15 Nisan 2008 Salı

İSTANBUL'UN FETHİ


Fetih Kavramı ve İstanbul’un Fethi
Arapçada “Açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” anlamlarında olup meşru görülen savaşlarda alınan toprakların günümüzde de görülen sömürü ve istila savaşlarından ayırmak için “Fetih” kelimesi kullanılır. Fetih kelimesi kalbi ve aklı İslam gerçeğine açmak, İslam tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak, insanın kalbine ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak anlamında çokça kullanılır.
Peygamberimiz(s.a.v.) “Ülkeler ve şehirler zorla alınır. Medine ise Kur’an ile fethedilmiştir.” buyurur. (Belazuri, I, 6) İslam inancı nereye ulaşmışsa o topraklar çeşitli ırk, din ve mezheplerin korunma imkânı bulduğu bir sığınak olmuştur. Böylece Müslümanlar belirli bir prensip ve amaç uğruna gittikleri yerlere barış, adalet ve fazilet getirmişlerdir. Adalet ve esitliğe dayanan bir anlayışla fethettikleri yerlerde tevhid anlayışını ve iman huzurunu taşıyarak “Yeni bir dünya” düzeninin müjdesini vermişlerdir. Fetihlerle Müslümanların hâkimiyetine geçen ülkelerin halkı asla İslam dinini seçme konusunda zorlanmamıştır. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara sr. 2/256; Yunus sr. 10/99; Keyf sr. 18/29) ayetlerinde açıkça belirtilmektedir. Fethedilen yerlerde cizye ödemek şartıyla kendi dinlerinde kalma hürriyetine ve bu cizyenin karşılığı İslam devletinin hâkimiyeti ve himayesi altında girme hakkına sahip olmuşlardır. Bu esas peygamberimizin(s.a.v.) Tevbe suresi 29. ayetine dayanarak Tebük Gazvesi’nde uyguladığı cizye usulü ele alınmak suretiyle ilk fetihlerden itibaren değişmeyen bir prensip olarak uygulanmıştır. “Din ve Vicdan” hürriyeti sağlanarak mabetlerine dokunulmadığı gibi ibadetlerine de karışılmamıştır.
İslam fetihlerinin asıl gayesi; ila-yi Kelimatullah’tır. Nitekim peygamber efendimize “Allah yolunda olan kimdir? Ganimet kazanmak için harp eden mi? Cesaretiyle şöhret kazama amacında olan mı? Yoksa kabilesiyle dayanışma halinde bulunduğunu göstermek isteyen mi? “ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir; “Hiçbirisi değildir. Sadece Allah’ın adını yüceltmek için savaşan kimse Allah yolundadır.” (Buhari, İlim,45;Cihad 15, Müslim, ‘İmare’, 149,151)
Fetihler sonuncunda İslam devletlerinin himayesi altına alınan insanlar, hem islamiyet’in safiyet ve yüceliğini görme; hem de tevhit sancağında temizlenmiş sevgi, saygı, merhamet, insaf ve iman sahibi olmuş Müslümanları tanımışlardır. Bunun sonucu, doğrunun yanlıştan, adaletin zulümden, güzelin çirkinden, Tevhit’in şirkten farkını görmüşlerdir. Müslümanların müsamakâr, adil, insaflı, insan ve hak haysiyetine saygılı idareciler olduğunu bizzat yaşamışlardır. Böylece inananlar Allah’ın rızası yolunda “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din de tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin. Eğer vazgeçerlerse onları bırakın. Şüphesiz ki Allah ne yapacaklarını hakkıyla görücüdür.”(Enfal sr. 8/39; Bakara sr. 2/193) ayetinin gereğini yaparak kulluk vazifelerini gerçekleştirmişlerdir.
Burada size Fethin en güzel örneklerinden olan İstanbul‘un.fethini anlatmaya çalışacağız.
