15 Nisan 2008 Salı

MÜMİNLERİN ÖZELLİKLERİ


İman; Allah’ın varlığına ve birliğine, O’nun Hz. Peygamber (s.a.v) aracılığı ile insanoğluna gönderdiği vahye, bu vahyin içindeki bütün bilgilerin doğru ve gerçek olduğuna gönülden inanmak demektir.
Buna göre; imanın hakikati ve özü kalbin tasdikidir. Bir kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle tasdik etmezse mü’min olamaz. Aslî unsur kalbî tasdik olmakla birlikte, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması da gerekir ki (kalb ile tasdik, dil ile ikrar) o kimsenin “mü’min” olduğu diğer insanlar, Müslümanlar tarafından da bilinsin ve buna göre kendisine muamele edilsin. Eğer bir kimse inancını diliyle ikrar etmezse, mü’min olup olmadığı bilinemeyeceği için, ona müslümana özgü hükümler uygulanmaz. Mesela cenaze namazı kılınmaz, kestiği hayvan eti yenmez vs.
Ancak Allah Tealâ, kalp ile tasdik, dil ile ikrarın yanısıra mü’minde başka özellikler görmek istemiş ve çeşitli âyet-i kerîmelerde bunları bizlere bildirmiştir.
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten mü’minlerdir. Onlara Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.” (Enfal-2,3,4)
Bu tanım, mü’mini Allah’ın adı anıldığında bile kalbinde derin bir huşû hissi uyanan kimse olarak anlatmaktadır.
Gerçek inanış, insanı hayırlı işler işlemeye teşvik etmelidir.
Hz. Peygamber (s.a.v):
“Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü iman olduğu halde Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir diyen kimse cehennemden çıkar.” Buyurarak imanda ikrarın önemini belirtmiştir. (Buharî, ”İman” ,33 ; Tirmizî, “Cehennem”, 9 ; İbn Mâce, “Zühd”, 37)
Gönülden inanmadığı halde, diliyle inandığını söyleyen kişi –kalpteki inancı bilinemediği için- dünyada Müslüman gibi işlem görür. Fakat imanı bulunmadığı ve münafık olduğu için ahirette kafir olarak işlem görecek ve cehennemde ebedî kalacaktır.
Kalbin tasdikî, imanın rüknü ve olmazsa olmaz şartıdır.Dilin ikrârı ise, bu asıl ve gerçeğin tamamlanmasını sağlayan bir şarttır.
İman, kendisine inanılan hususlar itibariyle icmalî ve tafsîli olmak üzere ikiye ayrılır. İcmalî iman, “kısaca ve toptan inanmak” demektir ve tevhid ile şehadet kelimelerinde özetlenmiştir.
Tevhid: Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah (Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir.)
Şehadet: Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûluh (Ben Allah’tan başka hiçbir Tanrı olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna inanır ve tanıklık ederim.)
İmanın ilk derecesi ve İslam’ın temeli budur. Allah’a ve Hz. Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna inanan kimse, diğer iman esaslarını ve Hz. Peygamber’in getirdiği dini de toptan kabullenmiş demektir.
Tafsilî iman ise, inanılacak şeylere açık ve geniş bir şekilde, ayrıntılı olarak iman etmek demektir. Bunlar “amentü” de ifade edilen prensiplerdir. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin, sevap ve azabın varlığına, kazâ ve kadere ayrı ayrı inanmak demektir. Tafsilî imanın bir derecesi de zarûrat-ı diniyye denilen ve inanılması zorunlu bulunan bütün inanç, ibadet, muâmelat ve ahlâk hükümlerine inanmayı içermektedir ki, böylelikle müslümanın imanı yücelir, olgunlaşır, sağlam temeller üzerine oturur.
İmanın keyfiyeti ile ilgili olarak da karşımıza iki kavram çıkmaktadır. Taklidî iman ve tahkikî iman.
