15 Nisan 2008 Salı

HAK - BATIL MÜCADELESİ

İsra suresinin 81. ayet-i kerimesinde Allah Teala buyuruyor ki; “Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur:”
Hak; her şart altında doğru olan şeydir. Bu da Allah’ın Kuran-ı Kerim’de bildirdiği bütün esaslardır ki bu esaslar insanlığın saadetinin de esaslarıdır. Hak Allah’ın hoşnut olduğu her şeydir. Şeytana boyun eğmek, onun hoşnut olacağı bütün işleri yapmak da bâtıldır.
Kuran-ı Kerim’in çeşitli ayet-i kerimelerinde Hak; Allah, Kuran, İslam, adalet, doğru yol gerçeğe uygun söz, tevhid, haram ve helali açıklama, kelime-i tevhid, batılın zıddı gibi anlamlarda kullanılmıştır.[1]
Bâtıl; gerçek olmayan şey, demektir. Kuran-ı Kerim’de Bâtıl; yalan, boşa çıkan amel, Allah’ın dışında ilah diye tapınılan put, hakkı örten perde gibi anlamlara gelmektedir.[2]
İsra suresinin 81. ayet-i kerimesinden anlıyoruz ki; hakkın bütün anlamlarını karşılayan İslam; batılın bütün manalarını kapsayan küfür karşısında muzafferdir. Küfrün, İslam karşısında yıkılmaya mahkum olduğu Allah’ın bir va’didir. Batıl kendini büyük ve sağlam gösterir, aslında çok zayıftır. Hak ise Allah katındandır. Hakkın sağlamlığı, ona tabi olan insanı da sağlam kılar ve onu zafere götürür.
Kuran-ı Kerimin “el-furkan” ismi Hakkı batıldan; helali haramdan; doğru yolu yanlış yoldan ayıran ölçü manasına gelmektedir.
“Alemlere uyarıcı olsun diye kuluna (Muhammed’e) Furkan’ı indiren Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan suresi 25/1) Kuran’ın getirdiği din hak din, verdiği bilgiler doğru bilgiler, çağırdığı yol doğru yoldur. Kuran insanı doğru, dürüst olmaya çağırmakta ve hakkı yayarak batılı ortadan kaldırmaya teşvik etmektedir.
İnsanlar temelde temiz bir yaradılışa (fıtrat) sahiptirler. Hakkı kabul edip uygulamaya meyillidirler. Allah insana cüzî olarak doğruyu yanlıştan; güzeli çirkinden; faydalıyı zararlıdan; adaleti zulümden ayırt etme yeteneği vermiştir. Fakat insanlar bütün insanlığın saadeti için geçerli olacak genel Hak ve Adalet ölçülerini sadece akılları ve Allah’ın vermiş olduğu bu yetenekleriyle bulamazlar. Nefs ve şeytan insanı aldatır. Bunun için Allah Teala insanoğluna peygamberler vasıtasıyla din göndermiştir. Peygamberler iyi yolda olan, hakka taraf olan insanları cennet ve Allah’ın rızasıyla müjdelediler. Kötü yoldan gidenleri, bâtıla taraf olanları ise azap ile uyardılar.
“Ey iman edenler! Hep birden barışa (teslimiyet ve kurtuluş dini olan İslam’a) girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o apaçık düşmanınızdır.” (Bakara 2/208)
Hakkın ilk temsilcisi olan Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberler bâtılın ilk temsilcisi olan İblis’e ve onun destekçilerine karşı “hakkı üstün tutma- hakka taraf olma” mücadelesi vermişlerdir.
İbils’e karşı ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem; zalim Nemrut’a karşı, Hz. İbrahim; halkına kendini tanrı olarak kabul ettiren Firavun’a karşı, Hz. Musa ve nihayet kendi elleriyle taptıkları cansız putlara tapan Mekke Müşriklerine karşı da Peygamber Efendimiz (sav.) “hakkın, doğrunun, adaletin ve Allah rızasının” yanında yer almışlardır.
Hak-Bâtıl Mücadelesi ilk olarak Hz. Adem ile başlamıştır. Allah Teala Hz. Adem’i yaratıp, meleklere ona secde etmelerini (saygı göstermelerini) emrettiğinde İblis kendi yaratılışının üstün olduğunu ileri sürerek isyan etti ve cennetten kovuldu. Bunun üzerine Allah Teala’dan mühlet istedi. “Rabbim, Beni azdırmana (rahmetinden uzaklaştırmana) karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesna.” (Hicr suresi 40. ayet-i kerime)
Allah Teala ona mühlet verdi. İblis Hz Adem ve onun neslini Kıyamet Gününe kadar Allah’ın yolundan alıkoymak, şaşırtmak için söz verdi. Allah Teala insan ve şeytanı “birbirine düşman olarak yeryüzüne indirdi.”