İSTANBUL’UN FETHİ
İstanbul’un fethini peygamberimiz s.a.v. müjdelemişlerdir. Hendek harbinde, hendekler kazılırken, kimsenin kaldıramayacağı bir tasa rastlandı. Müminler dediler ki ‘Ya Rasullullah, biz bu taşı kaldıramıyoruz.’ Bunun üzerine peygamberimiz(s.a.v.) besmele çekti ve kazma ile taşa vurunca, tas 3’e parçalandı. Her bir parça ayrı istikamete gitti. Bu sıçrayan taşlar üç fethi simgeliyordu. Bunlardan biri İstanbul’un fethi, diğeri İran’ın fethi, diğeri de Mısır’ın fethidir. O günden beri, güzide şehir İstanbul’un fethi için birçok millet seferler düzenlemiştir. 17 defa gayrı müslimler tarafından muhasara olunduğu gibi 7 defa Araplar, 5 defa Türkler tarafından kuşatılmıştır. Fakat Cenab’ı Allah, fethi Sultan Fatih’e nasip etmiştir. Böylece peygamber efendimizin(s.a.v.) bu büyük müjdesine mazhar olunmuştur. Hem Sultan Fatih, hem onun ordusu ve hem de evlatları olarak bizler bu Hadis-i şeriften elbette gurur ve şeref duyuyoruz.
Bir baska Hadis-i Şerifte ise Peygamberimiz(s.a.v.)
‘Letuftahannel Kontantiniyyete,Felenığmel Emıru Emıru Ha ,Felenığmel Ceyşu Zalıkel Ceyş’
‘İstanbul mutlaka fetih olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, Onu fetheden asker ne güzel askerdir buyurmuştur.’ Tabiî ki bu Hadis-i Şeriften alacağımız birçok dersler vardır. Hadis-i Şerif bize İstanbul’un mutlaka fetih olunacağını gösteriyor. Bundan alacağımız ilk ders şudur, bir çağı kapatıp, bir çağı açabilmek için kuvvetli bir inanç lazımdır. Diğer taraftan, fetih için kumandan lazımdır, fetih için inançlı asker lazımdır.
İstanbul’un Fethi, 21 yaşında tahta çıkan Sultan Fatih’in, ilk uygulamaya koyduğu plan olmuştur. Çocukluğundan beri, bu Hadis-i Şerife mazhar olmak için gece gündüz çalıştı. Aklı fikri İstanbul’un fethindeydi. Her zaman söylenir. Bir işi başarmak için inançlı olmak, O işin delisi olmak gerekir. Sultan Fatih de İstanbul’un fethinin delisi idi. Sultan Fatih Osmanlı İmparatorluğu ile İslam dininin yüceliğini tüm dünyaya kabul ettirme arzusunun büyüklüğünden ‘Ya ben İstanbul u alırım, Ya da İstanbul beni’ diyerek İstanbul un fethine verdiği önemi açıkça belirtmiştir. Şu sebeplerden dolayı Fatih artık İstanbul’ u fethetme zamanının geldiğini biliyordu.
Üç kıtaya hâkim, deniz yollarının ve dünya ticaretinin merkezi olan İstanbul, herkesin almak istediği ama güç yetiremediği değerli bir şehirdi. Napolyon Bonapartınn ‘yeryüzü bir hükümetin idaresinde bulunsa merkezi İstanbul olması gerekir. İstanbul a hakim olabilen, dünyaya hakim olabilir’ sözü şimdi bile diğer devletlerin Konstantiniyye sevdasını ortaya koyar.
Osmanlı imparatorluğunun sınırları, Anadolu‘dan Rumeli ye kadar uzanmıştı. Arada kalmış olan Bizans iç ve dış güvenliğini tehdit ediyordu. Bizanslılar Müslümanlara çok büyük zulümler yapıyor, Haçlı seferleri çok defa burada hazırlanıyordu.
Fatih in İstanbul un fethini istemesinin en önemli sebebi ise, Peygamber Efendimizin müjdesine ve Allah ü Tealanın affına mazhar olabilmekti. Fetih aşkıyla yanan Fatih in babası Sultan Murat Hacı Bayramı Veli ( hz.) ile aynı zamanda yaşamışlardır. Padişahı ziyarete saraya gittiği bir sefer Sultan Murat bu büyük zata İstanbul un fethinin O na nasip olup olmayacağını sorar. Hacı Bayramı Veli henüz 5–6 yaşlarında bahçede oynayan II. Mehmet ile yanındaki talebesi Akşemseddin’i göstererek ‘Fetih, Sana değil ama senin şu küçük çocuk ile bizim köseye nasip olacak ‘diye müjdeyi vermişti.
Konstantiniyye yi Osmanlıdan korumak için papa ve kral asker ve maddi destek ayinleri düzenleseler de başarılı olamamışlardır. Hatta Bizans halkı ‘İstanbul da Latin külahı görmektense, Türk sarığı görmek daha evladır’ demişlerdir.
