilere yedirmez. İktidara gelmek ve ya koltuğuna sahip çıkmak için vatan topraklarının satılmasına, milli ve manevi değerlerimizin yok edilmesine göz yummaz.
Ayrıca Efendimiz (s.a.v.), emanete hıyanet edenleri münafıklıkla suçlamıştır ki çok tehlikeli bir durumdur.
إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ وَإِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ، ‏"‏‏ آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ
"Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu vakit yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Kendisine bir şey emânet edilirse ona hıyanet eder.”[1]


Emanetin Çeşitleri
Emanet kavramının içine hangi konular girer? İnsan olarak pek çok emanetler taşımaktayız. Genel olarak insanın görev ve sorumluluk alanına giren her şey emanettir diyebiliriz. Bunların hepsini saymak için yeterli zamanımız yoktur. Ancak bunlardan önemli olan bazılarına işaret etmekle yetineceğiz.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz. Devlet Başkanı üstlendiği görevden sorumludur. Kişi ailesinin koruyucusu ve eli altında olanlardan sorumludur. Kadın, eşinin, evinin koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur. Dikkat ediniz. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz.” [2] Görüldüğü gibi hadis-i şerifte, kişilerin birbirlerine ve topluma karşı yükümlü bulundukları görevler noktasından "çoban” olarak ifade edilmesi; görevin kutsallığını ve içtenlikle yerine getirilmesinin gereğini ifade etmektedir.

Allah’a karşı vazifelerimiz
Hiç şüphe yok ki, insanın ilk sorumluluğu, kendisini yaratan ve akıl gibi üstün yetenekler veren Allah'a karşı olan sorumluluğudur. Allah (c.c.) insanları kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 59)
Kitaplarımızda kulluk “Yaratana taat ve mahluka şefkat” olarak tanımlanmıştır. Yaratana taat Allah’a karşı sorumluluklarımızdır. Mahluka şefkat ise az sonra bahsedeceğimiz konularla ilgilidir. Her ne kadar, hayat boyu yaptığımız her işten, Allah’a hesap verecek olsak da yaratılmışlara karşı sorumluluğumuz olması onların bize emanet olduğunu gösterir.
Kur’an’da bunun önemi şöyle dile getirilmiştir:"Ey iman edenler! Allah'a ve peygamberine hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.” (Enfâl, 8/ 27) Bu ayette, yukarıda Kurân-ı Kerim ve Sünnette sınırları çizilen ve insanın yüklendiği bu “emanet”’e karşı görevini yapmamış olanların emanetlerine hıyanet ettikleri açıkça belirtilmektedir. Halbuki hainlik ve yalan müminde bulunmaz. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "İki özellik vardır ki bunlar müminde huy haline gelemez.Onlar hıyanet ve yalandır.” [3]