Yine insanoğlunun yeryüzüne gönderildiği ilk andan itibaren başlayan Hak-Bâtıl mücadelesinin Hak taraftarlarından birisi de Hz. Musa’dır. Hz Musa İsrailoğullarının büyük sıkıntılar çekerek yaşadığı ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördükleri Mısır’da dünyaya gelmiştir. Onun doğduğu sene Batılın hizmetkarı Firavun, İsrailoğullarının yeni doğan bütün çocuklarının öldürülmesi emrini vermişti. Bunun üzerine Hz. Musa’nın annesi yavrusunu bir sala bağlayarak Nil nehrine salıvermiş ve O’nu Allah’a emanet etmişti. Allah Teala da kendisine yeryüzünde halifelik yapacak, insanlara asıl vazifelerinin Allah’a kulluk olduğunu hatırlatacak, İblis’in hizmetkarı olan Firavun’a karşı duracak olan peygamberini korumuştur. O’nun inayet ve keremiyle Hz, Musa Firavun’un sarayında, annesi ve ablası yanıbaşında büyümüştür.
Allah Teala Hz. Musa’yı peygamberlikle görevlendirdiğinde, Firavun’a giderek ondan İsrailoğullarını serbest bırakmasını istemesini emretti. Firavun Hz. Musa’nın Allah’ın “tek ilah” olduğunu ilan etmesine ve eşiyle sihirbazlarının “iman” saflarına katılmalarına sinirlenmiş, bir gece gizlice Mısır’dan Filistin’e doğru yola çıkan Hz. Musa ve İsrailoğullarının arkasından ordusuyla hareket etmişti. Firavun askerlerini toplarken;
“Esasen bunlar, sayıları az bölük pörçük bir cemaattir. (Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir. Biz ise elbette uyanık bir cemaatiz.” diyordu. (Şuara 26/54-56)
Firavun ve ihtişamlı ordusu İsrailoğullarının peşine düştüler. Hz. Musa Kızıldeniz’e vardıklarında elindeki âsâ ile denize vurunca deniz ikiye ayrıldı, oradan karşıya geçtiler. Firavun ve askerleri onları takip etti. Hz. Musa asasıyla denize tekrar vurunca dalgalar birleşti, Firavun ve adamları da boğuldular.
Kuran-ı Kerim’de bu olaydaki hikmet, “Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. Şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.” (Şuara suresi 26/67-68) ayet-i kerimeleriyle vurgulanmıştır. Hakkın peygamber olarak son temsilcisi Peygamber Efendimiz (sav.)’dir. O’nun hayatı da diğer peygamberler gibi sıkıntı ve çile ile başlamış, Allah Teala Onu da mucizeleriyle desteklemiş ve bâtıl karşısında onu muzaffer kılmıştır. İblis’in destekçisi müşrikler her zamanki gibi kendi zenginliklerini, soyluluklarını ön plana alarak Müslümanları küçümseyip, hakir görmüşken, Müslümanların imanlarında gösterdikleri azim ve sebat, onlara zafer getirmiştir. Rasul’ün bütün hayatı bizim için örnektir. O’nun zalimden korkmayışı, imanının kuvveti, adaleti, mazlumun destekçisi olması hepimize örnek olmalıdır.
Ebu Leheb, bir gün Hz. Muhammed’e “Senin getirdiğin bu dini yaymanda sana kim destek verecek?” diye küçümseyerek sorduğunda, Hz. Ali (o zaman daha 10 yaşında bir çocuktur); “Ben, ya Rasulallah! Ben sana destek olurum!..” demişti. Ebu Leheb “Bir meczup ve bir çocuk!” dediğinde müşrikler kahkahalarla gülmüşlerdi.
Değerli kardeşlerim, gün geldi Müslümanların işkencelere uğradığı Mekke sokakları “La ilâhe illallah” sesleriyle inledi. Ve ne Mekke’de, ne Arabistan’da müşrik hiç kimse kalmadı. Bugün İslam, dünyanın en büyük dini olmuşsa, Hz. Ali’nin bir çocukken Rasulullah’a verdiği destek, Hz. Hatice’nin Rasulullah’a verdiği destekte bunun büyük payı vardır. Canlarını, mallarını Allah yolunda harcamış, dinleri için hiçbir fedakarlıktan çekinmemiş bir neslin devamı,, zalimin karşısında ilkelerinden asla taviz vermemiş bir peygamberin ümmetiyiz biz. O halde O’na layık olmaya çalışalım. Hz. Adem ve İblis’in ve her ikisinin destekçilerinin mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir.
Allah’ın Hz. Adem’e destekçi olarak gönderdiği peygamberlerden bir tanesi de Hz. İbrahimdir. Hz. İbrahim putlara tapan bir kavme peygamber olarak gönderilmişti.
Allah’ın bir ve tek olduğunu kavmine ilan edince,Bâtılın temsilcisi zalim Nemrut onun onun ateşe atılmasını emretmişti. Allah Teala neyi dilerse o olur. “Kün feyekûn” Allah Teala ateşin Hz. İbrahim’i yakmamasını diledi ve ateş onu yakmadı.
“Biz de Ey ateş, dedik. İbrahim için serin ve zararsız ol!” (Enbiya suresi 21/69)
Hz. İbrahim savunduğu ilkelerden, imanından asla taviz vermemiş, zalim Nemrut’a boyun eğmemiş, Allah’ın varlığını ve birliğini savunmuş, canı pahasına da olsa hakkın tarafında yer almıştır.