Fatih padişahlığa ilk geçtiği günlerden itibaren hazırlıklara başladı. Gece gündüz demeden çalışmaya devam etti. Dünyanın en muhteşem şehri olan İstanbul’u fethetmek için her şeyi seferber etti. 200 bin kişilik ordusuna ilaveten, dünya tarihinde ilk defa yeri göğü inleten toplar döktürüldü. (Edirne’de hazırlanan bu toplar hakkında Frantzes, bu toplardan bazıları o kadar büyüktü ki her birini 40–50 çift öküz veya 2000 den fazla insan çekiyordu. Bu topların sayısı da 200 kadardı diye belirtmiştir.) İşte bu azim “Tekeden bile süt çıkartılır” dercesine, dağları toplarla devirecek, gemileri karadan yürütecek yüreklerin İnancının zaferidir. Bunu Allah-ü Teala ecdadımız olan Sultan Fatih’e nasip etmiştir.
Bir kış ayında, 400 gemi, 4 ayda koskocaman Rumelihisarı ve 200 bin kişilik ordu, 5 Nisan 1453 günü surların önünde yerlerini aldılar. 6 Nisan günü İslam’ın gereği olarak “Teslim ol” çağrısını yaptılar. Ne zaman ki Bizans “Teslim olmayacağız” dedi. O zaman zafer bayrakları dalgalanmaya başladı. Tellallar ve Mehter marşları eşliğinde “Hücum” emri verildi.
Hücum emri verilirken, Sultan Fatih önce askerleriyle birlikte Cuma namazını kıldı. Allah’a zafer için yalvardı. Yalvarırken, Allah’ın en aciz kullarından biri gibi görünüyordu. Duasını yapıp, ayağa kalkıp hücum emrini verdiği zaman da, dağları titreten bir Aslan gibi görünüyordu.
Ne güzel asker, ne güzel Kumandan müjdeleriyle övülen İstanbul un fethinin her noktasından almamız gereken birçok dersler vardır. 52 gün gece gündüz. Aman Yarabbi! Ne büyük bir savaş, ne büyük bir azim ve ne büyük bir gayret! Yerin altında ve yerin üstünde, surların önünde, surların üstünde her türlü tedbirler alındıktan sonra, bunları yeterli görmeyen Fatih Sultan Mehmet, işte buradan başlayarak önce tepelere, sonra da Haliç’e doğru 72 parça gemiyi karadan yürüterek denize indirdi. Tarihte görülmemiş en büyük azmi yaşadık ve hepimizin bildiği gibi mutlu son 29 Mayıs sabahı geldi. O gün hücumlar birbirini takip ediyordu. Kaleye bayrağı dikmek Ulubatlı Hasan’a nasip oldu. Fatih’in askerleri orada tutundular. Toplarla açılmış olan gediklerden sular, seller Tekbir sesleri ile İstanbul’un içine girdiler. Bir Hadis i Şerifte bu durumu Peygamberimiz s.a.v. bize bildirmiş ‘Hak Teala mümin kullarına Roma’nın merkezi Konstantini tesbih ve tekbir sesleri ile fethini nasip etmedikçe Kıyamet kopmayacaktır’ buyurmuştur.
Fetih gerçekleşince Sultan Fatih önce Ayasofya’ya gitti. Orada iki rekâtlık bir şükür namazı kıldı. Ayasofya’yı kıyamete kadar cami olarak kullanılmak üzere vakfetti. Ve hemen arkasından Akşemseddinin yardımlarıyla keşfedilen Eba Eyyüb El-Ensari Hazretlerinin kabrini ziyaret etti. Böylece tarihin en muhteşem fethi yaşandı. Bir çağ kapandı. Bir çağ açıldı. İstanbul’un fethini bugün; aynen surların önündeki askerler gibi, tekrar hep beraber yaşıyoruz.
İstanbul’un Fethi’nin 554. Yıldönümünü kutlarken her zaman olduğu gibi bir kere daha 5 şeyden ders almak mecburiyetindeyiz. Birincisi; Sultan Fatih’tir. Ne güzel kumandan, ne güzel gençlik timsali, 21 yaşında çağı açıp, çağı kapatan tarihin eşsiz şahsiyetlerinden biri. 30 Mart 1432 Pazar günü sabaha karşı Edirne’de dünya’ya geldi. Hüma Hatun’dan bir oğlunun dünya’ya geldiğini, 6. padişah Sultan Murat Han’a müjdelediklerinde, Murat Han “Ravza-ı Murad’da bir gül-i Muhammedi açtı” diyerek sevincini ifade etmiştir.