Kendi maddi ve manevi varlığımız
Kendi nefsimiz de bize bir emanettir. Kendimize karşı ilk sorumluluğumuz cehennem ateşinden korunmaktır. "Ey mü'minler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyun.” (Tahrim 6/ 66) ayetinde Cenabı Hak bize bu emaneti yüklüyor. Cehennemden korunmak da Allah’ın emirlerine uymak , yasaklarından kaçmakla, cihad etmekle ve sorumluluklarımızı yerine getirmekle ve Hakkın, iyinin doğrunun güzelin yanında olmakla mümkün olur.
Sağlığımız da bir emânettir. Sağlığımıza zarar veren her şeyden korunacağız. Hayatın tadı, ibadetin zevk ve neşesi, vücut sağlığına bağlıdır. Sağlığı yerinde olmayan bir Müslüman, Allah'a anne ve babasına, ailesine, vatan ve milletine karşı olan görevlerini gereği gibi yerine getiremez. Bu sebepten ötürü yüce dinimiz, sağlığa büyük önem vermiş, onu tehdit eden her türlü uyuşturucu maddeleri yasaklamıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.), “Sağlıklı, kuvvetli müminin zayıf müminden daha hayırlı” olduğunu bildirmiştir. Şöyle buyuruyor: "Ölümden önce hayatının, hastalığından evvel sağlığının, meşguliyetinden önce boş vakitlerinin, ihtiyarlığından önce gençliğinin, yoksulluğundan önce zenginliğinin kıymetini bil.” [4]
Malımız ve servetimiz bize emanettir. Bir gün geçici dünya hayatına vedâ ederken malımızı ve her şeyimizi burada bırakacağız. Ancak Allah'ın huzurunda hesap verirken malımızı nereden kazanıp nereye harcadığımızın hesabını vereceğiz. Nitekim peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: "Hiç kimse kıyâmet günü (beş şeyden) ömrünün nerede ve ne sûretle tükettiğinden, gençliğini nerede ve nasıl yıpratıp çürüttüğünden, malını nasıl kazanıp nerelere harcadığından, elde ettiği bilgi ile ne yaptığından sorguya çekilmedikçe Allah'ın yüce katından ayrılamayacaktır.”[5]
İnsan ancak malını Allah yolunda harcamakla hesabını kolay verebilir. Allah yolunda cihad için harcamaya niyet edelim ve bizzat harcama yaparak cihad edenlere destek olalım. Efendimiz (s.a.v.)’in şu duası bizim de duamız olsun ve hayatımıza yön versin: : “Ya Rabbi! Bana hayırlı uzun ömür ver; onu senin yolunda geçireyim. Ya Rabbi! Bana hayırlı bol rızık ihsan eyle, onu senin yolunda harcayayım.


Ailemiz ve çocuklarımız
Ailemiz ve çoluk çocuğumuz,bize verilen en kıymetli emanetlerdir. Çocuklarımızın eğitilmesi, her türlü zararlı akımlardan uzak tutularak, dinimiz, vatanımız ve milletimiz için yararlı olacak şekilde yetiştirilmesi görevlerimiz cümlesindendir.Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Ey mü'minler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyun.” (Tahrim 6/ 66)