Delillere dayalı olmaksızın, sadece çevrenin telkini ile meydana gelen ve âdeta kişinin İslam toplumunda doğup büyümüş olmasının tabii bir sonucu olarak gözüken imana, taklidî iman denir. Delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı imana ise tahkikî iman denir. Ehl-i sünnet bilginlerinin çoğuna göre bu tür iman geçerli olmakla birlikte, aslolan her müslümanın tahkikî imana sahip olması neye,niçin ve nasıl inandığının bilincinde olmasıdır. Böylelikle kişi, imanını delillerle güçlendirir. İnkarcıların yönelteceği eleştiri ve itirazlara karşı hazırlıklı olur.
Kur’an-ı Kerim’de müminlerin özelliklerinden bahsedilirken, imanımızı kemâle erdirmemiz, gerçek birer mü’min olabilmemiz için, bizde bulunması gereken vasıflar belirtilmiştir. Mü’minûn Sûresi’nin 1-11. ayetleri arasında Allah Tealâ şöyle buyurmuştur;
أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ “Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.
الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler
Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُون
وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ Onlar ki, zekatı öderler َ
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ Onlar ki, ırzlarını korurlar.()
إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَAncak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler
أُوْلَئِكَ هُمُ الْوَارِثُون الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ َ.
İşte bunlar varis olanların ta kendileridir Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır .”
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bu âyet-i kerimelerle ilgili şöyle buyurmuştur: “Bana on ayet indi ki, durumu bunlara uyan cennete girecektir.”
Mü’minûn suresinin 2. ve 9. ayet-i kerimelerinden, mü’minin en önemli özelliklerinden bir tanesinin “namazda huşû içerisinde (derin saygı) olmak” ; bir diğerinin de “namazlarda devamlı olmak” olduğunu anlıyoruz. Yine Meâric Suresi’nin 22. ile 34. ayetlerinden de namaza devamın önemi vurgulanmış ve müminler için “namazlarını koruyanlar” ifadesi de yer almıştır. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ayrıca müminler “namazlarını dosdoğru kılanlar” olarak tarif edilmişlerdir.
Huşu, Rabbimizin azamet ve celali karşısında insanın kendi küçüklüğünü hissetmesi, O’nun karşısında edep ve tazim ile saygı duymasıdır. Bedeni olarak da, uzuvları gereğinden fazla hareket ettirmeden, sallamadan, sakin ve huzurlu bir şekilde namazın eda edilmesi anlamına da gelir.
Mümin namazda iken masivadan (Allah’tan başka her şey) yüz çevirir, yalnızca Allah’a yönelir; kulluğunun, acizliğinin farkına varır. O’nun azameti ve büyüklüğü karşısında, başını kulluğa yaraşır şekilde öne eğer.
Bir İslam büyüğü; “Namaz ancak Allah huzurunda tevazu göstermek, yalvarmak, yakarmak ve pişman olmaktan ibarettir.”Rasullah’a “Allah katında amellerin en sevimlisi hangisidir?” diye sorulduğunda, “Az da olsa devamlı olandır” cevabını vermiştir. Mümin günde en az beş kere Rabbinin huzuruna gelir. Devamlı olarak yapılan az ibadet bir müddet sonra bırakılan çok ibadetten daha hayırlıdır. Zira devamlı yapılan ibadet az bile olsa, Allah’a taat, zikir, murakabe ve ihlası devam ettirir.. Bu devamlılık sayesinde az amel, devam etmeyen çok ameli kat kat geçer.
Mearic suresinin 34. ayetinde geçen “Namazlarını koruyanlar” ifadesini müfessirler “namazın âdab ve erkânına uyan, namazın dışında da namazın kazandırması gereken ulvî hasletleri koruyanlar” olarak açıklamışlardır.
Elmalılı Hamdi Yazır bu ifadeyi “müminler namazdan önce, namaz kılarken ve namazdan sonra yapılacak işlere özen gösterirler” diyerek şu şekilde açıklamıştır;
Namazdan önceki işler; Namaz vakitlerinin girişine kalben ilgi göstererek dikkat etmek, abdest ve temizliğe dikkat etmek, avret yerlerini örtmek, temiz elbise, temiz yer, cami, cemaat gibi hususlara dikkat etmek. Namazdan önce kalbi vesveseden ve Allah’tan başka şeylere çevirmekten arındırıp, kalp huzuru bulmaya ve gösterişten sakınmaya çalışmak.