Allah’ı var ve bir kabul etmek, sadece sözde iman etmek demek değildir. Allah’a iman etmek, O’nun emrettiği her şeyi emir kabul edip, yasaklarından kaçınmak demektir. Aksi taktirde iman kuru bir sözden ibaret kalır. Hz. İbrahim örneğinde de gördüğümüz gibi insan, hakkı savunurken bazen zorluklarla karşılaşabilir, zulme uğrayabilir. Mü’mine yakışan imanından asla taviz vermeden bâtılın karşısında durmaktır. Bir karıncayı ağzında küçücük bir damla suyla görenler sormuşlar; “Hayırdır, nereye böyle?” “Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye gidiyorum!” cevabını verince, gülmüşler. “Sen, bu küçük cüssen, minicik bir damla suyla koskocaman ateşi nasıl söndürürsün?” dediklerinde Karınca; “Söndüremesem de, bu yolda ölürüm!” cevabını vermiş. Karınca Hz. İbrahim’in maruz kaldığı zulüm karşısında hem bilfiil mücadeleye girişmiş (su taşıyarak) hem de bu mücadelesini sözleriyle desteklemiştir. Çeşitli dünyevî korkularla, güçsüzlük ve sayıca azlık gibi endişelerle bâtılın karşısında sessiz kalmak, küçük karıncanın bile karşı çıktığı, kendine yakıştırmadığı (ki hiçbir mü’mine yakışmaz) bir acizliktir. “İnanıyorsanız, üstünsünüz” buyurmuştur Allah Teala, ki yaratan bizi en iyi bilendir, bizim en büyük yardımcımızdır.
SONUÇ
İblis’ten başlayarak bütün bâtıl temsilcileri; kibirli, gururlu, makam-mevki ve itibar düşkünü, zalim, şiddeti üstün tutan, kendi çıkarları uğruna başka insanlara haksızlık yapmaktan çekinmeyen kimselerdir.
Hakkın temsilcileri ise; Allah’ın dini olan İslam’ı yeryüzünde hakim kılmaya çalışan, mütevazı, hakkı ve adaleti üstün tutan, zalimin karşısında mazlumun yanında yer alan kimselerdir.
Allah indinde din tektir ve o da İslam’dır. Kuran-ı Kerim’den başka diğer bütün kutsal kitaplar tahrif edildiler. Aslı bozulmadan bugüne kadar muhafaza olan tek kitap Kuran-ı Kerim, tek din İslâmiyettir. Bugün yeryüzünde Hak ve Bâtılın mücadelesi; Hakka hizmet eden müslümanlarla, Hakkı kabul etmeyip nefis ve şeytana esir olan, bâtıla hizmet edenlerin mücadelesidir. Batılın temsilcileri kutsal kitaplarının asıllarını bozarak, dini emir ve yasakları kendi arzularına uygun hale getirdiler. Kendilerinin “üstün ırk” olduğunu iddia ederek dünyayı ele geçirmek için çalışmalar yaptılar ve hala da yapmaktadırlar. Bugün Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Sudan’da bâtılın temsilcilerinin zulmü altında Müslümanlar inim inim inlemektedirler Biz bu zulme dur demezsek, engel olmazsak, bu zulmü destekleyenlere destek verirsek, mahşerde Bâtıl taraftarları arasında değerlendiriliriz. Bugün Amerika ve başka pek çok zengin dünya ülkesinin iktidarlarını hakimiyeti altında bulunduran Siyonizm, İblis’in ilk insanın yaradılışında gösterdiği isyan ve kibrin aynısını göstererek büyüklenmekte, kendilerini “süper, yenilmez güç” olarak görmektedirler.
Unutmayalım ki Bâtıl, kendini ne kadar güçlü gösterirse göstersin, aslında zayıftır; çünkü en büyük kuvvet olan imandan ve en büyük destekçi olan Allah Tealanın yardımından yoksundurlar. Allah nurunu tamamlayacaktır. İslam’ın zulmün karşısında hakim olabilmesi için çalışmakla vazifeliyiz biz. Bu vazifenin bilinciyle gayret edersek, umalım ki Yüce Yaratanımız nurunu bizimle tamamlasın. Bizim gayretlerimiz ve Allah’ın inayet ve keremiyle yeryüzünde iman, adalet, hak üstün olsun; bâtıl silinip gitsin. Sohbetimizi, ilk başladığımız ayet-i kerimeyi tekrar hatırlatarak tamamlayalım.
“ Yine de ki; Hak geldi; batıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur.” (İsra suresi 17/81)
Umalım ki Rabbimiz bizi Hak taraftarları ile birlikte, hakkın temsilcileri olan peygamberlerle birlikte haşretsin, inşallah.!
[1] Hak kelimesi için bkz. Bakara 2/42; A’raf 7/169; Müminun 23/62; A’raf 7/89; Bakara 2/180; İsra 17/81; Enbiya 21/97
[2] Bâtıl kelimesi için bkz. Mü’min 40/78; Bakara 2/264; Lokman 31/20; Şuara 42/24; Al-i İmran 3/71