O vakitler bütün Müslüman aileleri çocuklarının iyi yetiştirilmeleri için çok dikkat ederlerdi. Bilhassa şehzadeler zamanın en üstün hocaları tarafından yetiştirilirlerdi. Şehzadeleri okutmak üzere hocalara teslim eden Sultanlar, “Hocam bu çocuğun eti sana kemiği bana” diye tembihte bulunurlar ve bununla da hocanın istediği anda terbiyesi ve iyi yetişmesi için Şehzadeyi dövebileceğini ifade ederlerdi.
Fatih Mehmet de diğer şehzadeler gibi, okuma çağı gelinceye kadar en iyi ve en üstün mürebbiyeler (terbiyeciler) tarafından dikkat ve itina ile büyütüldü. Çok zeki, atılgan ve afacan bir çocuktu.Sultan Murat okumaya karşı gevşekliğini ve halim, selim hocalarını dinlemediğini görünce, kendi hocası Molla Yegan’ın tavsiyesi üzerine Mısır dan gelen, değerli bir hoca olan Molla Gürani ye götürdü.Molla Gürani 2metre boyunda,iri cüsseli,disiplinli ve azametli bir adamdı. Heybetinden küçükler değil, büyükler de korkardı.,Molla Güran i eline bir kızılcık sopası alarak Fatih Mehmet in ilk dersine girdi. Fatih hocadan ve sopadan korktuğu için babasına sokularak ‘ ben bu hocadan ders almam’ dedi. O zaman Sultan Murat han, Aman sus!Hocan duymasın elindeki sopa ile hem seni döver,hem de beni ‘deyince Mehmet işin ciddiyetini anladı ve derslere devam etti.Molla Gürani dünya zevklerinde,maddi cazibede gözü olmayan,mevki ve servet kırsına bürünmemiş,hak ve adalet üzerine hareket eden mütevazi bir zattı.Fatih adil ve merhametli olma gibi meziyetleri O ndan edinmiştir.
II.Mehmet FATİH Şahsiyetini ,13_15 yaşları arasında 2 yıllık padişahlık yaptıktan sonra babasının tekrar tahta geçmesi ile 2. defa şehzade sıfatıyla Amasya ya gelmesinde kazanmıştır. Haçlıların kendisini çocuk görmeleri,bazı vezirlerin idarede eksik ve tecrübesiz saymaları O nu çok etkilemişti.Amasya ya dönmeyi büyük bir fırsat bilmiş,daha çok çalışıp kendisini ilim ve irfana vermiştir.2. talebelik devri 7 yıl sürmüş ,tamamen akademik olmuştur.Hocaları Molla Gürani,Molla Hüsrev,Hocazade Müslihiddin Mustafa,Fahreddini Acemi,Hoca Hayreddin gibi çok kıymetli zatlardır.
Şehzade Mehmet’e bir yandan din dersleri_Kur an ı Kerim kıratı,Arapça,fıkıh,hadis,feraiz,kelam,siyer,ahlak,Arap edebiyatı ,Türk dili ve edebiyatı öğretilirken,diğer yandan da kültür dersleri verilmiş, ayrıca zanaat öğretilmiştir. Hususi hocalarla askerlik dersleri,binicilik,atıcılık talimleri yaptırılmıştır.
Şehzade Mehmed’in bilhassa fen derslerine çok önem verilmiştir. Özel bir hocanın bizzat Fatih’e çözdürdüğü bin kadar geometri problemleri çizilmiş şekliyle elde mevcuttur. Şehzade Mehmed’e ayrıca lisan dersleri de okutulmuştu. Fatih okuduğu bütün lisanları tamamıyla öğrenmişti. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İbranice ve Sırpçayı çok iyi biliyordu. Çok iyi yetiştirilen ve hesap dersleri de çok kuvvetli olan Fatih büyük bir mucitti.