Namaz kılarken yapılacak işler; Namazın Allah’ın huzuruna yükselten bir mirac olduğunu düşünerek ve hikmetini bilerek sağa-sola dönmeksizin, okurken ve zikrederken kalp huzuru üzere bulunmak.
Namazdan sonraki işler; Namazdan sonra boş söz ve işlerden ve günaha girmekten sakınmaktır.
Rasulallah şöyle buyurmuştur;
“Beş vakit namaz, sizden birisinin kapısının önünde akan bir ırmağa benzer. Onun suyu boldur; her gün oraya beş kere girip yıkanan bir kimsede kir namına bir şey kalır mı? İşte beş vakit namaz buna benzer. Allah namaz sayesinde günahları siler.” (Buhari, Mevâkit, 63 ; Müslim, Mesâcid, 282)
Rasulallah (s.a.v): “Ümmetimden iki kişi namaz kılmaya kalkar. Rüku ve secdeleri aynı olduğu halde, ikisinin namazı arasındaki fark, yerden göğe kadardır.” buyurmuştur.
Maddi hayatımızın devamı nasıl ihtiyaçlarımızın karşılanmasına bağlıysa; manevi hayatımızın canlılığı ve devamı da başta namaz olmak üzere ibadetlerimizi hakkıyla yerine getirmemize bağlıdır. Yemekten, içmekten, nefes almaktan nasıl vazgeçmiyorsak, namaz kılmak, oruç tutmak ve Allah’ın emrettiği diğer ibadetleri yapmaktan da aynı şekilde vazgeçmemeliyiz.
Bir gün Allah dostlarından birisi namaz kılarken, evine hırsız girmiş ve ne var ne yok alıp gitmiş. “Nasıl olur, sen evde iken her şey alır gider. Hiçbirşey duymadın mı?” diye sormuşlar. “Ben o anda namaz kılıyordum. Rabbimle beraberdim. Hiçbir şey ne gördüm, ne duydum” diye cevap vermiş. Allah hepimize böyle namaz kılmayı nasip etsin, tıpkı Hz. Ali’nin de ayağına batan oku, namaza durduğu zaman çıkarmalarını istemesinde olduğu gibi.
Namaz en cami, yani bütün ibadetleri ve zikirleri, özet olarak içinde toplayan en kapsamlı ibadettir. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin de dediği gibi namazın manası; “Rabbimizin Celaline karşı “Sübhanallah” deyip tesbih etmek, cemaline karşı “Elhamdülillah” diyerek hamdetmek, kemaline karşı “Allahuekber” deyip tazim etmektir. Tekbir, tesbih ve hamd namazın her yerinde bulunur.”
Tesbih, Rabbimizin sonsuz büyüklük sahibi olduğunu, eşi ve benzerinin olmadığını, O’nun her türlü acz, kusur ve eksikten münezzeh olduğunu ifade etmektir.
Tazim, O’nun yüceliğini ve büyüklüğünü belirtir.
Hamd, O’nu övmek ve O’na minnettarlığımızı bildirmektir.
Namazın dış şartlarını yerine getirmek, namazı ikame etmek ayakta tutmak sayılmaz. Namazın özü, kalbin huşû ve huzur içinde olmasıdır. Başka nelerdir müminin özellikleri? Allah Teala buyuruyor ki; “Onlar boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” Nefsimize ve şeytana hizmet eden her şey girer bunun içine. Mümin zekatını verir, malının arta kalanından da ihtiyaç sahiplerine tasadduk eder. Mallarımız aslında verdikçe kıymetlenir. Çünkü dünya malı geçicidir, ama ahirette bize kazandıracakları ebedîdir.
Mümin, iffetini korur. Eşleri ve cariyeleri dışındakilere yan gözle bile bakmaz.
Emanetlere, ahitlere riayet eder. Hem Allah ve peygamberine, hem de diğer insanlara verdiği sözleri yerine getirir. Kendisine emanet olarak verilen şeyi koruyarak, mutlaka sahibine iletir. Başkasının malını, eşyasını sahibinin rızası ve bilgisi dışında kullanmaz. Unutmayalım ki, müşriklerin yani düşmanlarının bile “el-emin” olarak çağırdıkları bir peygamberin ümmetiyiz biz.