Çocuklarımızın ateşten korunması onlara güzel bir dini eğitim verilmesi, sağlam bir kişilik sahibi olmalarının sağlanması ve topluma vatana millete hizmet edecek, Allah yolunda cihad edecek kabiliyette yetiştirilmeleri ile mümkündür. Müslüman anne ve baba çocuklarının dinî terbiyelerine, vatan ve millet sevgisiyle dopdolu olarak yetişmelerine, kabiliyetlerine göre ya ilmi ya da uygun bir alanda geleceğe hazırlanmalarına özen göstermeli ve ahlâklı edepli birer insan olarak topluma kazandırmalıdırlar. Bu görevlerini ihmal eden anne ve babaların sonradan büyük pişmanlık duyacakları kaçınılmazdır.
Zaman zaman basına ve televizyon ekranlarına yansıyan, okunması ve izlenmesi bile üzüntü veren olaylar bu görevin ihmali sonucu meydana gelmektedir. Nitekim Peygamberimiz: "Hiçbir baba çocuğa güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.” [6] buyurmuştur.

Yaşadığımız ve havasını teneffüs ettiğimiz dünyamız
Doğa da bir emanettir. Allah dünyamızı bir denge içinde yaratmıştır. Nitekim Allâh Teala Kurân-ı Kerim'de böyle buyurmuştur: “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın”.[7]
Doğal denge bozulduğunda karalarda, sularda ve havamızda çok büyük sorunlar çıkacaktır.Nitekim zararlı gazların atmosferin etrafını sarmasından dolayı sera etkisi meydana gelmiştir. Bu da bizi kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya getirmektedir. Bizim yavrularımız susuz kalma tehlikesi içindedir.
Yaşadığımız çevrenin kara, hava,su, bitki ve hayvanlarıyla doğal dengesini iyi koruyamazsak, karşılaşacağımız maddi ve manevi sıkıntıların sorumlusu bizler olacaktır. Nitekim bu husus açık ve net olarak Kurân-ı Kerim'de dikkatlerimize sunulmakta ve insanlar ikaz edilmektedir: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.”[8] Bu nedenle ormanlarımızı, bitki örtülerimizi iyi korumalı, toprağımızın kalitesinin kimyasal bazı terkiplerle bozulmasına fırsat vermemeli, tatlı su ve denizlerimizi muhafaza etmeli, soluduğumuz havanın kirlenmemesi için yakıtlarımızı kaliteli seçmeli, havayı kirleten araç ve sanayi tesislerinin bakımını iyi yaptırmalıyız.
Yaban hayatının bitmesinin önüne geçmek için gelişi güzel avlanmalara fırsat vermemeliyiz. Rasgele ağaç kesilmesi, ormanların yakılması, yok edilmesi, tatlı su kaynaklarının kirletilmesi büyük felaketlerdir. Denizin kirlenmesi sonucu birçok canlı yok olmuştur. Allah bunların hesabını yapanlar kadar engel olmayanlara da sorar.