Nitekim 30 senelik saltanatı devrinde daima ,bir başlanacak işin planı ve bir bitecek işin endişesiyle yoğrulmuştur. Fakat ayarlı ve kıvamlı şahsiyeti,her zaman düzenleyici rolünü oynamıştır.Bu devamlı faaliyet,idare ve kararlı hali en sert dönemeçlerde bile sukünunu kaybetmemiş,her zaman kendisini ve memleketini kurtaracak liyakat ve idareyi gösterebilmiştir.Fatih’in İlim ve Bilim adamlarına saygı ve hürmeti son derece fazla idi. Fatih Sultan Mehmet her Ramazan’da bütün alimlere ve hocalara iftar verirdi. Onlarla sohbet eder ve hatırlarını sorardı.
Fatih bir taraftan İYİ BİR SİYASETÇİ,iyi bir Devlet adamı ve Komutan iken.,diğer taraftan maneviyatı güçlü bir Mutasavvuf’tur. Eğer Fatih,fikirde ve fiilde tasavvuf şuuru ile çift olmasaydı,yine de dünyanın cihangirliği ile boy ölçüşebilirdi ama FATİH olamazdı denilir.(Semiha Ayverdi,edebi ve manevi dünyası içinde Fatih,s.32.) Fatih i Fatih yapan manevi gücüdür.
Fethi anarken Fatih’in hayatından alacağımız ders; İnancı tam, ilmi donanımlı, ahlak ve maneviyatı güçlü, hakkı hakim kılma peşinden koşan, gençler yetiştirmek olmalıdır.
İstanbul’un fethinden alacağımız derslerden ikincisi, en büyük insan şüphesiz Eba Eyyüp El-Ensari Hz.’dir.Efendimiz(s.a.v.)’e Medine’den gelip, ilk biat eden Müslüman. Efendimiz(s.a.v.)’in devesinin hicretten sonra evinin önünde çöktüğü Müslüman. Efendimiz(s.a.v.)’i o misafir etti. İlk İslam devleti onun evinde kuruldu. İşte o insan, Peygamberimiz(s.a.v.) hayattayken, bütün İslam ordusunun her seferinde bayraktarlık yaptı. Bu ne büyük şeref, ne eşsiz mazhariyet. Kumandanı Allah’ın sevgilisi olan ordunun bayrağını Eba Eyyüp El-Ensari taşıyor. Askerlerin her biri Eshab-ı Kiram, her biri peygamber gibi, her biri insanlığa yol gösteren, gökte parlayan bir yıldız gibi. Böyle bir ordunun her sefer bayraktarı Eba Eyyüp El-Ensari Hz.’dir. Bunlardan bir tanesine bir insan nail olsa, ona binlerce insana şefaat etmek hakkı nasip olur. Ne müthiş bir insan. Allah şefaatinden ayırmasın.
İşte bu insan, daha önce İstanbul surları önüne geldi. 90 yaşında 6 oğlu ile birlikte oklara karşı herkesten önce o atılıyor.
Genç kumandan; “ Ya Ensari, sen bize Allah Resulü’nün bir hediyesisin. Niçin bu oklara atılıyorsun? Sana birisi isabet ederse, biz ne yaparız? Niçin geride durmuyorsun?” Birkaç kere bunları kendisine söyledi. Ama onu durduramadı. En sonunda durdurmak için, “Sen şu ayetin manasını biliyor musun, neden kendini tehlikeye atıyorsun?” dendiği zaman, işte Bizans’ın okları altında Eba Eyyüp El-Ensari genç kumandana muharebe meydanında vereceği dersi verdi.
Dedi ki; “Evladım sen kaç yaşındasın? Bak gördün mü? O ayetin açıklandığı zaman sen daha doğmamıştın. Bu ayette söylenen nedir; Ey Müslümanlar hurmaların altını havalandıracağız, yapraklarını temizleyeceğiz diye dünyalık işlere dalıp, hakkı, adaleti hâkim kılmaktan geri durmakla kendinizi tehlikeye atmayın” demektir. Biz bu ayeti yaşadık dedi.
İşte kumandana o dersi verdi ve de bütün hayatı boyunca böyle büyük şereflere mazhar olmuş Eba Eyyüp El-Ensari Hz.’lerine tabiî ki yüce Allah şehit olmayı nasip edecekti. Ve bu muradına ulaştı.
Bugün hepimiz Eba Eyyüp El-Ensari Hz’nin 90 yaşında beyaz atının üzerinde 6 tane evladıyla, üç yanda elinde kılıç surların önünde atının şahlanışını gösteren bu fotoğrafı görür gibiyiz. Bu fotoğraf bize “ Şuurlu bir Müslüman nasıl olur”, apaçık göstermektedir.
Bu gün İstanbul’un Fethi’ni anarken alacağımız derslerden üçüncüsü de; Akşemseddin Hazretleridir.Onu da yâd etmeye mecburuz. Soyu Hz. Ebu Bekire dayanan Akşemsettin 1390 da Şam’da doğmuştur. 7 yaşında ailesiyle birlikte Amasya’ya gelip Kavak ilçesine yerleşmişlerdir. Hafızlığı ve çok iyi dini tahsiliyle birlikte tıp eğitimi de almış iyi bir tabiptir. 25 yaşlarında iken kendisine bir mürşid ararken Hacı Bayramı Veliyi tavsiye ettiler. Bir müddet düşünse de ünü Anadolu’ya yayılmış olan “ Zeynüddin sEl- Hafi” ye intisap için Halep’e gittiğinde rüyasında boynuna takılı bir zincirin Hacı Bayramı Velinin elinde olduğunu görür. Ankara’ya dönerek ona intisap eder. Vefatından sonra da yerine irşad makamına geçer.
Dini ilimlerinin kuvvetli olmasıyla Osmanlı müderrisliğine alınır. Fatihin 1453 baharında İstanbul’u muhasarası için Edirne’den yola çıktığını haber alınca Akşemsettin , Akbıyık Sultan ve diğer şeyhler müritleriyle birlikte orduya katılırlar. En sıkıntılı anlarda askerlere manevi destek verirler.
Fetihten sonra Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazında hutbeyi Akşemsettin okur. Namazı da “hiç üzerine güneş doğmamış” kişi olan Fatih Sultan Mehmet kıldırır. Fatihin isteği üzerine şehid Sahabi Ebu Eyyib el- Ensari kabrini keşfeder.
Fetih’te Akşemseddin’in iradesi, dirayeti ve manevi desteği çok büyüktür. Ve her zaman hatırlanmalıdır.
Akşemsettin Hz.’leri Fatih’in hocasıdır. Büyük ilim adamıdır. Onun en büyük tarafı ise, her şeyiyle tabii oluşu, yeryüzünde Hakkın Hâkim olması için canla başla çalışmasıdır. O âlim, İstanbul’un Fethinde çadırlardan, siperlerden ayrılmayıp; askere Fethin mutlaka olacağı inancını aşılamış, Bütün bu maneviyatı vermek için canla başla çalışmıştır.
İstanbul’u anarken unutmayacağımız büyük olaylarda dördüncüsü de; Ulubatlı Hasan’dır. Nasıl efendimiz Hadis-i Şerifinde; “İstanbul’u Fethedecek Kumandan ne güzel Kumandan” diye buyuruyorsa “O’nu Fethedecek Asker, ne güzel Askerdir.” Diye buyuruyor. İşte o kumandan Sultan Fatih ise, o askerlerin timsali de Ulubatlı Hasan’dır. Hadis-i Şerifteki methedilmiş asker. Ulubatlı Hasan gibi olmaya özenmeliyiz. Hakkı Hâkim kılmak için çalışan ve her türlü zorluğa göğüs geren, hakkın gücüyle Hakkın bayrağını surlara diken Ulubatlı Hasan, ne güzel asker ve ne güzel örnektir.
İstanbul’un Fethinde beşinci önemli olay da, Ayasofya’dır. Necip Fazıl der ki;
Dünyanın her bir köşesinde çeşitli mabetler ve bu mabetlerin taşıdığı manalar vardır. Fransa da Notradam Kilisesi onlara göre güzel mimariye sahip bir binadır. Süleymaniye haşmet timsali, dünya imparatorluğun sembolüdür.
Ayasofya Cami’nin manası da Hakkın Batıla galebesinin sembolüdür.
Fetihten sonra Ayasofya derhal Camiye çevrilmiş, ilk Cuma namazı ordusuyla birlikte burada kılmıştır. Hemen tamiri yapılmış cami için bir nizamname (kanunname) ve Vakfiye hazırlanmıştır.
Ayasofya’yı vakfeden Fatih Sultan Mehmet II. in vakfiyesinden bir bölüm aktarmak yerinde olacaktır.