Şu’ra suresinin 37. ayeti kerimesinde Allah Teala müminler için; “Onlar büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.” buyurmuştur.
Yine Tevbe Suresinin 71. ayetinde; “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Allah ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir.” buyurulmuştur. İyiliği emredip, kötülükten alıkoyma görevi, ayette de görüldüğü üzere, cinsiyet farkı gözetilmeksizin bütün müminlere has bir özellik olarak zikredilmiştir.
Yine Allah Teala başka bir ayet-i kerimede, Maide Suresinin 78-79. ayetlerinde şöyle buyurmuştur: “İsrailoğullarından kafir olanlara, hem Davud’un hem de Meryem Oğlu İsa’nın lisanıyla lanet olundu. Bunun sebebi; isyan etmeleri ve hakkın sınırını aşmış olmalarıydı. Onlar birbirlerini yaptıkları fenalıktan alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü iş yapıyorlardı.” Demek ki başkalarını kötülükten menetmemeleri, isyan etmeleri bir kavmin lanetlenmesine sebep oldu. Yapacağımız aynı hata, Allah göstermesin Rabbimizin gazabını üzerimize çekmemize sebep olabilir.
Bir toplumun düzelmesi, hayra yönelmesi için kadınlara büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Eşimizi, çocuklarımızı, anne-babamızı, diğer akrabalarımızı, komşularımız velhasıl etrafımızda, yakınımızda olan diğer insanları iyiliğe çağırıp, onların kötülükten uzaklaşmalarını sağlamak bizim öncelikle “Müminlik” vazifemizdir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek vs. bizim bireysel vazifelerimizdir. İyi bir mümin olmak için bunlar yeterli değildir. İnsanlara iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak ise toplumsal vazifemizdir. Sadece kendi kurtuluşumuz için değil; bütün insanlığın kurtuluşu için gayret etmemiz şarttır.
Bakın Mehmet Zahit Koktu hazretleri de müminlerin vasıfları içerisinde neleri saymıştır;
“Mümin bütün insanların, onun elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. İnsanların malının ve canının onun yanında emniyette olduğu kimsedir. Mümin kanaatkardır, az yer. Mümin, müminin aynasıdır. “Din nasihattir.”hükmünce birbirlerine hakkı tavsiye etmelidir. Mümin, müminin kardeşidir. Kardeşiyle birlik-beraberlik içindedir. Mümin herkese ülfet eder, güzel geçinir, tatlı söz söyler. Mümin, her zaman hayır üzeredir. Mümin, başkasına külfeti az olan kimsedir. Mümin, halk içinde olup onların ezalarına sabredendir. Mümin yumuşak huyludur, akl-ı selim sahibidir. Günahlarından pişmanlık duyandır. Mümin, dünyaya gerektiğinden fazla değer vermez.”
Yine Kur’andan öğrendiğimize göre mümin, anne-babasına iyilik eder. Allah’a ortak koşmaya zorlamaları dışında anne-babasına itaat eder. Yersiz bir gurura kapılarak insanlara üstünlük taslamaz ve yeryüzünde böbürlenerek yürümez. Davranışlarında dengeli ve ölçülü olur. Allah’ın dokunulmaz ve haram kıldığı bir cana haksızca kıymaz. Ölçü ve tartıda adil davranır, haksızlık yapmaz. Bilmediği şeyin peşine düşmez, bilmediği konuda fikir beyan etmez. Kimseyle alay etmez, Müslüman kardeşlerinde kusur aramaz, onlara kötü lakap takmaz. Zandan/spekülasyon yapmaktan sakınır, tecessüs edip insanların gizli hallerini araştırmaz. Bir başkasının gıybetini yaparak arkasından çekiştirmez. Doğru sözlüdür. Yapmayacağı şeyi söylemez. Bollukta da darlıkta da sadaka verir, öfkesine hakim olur, insanların kusurlarını bağışlar. Hatalı tutum ve davranışlarında ya da günahlarında ısrar etmez, tekrarlamaz ve onlara yürekten tevbe-istiğfar eder. Adildir, hakkı ve adaleti ayakta tutar. Kin beslemez, düşmanına bile adil davranır. Kendisinin ve yakınlarının aleyhinde bile olsa adaletle şahitlik eder. Kötülüklere karşı en güzel bir tarzda mücadele eder; kötülükleri iyilikle savar; insanları güzel öğütle ve hikmetle Allah’ın yoluna davet eder. Yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara zekat ve sadakayı sevdiği mallardan verir; ama gereksiz yere de saçıp savurmaz. Hayır işlerinde, iyilik ve takva üzere yardımlaşır, düşmanlık üzere yarış ve dayanışma içinde olmazlar.
Yüce Allah her birimizi gerçekten iman eden, müjdelediği Firdevs’e nail olan, kurtuluşa eren mümine kardeşlerimizden eylesin, çoluğumuzu çocuğumuzu, eşimizi O’na inanan, O’nun dinine hizmet eden salih kullarından eylesin inşallah.

IV. Konuyla İlgili Ayet-i Kerimeler
Enfal 2-4
2. “Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını arttıran ve yalnız Rablerine dayanan, güvenen kimselerdir.
3. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.
4. İşte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler-bağışlanma ve tükenmez rızık vardır.”

Ra’d 19-24
19. “Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkar eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar.
20. Onlar Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır.
21. Onlar Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten, (akrabalık bağı, müminlerle dostluk ve birlik olarak tefsir edilmiştir) Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.
22. Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.
23. (O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, işlerinden ve çocuklarından salih olanlarla birlikte girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır.
24. (Melekler): Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir. (derler)”
Şu’ra 36-39
36. “Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükafat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir. (Ayet, Hz. Ebubekir’in bütün malını Allah yolunda harcaması üzerine bir topluluğun onu kınaması sebebiyle nazil olmuştur.)
37. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.
38. Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onun işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.”
Mearic 22-35
19. “Gerçekten insan, pek hırslı yaratılmıştır.
20. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder.
21. Ona imkan verildiğinde ise pinti kesilir
22-23. Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar ki onlar namazlarında devamlıdırlar.
24-25. Mallarında, isteyene ve mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar;
26. Ceza gününün doğruluğuna inanlar;
27-28. Rablerinin azabından korkanlar ki, Rablerinin azabı emin olunamaz.
29-30-31. Irzlarını koruyanlar ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz; bundan öteye isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir.
32. Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler;
33. Şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar;
34. Namazlarını koruyanlar; (namazın adab ve erkanına dikkat etmek, namazın dışında da namazın kazandırdığı ulvi hasletleri korumak diye tefsir edilmiştir.)
35. İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar.”
Mü’minin 1-11
(Rasulallah;” Bana on ayet indi ki, durumu bunlara uyan cennete gidecektir.”buyurdu ve bu surenin ilk on ayetini okudu.)
1. “Gerçekten müminler kurtuluşa ermişlerdir;
2. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler;
3. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;
4. Onlar ki, zekatı verirler;
5. Ve onlar ki, iffetlerini korurlar.
6. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu hariç (cariyeler). (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir.
7. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.
8. Yine onlar ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler;
9. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler;
10. İşte, asıl bunlar varis olacaklardır;
11. Firdevs’e varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar.”
Nur 51-51
51. “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.
52. Her kim Allah’a ve Rasulüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.”
Tevbe 71
71. “Mümin erkeklere mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar. Namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah ve Rasulüne ittat ederler, işte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir. (İyiliği emredip, kötülükten alıkoyma görev ve yetkisi cinsiyet farkı gözetmeksizin İslam toplumunun bütün fertlerine verilmiştir.”

Hucurat 10-11
10. “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz!
11. Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim ki tevbe etmezse, işte onlar zalimlerdir.”
Ayet melalleri Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlarının hazırladığı Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı mealinden alınmıştır.
V. Konu İlgili Hadisler
“Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez.” (Buharî, iman,7)
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü’min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.” (Buhari, iman, 4-5; Tirmizî, iman, 12)
“Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, iman, 22)
“ Ebu Amr Süfyan b. Abdullah (r.a) şöyle dedi: Ya Rasulallah! Bana İslam’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedi. Rasulallah (s.a.v): ‘Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!’ buyurdu.” (Müslim, iman, 62)