Toplum ve devletimiz
Müminin yüklendiği emanetlerden birisi de kamuya ait işlerdir, yani devlet işleridir. Kur'an-ı Kerim, devlet işlerinin bir emanet olduğunu dolayısıyla da işin, önce ehline verilmesini emretmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Allah (c.c.) size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit, adâletle hükmetmenizi emrediyor. Allah (c.c.) size ne kadar güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve görendir.” Nisâ, 4/ 58
Bu âyet-i kerîme emanetlerin ehline verilmesini emrediyor ve ehliyetli olan kimseden emanetin alınmamasını istiyor. Âyet-i kerime, devlet işleri için ehliyetin dışında başka bir şey kabul etmiyor. Aklın da kabul ettiği bu değil mi? Eğer maksat kamu işlerinin aksamadan düzenli bir şekilde yürütülmesi ise bu işe ehil olan birisini getirmek gerekir.
Ehliyet, kişinin bir vazifeyi en güzel şekilde yapabilmesi için gerekli maddi ve manevi donanıma sahip olması demektir. Bu donanım, kaynaklarda bütün ayrıntıları ile incelenmiştir. Özet olarak, devleti yönetmeye ehil bir kişide aranacak özellikler, imanlı ve salih amel işleyen birisi olması, siyaset ilmini iyi bilmesi, halkın gözünde lider olacak özelliklere sahip olması ve emanete sahip çıkmasıdır.
Gerekli özelliklere sahip olmayan insanlar vatanı milleti helake götürürler. Mesela Allah’tan korkan ama gerekli siyaset ilmini bilmeyen kişi kaş yapayım derken göz çıkarabilir. Tersine siyaseti iyi bilen güçlü bir kişi de Allah korkusu yoksa milletin emanetini yolsuzluk yaparak, vatanın kaynaklarını, kendi menfaatlerini korumak için şer güçlerle işbirliği yaparak, çarçur eder, o da milleti perişan eder.
Efendimiz (s.a.v.), valilik isteyen bir sahabesine bakın ne buyuruyor? Ashab-ı Kirâmdan Ebû Zer (r.a.) diyor ki: Peygamberimize: Ey Allah'ın Resûlü, beni vali yapmıyor musun? dedim. Peygamberimiz: “Ebû Zer, sen zayıfsın, bu valilik bir emanettir, kıyâmet gününde gerçekten bir perişanlıktır. Ancak onu hakkıyla alan o hususta üzerine düşeni yapan müstesnâ, buyurmuştur.[9]
Demek ki, devletin yönetimine ehil olmayan ona talip olmayacaktır. Hele türlü siyasi oyunlarla, medyayı kullanarak kendini ehil gösterirse, insanları kandırarak oylarını alır ve layıkıyla görevini yerine getirmezse, o insan, Allah katında nasıl hesap verecektir. Hali hakikaten perişanlıktır.
Devlet yönetiminin seçimle işbaşına getirildiği durumlarda oy vermek de halka büyük bir emanettir. Kişi oy vererek desteklediği yöneticinin bütün icraatlarından sorumlu tutulacak ve hesaba çekilecektir. “Ben bilmiyordum ya Rabbi! Bizi kandırdılar, böyle yapacağız dediler ama şöyle yaptılar.” Diye mazeretimiz olabilir mi? İlk defa hiç tanımazken sadece vaatlerine inanmış insanlar için belki mazeret olabilir ama, ikinci defa, zulme alet olan, yolsuzluk yapan, milletin dinini, imanını, başörtüsünü ayaklar altında çiğneten, kiliselerin açılmasına izin veren, şer güçlerin emrinden çıkmayan birisi olsa tekrar ona oy verilse burada hiçbir mazeret olmaz. Hesabını veremez.
Bir adam Peygamberimize gelerek sorar: Ey Allah'ın Resûlü, kıyâmet ne zaman kopacak? Peygamberimiz: “Emânet zayi olduğu zaman kıyâmeti bekle” buyurur. Adam bunu anlayamamış olacak ki tekrar sorar: Emânetin zayi olması nasıl olur? Bunun üzerine Peygamberimiz: “İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyâmeti bekle” buyurur. [10] Efendimiz (s.a.v.)’in bu ihtarını sakın unutmayalım.
Vatan hepimize emanettir. Vatan bir toprak parçasıdır, ama her toprak parçası vatan değildir. Vatan, uğrunda şehitlerin kanlarını akıttıkları toprak parçasıdır. "Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” sözü bunu güzel ifade etmektedir. Vatan bir müslümanın her şeyidir. Çünkü din, namus, şeref ve bağımsızlık gibi kutsal değerler ancak vatan sayesinde kazanılabilir. Bu sebeple atalarımız “Vatan sevgisi imandandır” demişlerdir.
İşte atalarımız bu cennet vatanı, uğrunda şehit olarak, kanlarını akıtarak bize emanet etmişlerdir. Bu emaneti korumak bizim görevimizdir. Bu güzel vatanı bir taraftan düşmandan korurken diğer taraftan onu imar edip güzelleştirecek ve bizden sonrakilere korumak üzere teslim edeceğiz.
Rabbim bizleri emanete sahip çıkan kullarından eylesin ve bizleri cennetinde buluştursun. (Amin).