“…Yerler ve gökler devam ettiği müddetçe, benim vakfettiğim Ayasofya’nın vakıf şartlarını kimse değiştiremez, bozamaz. Koyduğum esaslar birer kanundur. Bunların bir tek noktasını kimse ne eksiltebilir, ne de çoğaltabilir. Bunları yapmak Allah’ın haram kıldığı şeylerdendir. O Allah ki levhin, kalemin, arşın, kürsînin yerlerin ve göklerin halıkı ve muhafızıdır.
Nefis Ayasofya kıyamete kadar camii olarak vakfedilmiştir. O’nu Allah’a, ahirete, O’nun heybetine inanan hiçbir mahlûk-sultan olsun, hâkim olsun, ,değiştiremez. Vakıf şartlarını kim değiştirirse, Allah’ın, meleklerin, bütün insanların ve lanet edenlerin laneti onun üzerine olsun. Onlar hiçbir zaman hafiflememiş bir azap içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”
Ne var ki ”Vakıf binalarını, vakfedenin vakıf şartlarından başka maksatlar için kullanılamayacağı” vakıf yasalarında yazılı olduğu halde 24 Kasım 1934 tarihinde Ayasofya’nın müze haline getirilmesi onaylanmıştır.
Eğer bir gün ecdadımızın kanları pahasına zapt ettikleri güzel İstanbul’da bize bıraktıkları eser ve mirasa sahip çıkabilirsek o zaman o zaman Fetih gerçek manasına ulaşmış olacaktır. Uyanık gençliğimizin bu günlerin özlemi içinde bulunması, duygularını her an taze tutması dileğimizdir.
Gerçekleri hepimiz biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki bu gerçeklerden ders almaya her zamankisinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü işte Türkiye’mizin hali, işte dünyanın hali.
Herkesin mesut olduğu bir dünyayı, herkesin mutlu olduğu bir Türkiye’yi bugün her zamankinden daha çok özlüyoruz. Bugün insanlarımızın çekmekte oldukları maddi ve manevi ızdıraplardan bir an evvel kurtulup; bütün Ünsanlığın aradığı barış ve saadet dünyasına kavuşabilmek için yeni bir dönemi başlatmaya mecburuz.
Şu içinde bulunduğumuz günler sadece İstanbul’un Fethinin 554. yıl dönümünü yâd etmek değildir. Bununla birlikte “Yeni bir fetihle”, “Yeni bir düzen” in başlatılması gereğinin şuuru ve heyecanını yaşamalıyız. Bunun için canla başla çalışmalıyız. Yeni Fatih’lerin, Akşemsettin’lerin, Ulubatlı Hasan’ların, Molla Gürani’lerin, Sultan II. Murat’ların yetişmesi için çalışmalıyız. Onları doğuracak kızlarımızın yetişmesi için çalışmalıyız. Fetih topluma getirdiği adaleti, hürriyeti, ve saadeti tekrar kazanmak için var gücümüzle çalışmalıyız. Bunun için şükür haklı sebeplerimiz var …
Çünkü inanıyoruz…
Çünkü biz şerefli bir milletin ve şerefli bir tarihin evlatlarıyız.
Çünkü bizim milletimiz, tarih boyunca ne zaman bunalmış, hatta “Artık bitip yok edildi zannedildiğimizde” onun arkasında en kısa zamanda harikalar gerçekleştirerek, parlak dönemlere ulaşmıştır.
Düşünün ki; 1453’te İstanbul fethedilmeden 50 yıl önce bütün Anadolu Timur’un istilasına uğramıştı. Her şey bitti zannedilirken; Anadoludaki yeni atılımlar fışkırmış, bir çağı açıp, bir çağı kapatacak en muhteşem ‘Fetih’ gerçekleşmiştir.
Aynı şekilde 1918’de ülkemiz yabancıların işgaline uğramış, her şey bitti zannedilmiş buna rağmen bu aziz millet, hatta bir gün bile dinlenmeden Kurtuluş Savaşı’nı başarmıştır.
İşte millet olarak son 10 yılda yaşadığımız bütün maddi ve manevi tahribata, tıkım ve sıkıntılara rağmen bugün inancımızı ve ümidimizi diri tutmak zorundayız.
Bütün insanlığın saadet ve selameti için,
Yaşanabilir bir Türkiye,
Yeniden büyük bir Türkiye için
Barış ve adalete dayanan “Yeni bir dünya” için var gücümüzle çalışacağımıza söz vermeliyiz.
Zafer inananlarındır.
Allah yardımcımızdır.