III. Konu ile ilgili başvurulacak bazı ayetler
اِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Süphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisa, 4/ 58)
انَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi.Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”(Ahzab,33/ 72)

IV- Konu ile ilgili başvurulacak bazı hadisler
"‏ أَلاَ كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ فَالأَمِيرُ الَّذِي عَلَى النَّاسِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالرَّجُلُ رَاعٍ عَلَى أَهْلِ بَيْتِهِ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْهُمْ وَالْمَرْأَةُ رَاعِيَةٌ عَلَى بَيْتِ بَعْلِهَا وَوَلَدِهِ وَهِيَ مَسْئُولَةٌ عَنْهُمْ وَالْعَبْدُ رَاعٍ عَلَى مَالِ سَيِّدِهِ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْهُ أَلاَ فَكُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ ‏"‏ ‏.‏
"Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz. Devlet Başkanı üstlendiği görevden sorumludur. Kişi ailesinin koruyucusu ve eli altında olanlardan sorumludur. Kadın, eşinin, evinin koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur. Dikkat ediniz. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz.”[11]
آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ، وَإِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ ‏"‏‏.‏
"Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu vakit yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Kendisine bir şey emânet edilirse ona hıyanet eder.”[12]
إِضَاعَتُهَا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ ‏"‏ إِذَا أُسْنِدَ الأَمْرُ إِلَى غَيْرِ أهْلِه ِ إِذَا ضُيِّعَتِ الأَمَانَةُ فَانْتَظِرِ السَّاعَةَ ‏"‏‏.‏ قَال كيف
Bir adam Peygamberimize gelerek sorar: Ey Allah'ın Resûlü, kıyâmet ne zaman kopacak? Peygamberimiz: “Emânet zayi olduğu zaman kıyâmeti bekle” buyurur. Adam bunu anlayamamış olacak ki tekrar sorar: Emânetin zayi olması nasıl olur? Bunun üzerine Peygamberimiz: “İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyâmeti bekle” buyurur.[13]
ما نَحَلََ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أَدَبٍ حَسَنٍ
Peygamberimiz: "Hiçbir baba çocuğa güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.”[14]
لاَ تَزُولُ قَدَمَا ابْنِ آدَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ عِنْدِ رَبِّهِ حَتَّى يُسْأَلَ عَنْ خَمْسٍ عَنْ عُمْرِهِ فِيمَا أَفْنَاهُ وَعَنْ شَبَابِهِ فِيمَا أَبْلاَهُ وَمَالِهِ مِنْ أَيْنَ اكْتَسَبَهُ وَفِيمَ أَنْفَقَهُ وَمَاذَا عَمِلَ فِيمَا عَلِمَ
"Hiç kimse kıyâmet günü (beş şeyden) ömrünün nerede ve ne sûretle tükettiğinden, gençliğini nerede ve nasıl yıpratıp çürüttüğünden, malını nasıl kazanıp nerelere harcadığından, elde ettiği bilgi ile ne yaptığından sorguya çekilmedikçe Allah'ın yüce katından ayrılamayacaktır.” [15]
‏"‏ عَنْ أَبِي ذَرٍّ، قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَلاَ تَسْتَعْمِلُنِي قَالَ يَا أَبَا ذَرٍّ إِنَّكَ ضَعِيفٌ وَإِنَّهَا أَمَانَةٌ وَإِنَّهَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ خِزْىٌ وَنَدَامَةٌ الَّذِي عَلَيْهِ فِيهَا بِيَدِهِ عَلَى مَنْكِبِي ثُمَّ قَالَ إِلاَّ مَنْ أَخَذَهَا بِحَقِّهَا وَأَدَّى‏"‏ ‏.‏ فَضَرَبَ
Ashâb-ı Kirâm'dan Ebû Zer (r.a.) diyor ki: Peygamberimize: Ey Allah'ın Rasûlü, beni vali yapmıyor musun? dedim. Peygamberimiz: “Ebû Zer, sen zayıfsın, bu valilik bir emanettir, kıyâmet gününde gerçekten bir perişanlıktır. Ancak onu hakkıyla alan o hususta üzerine düşeni yapan müstesnâ, buyurmuştur.[16]



V- Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar
1- Konu işlenirken yararlanılabilecek bazı ayetler: Ahzab, 2/ 72 ; Enfâl, 8/ 27; Nisâ, 58.
2- Peygamberimiz Hz. Muhammed ( s.a.v. ), Diyanet İlmi Dergi, Özel Sayı
3- Doç. Dr. İbrahim Sarıçam, Hz. Peygamberin Evrensel Mesajı
4- İ. Canan, Hadis Ansiklopedisi
5- Asim Koksal, İslam Tarihi
Doğuştan günümüze Büyük İslam Tarihi, Komisyon, Konya 1994, 1/ 251


[1] Buharı, Sahih, İman 24 c. 5 s.14
[2] Buharı, Cuma 11 c.1 s.215
[3] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s.252
[4] Beyhâkî, Şuabü'l- Îman, 7/263; Fethu’l-Bari Şerhu Sahihi Buharı, 13/10
[5] Tirmizî, Kıyâme, 1 (2416) c.4 s. 612
[6] Tirmizî, Birr, 33 (1952)c. 4 s.338
[7] Rahman, 55/ 7-8
[8] Ahzab,33/ 72
[9] Müslim, Sahih, İmare 4(4825) c.2 s. 1457
[10] Buharî, Rikak, 35, c.7 s. 188.
[11] Buharî, Cuma 11 c. 1 s.215; Müslim, İmâre, 5 (4829) c. 2 s.1459
[12] Buharı, Sahih, İman 24 c. 5 s.14
[13] Buhari,Sahih, Rikak 35 c.7 s.188
[14] Tirmizi, Sünen,Birr 33 (1952) c.4 s. 338
[15] Tirmizi,Sünen, Kiyame 1 (2416) c.4 s.612
[16] Müslim, Sahih, İmare 4(4825) c.2 s. 1457

Hiç yorum yok: